11 Temmuz 2018 Çarşamba

O Kelepçeler ve Zincirler, EbruÖzkan'a Değil; Ümmet-i Muahmmed'e Vuruldu



27 yaşında bir genç kız Ebru Özkan…

11 Haziran 20118’de Kudüs ziyareti sonrasında dönüş yolunda gözaltına alındı. Hiçbir hukuki gerekçe gösterilmedi, kimseyle görüşmesine izin verilmedi. Askeri mahkemede yargılanan Ebru Özkan için tutuksuz yargılama kararı verildi, ancak karara İsrail polisi itiraz ederek tutukluluk süresinin 24 saat daha uzatılması istedi. Mahkeme, İsrail polisinin talebini kabul etti, üst mahkeme ise tutukluluk süresinin yedi gün daha uzatılmasını istedi. Süreç böyle başladı ve bir aydır tutuklu Ebru Özkan…

“Hamas'a yardım ve çeşitli hizmetlerde bulunmak, ülkenin düzenini bozmak ve 'düşman bir tarafın' gönderdiği parayı ülkeye sokmak” suçları yönelttiler Ebru Özkan’a!..

Onların suç dediği şeyler, bizim görev olarak addettiğimiz ve yapıldıysa gurur duyacağımız şeyler…

Ancak garip olan ve çelişki oluşturan şey şu:

Ebru Özkan Hamas’a yardım ve hizmetlerde bulunduysa -keşke bulunabilsek- bunun girerken tespit edilmesi gerekmez miydi? Üzerinde yüklü miktarda para mı yakaladınız, bir belge mi vardı?

Kudüs’e gelen bir Müslüman, Gazze’ye nasıl geçip Hamas’a yardım edecek? Bunların hepsi adice bir yalandan ibaret…

Bu göz altılarla elde etmek istedikleri şunlar:

· Müslümanlar Kudüs’e gelmesin, Filistin’den uzak dursun.

· İsrail denen terör devletinin yaptıkları zulümleri, insan hakları ihlallerini, vahşetleri dünyaya duyuracak kimse olmasın.

· Filistinliler yanlarında Türkiye’nin olduğunu hissedip direnme gücü bulmasınlar.

· İşgali istedikleri gibi genişletip Müslümanların mülklerine, İslam eserlerine rahatça çökebilsinler.

Bu sebeplerle son zamanlarda İsrail basınında TİKA, Mirasımız Derneği gibi kuruluşlarla ilgili haberler çıkıyor ve bunların faaliyetlerinin yasaklanması isteniyor. Özellikle Mirasımız Derneğinin Kudüs’ü İslamlaştırdığı iddia ediliyor.

İşgalci terör devletine bakar mısınız? Bir İslam beldesinin İslamlaştırılmasından bahsediyor.

Tüm bunlar; İsrail denen terör devletini genç bir kızın ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurmaya kadar götürüyor.

Anlayacağınız, genç bir kızın ayaklarına zincir, ellerine kelepçe vuracak kadar korkak, kahpe, alçak bir terör devletidir İsrail...
Bu kadar adileşmelerinin, alçaklaşmalarının tek sebebi korku… Kendi zulümlerini, yaptıkları alçaklıkları çok iyi bildikleri için korkmaları gereken çok şey olduğunu da en iyi kendileri biliyor!.. Ama bu korkuları, korktukları şeyin başlarına gelmesini engellemeyecek!..
Korkun, titreyin!.. Korkunuzda haklısınız, yaklaşıyor yaklaşmakta olan...

Son söz!..

Ebru Özkan’ın ellerine vurulan bu kelepçe, ayaklarına vurulan bu zincir; aslında başta Türkiye olmak üzere tüm İslam devletlerine ve Ümmet-i Muhammed’e vurulmuştur.

Bu olay, basına yansıdıktan sonra dünyayı İsrail’in başına yıkamayan İslam dünyası yöneticilerine de sesini gür bir şekilde duyurup dünyayı ayağa kaldıramayan sözde sivil toplum örgütlerine de yuh olsun!.. Bu utanç hepimize yeter!..

Ebru kardeşimize de geçmiş olsun derken ailesine sabır diliyorum. Tez zamanda bu zulümden halas olup ülkemize sağ salim döner inşallah!..

Bu yaşadıklarının cennetine vesile olması duasıyla!..

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Bir Kız Kaçırma Olayı ve Sonrasında Yaşananlar - (Uzun Hali)



Anadolu’da bundan 10-15 yıl öncesine kadar özellikle de köylerde sevdiği kızı kaçırmak ya da sevdiği adama kaçmak bir hayli yaygındı.
Delikanlı, evlenmek istiyor ama düğün yapacak, çeyiz dizecek parası yok. Kız anası ve babası da işi kolaylaştıran birileri değilse çocuk ya sevdiğinden vazgeçecek ya kızı kaçıracak… Sevdiceğine, “Benim düğün yapacak param pulum yok, yakında olacağa da benzemiyor ama seninle de bir an önce evlenmek istiyorum, gel kaçalım.” diyor. Kızın da eğer ki gönlü varsa delikanlı için de başka da yol kalmadıysa kız bir gece evdeki bohçasını alıyor, düşüyor sevdiği delikanlının peşine…
Ya da delikanlı seviyor bir kızı… Kızın da delikanlıda gönlü var. Üç beş defa kızı istiyorlar babasından ama kızı isteyen daha varlıklı, daha itibarlı bir ailenin oğlu daha var. Kızın babası, allem edip kallem edip kızı veriyor bu varlıklı oğlana… Kız ve sevdiği delikanlı için kaçmaktan başka çare kalmıyor. Yine bir gece yarısı herkes derin uykudayken kız, bohçasını alıyor koltuğunun altına, düşüyor sevdiğinin ardına…
İşte buna “kız kaçırma” diyorlar.
Torosların saklı bahçesi, Adana’nın incisi Feke ilçesinin bir köyünde de zamanın behrinde bir kız kaçırma olayı vuku bulur.
Köyün güzel bir kızı vardır. Evlenme çağına gelmiş delikanlıların hemen hemen hepsinin aklında bu kızla evlenebilmek vardır. Köyün delikanlılarının neredeyse hepsi bu kıza sevdalıdır. Kimisi ana babasını yollar kızı ister, reddedilir; kimisi reddedilenleri gördükçe kızı istetmeye cesaret edemez. Ama hepsi de kız için yanar tutuşur. Dağlarda koyun keçi güderken türkü söyleyeni mi ararsın, kıza küçük çocuklarla mektup yollayanı mı ararsın, kızı bir kez görebilmek için evin çevresinden günde on kez geçeni mi ararsın?
Ancak bir sabah herkesi şok eden kara haber yayılır köye… Köyün gözdesi kız, komşu köyden bir delikanlıya kaçmıştır. Kaçtığı delikanlı da öyle ahım şahım biri değildir. Köydeki delikanlıların çoğu, kaçtığı adamdan daha yakışıklı, daha zengin hatta çok daha delikanlıdır. Ama gelin görün ki gönül bu… Ota da…

Neyse kız kaçmıştır, yapacak bir şey kalmamıştır.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra kızın kayınpederi kızı peşine takar, ailesiyle barıştırmak için babasının evine getirir.
Bunu haber alan köyün delikanlıları intikam almaya karar verir. Köyün çıkışında, ıssız bir yerde toplanıp saklanırlar. Kız ve kayınpederi oradan geçerken çıkarlar meydana… Aslında bir şey yapacakları da yok ya, amaç biraz korkutup intikam almak…
Emmi, kızı bırak sen git, derler. Adam, yaşlı… Yalvarır, etmeyin gençler, ayıptır, günahtır…
Yok, der köyün delikanlıları… kızı bırakacaksın sen gideceksin…
Adamı biraz söyletip kızı biraz korkuttuktan sonra yol verip gönderirler kızı ve kayınpederini…
Ancak yaşlı adam, yaşananlara çok bozulmuştur. Akşam evinde sabahı zor eder. Sabah erkenden komşu köye gider ve köyün birinci ihtiyar azasının yanında alır soluğu… Ağlamaklı bir şekilde anlatır mevzuyu… Aza, yolunu kesenlerin kimler olduğunu öğrenir. Sen merak etme emmi, ben gereğini yapacağım, der. Adama güzel bir kahvaltı yaptırır, yollar evine…
Çağırttırır o delikanlıların hepsini köy odasına ve köyün ileri gelenlerini de çağırır. Bir saate kalmaz tüm delikanlılar ve köyün ileri gelenleri gelmiştir. Delikanlılar, niçin çağrıldıklarını ve başlarına ne geleceğini biliyorlar ama yapacak bir şeyleri yoktur. Çağıran adam, herkesin hem çok korktuğu hem çok sevip saygı duyduğu biridir.
Delikanlılar köy odasında duvarın dibine tek sıra hâlinde dizilmiş, dizleri titreyerek beklemektedir. Az sonra köyün yaşlılarıyla köyün azası odaya girer. Oda sükût etmiş, duvarda yürüyen karıncanın ayak sesleri işitilir durumdadır.
Sorar gençlere sizi niye topladım buraya diye… Ama cevap verebilecek cesarete sahip olan yoktur. Aza, olayı kısaca özetler ve köyün ileri gelenlerine sorar, ne yapmak lazım gelir diye. Herkes, en iyisini sen bilirsin der. Bunu diyenlerden birkaçının oğlu da vardır delikanlıların içinde…
O zaman delikanlılar dışındaki herkes, dışarı çıksın der köyün azası… Herkes çıkar dışarıya ve azayla gençler kalır baş başa…
Adamlar dışarıda olacakları beklemektedir. Beklemeleri fazla uzun sürmez.
Pat küt, öldüm anam, yandım, elini ayağını öpeyim vurma gari sözlerinden sonra kapı açılır ve delikanlının birinin kafası kapıda görülür ve arkasından yediği tekmeyle kapının karşısındaki duvara yapışır ve bir çuval gibi yere yığılır. Yere yığılan kişi, dirseğiyle burnundan ve yüzünden akan kanı silip arkasına bakmadan kaçmaktadır.
Bu sahne diğerleri için de aynen devam eder.
Ancak ikisi bir olsa azayı hastanelik edebilecek olan delikanlıların hiçbirinin aklına bu adama karşılık vermek ya da dövmek gelmez. Hatta bırakın dövmeyi, sen kim oluyorsun da bize karışıyorsun demeyi bile akıllarının ucuna getirmezler. Çünkü yedikleri haltın farkındadırlar ve büyüğe saygı diye bir şey vardır, bir de suçun verdiği utanç vardır. O dönemde hâlâ utanma hasletini yitirmemiştir insanlar ve utanma duygusu, büyüğe saygı, birçok suçun önüne geçmektedir.
Ve uzun yıllar boyunca bir daha böyle bir olaya şahit olunmamıştır o köyde… Yaşanan bu olay, dilden dile anlatılmış; böyle bir suçu işlemeyi aklından geçiren olsa da cesaret edememiştir.
Bu olayı niçin anlattım? Son zamanlarda yaşanan çocuk kaçırma, taciz tecavüz olaylarına dikkat çekmek için anlattım. Şimdi eksik olan işte bu toplumsal baskı, utanma duygusu, yaptığına pişman edecek bir mekanizmanın olmaması… O zaman bir suç işleyenin yaptığı yanına kâr kalmıyordu, bu sebeple de suç oranı çok düşüktü. Şimdi ise “bana necilik, neme lazımcılık” almış başını gidiyor. Utanma duygusu da kalmayınca millette, istenmeyen olaylar her geçen gün artarak devam ediyor.
Bizim tekrar büyüğe saygının, utanma duygusunun, diğerkâmlığın, yardımlaşmanın olduğu günlere dönmemiz lazım!..

Not: Köyü, köyün azasını merak edenler olursa Adana’nın Feke ilçesinin Gaffaruşağı köyüne gelsin tanıştırayım kendilerini. O aza, benim babam Gaffar Ersin olur. Hâlâ köyde sevilip sayılır, eskisi gibi asıp kesemese de sohbeti hâlâ çok sevilir.

Bir kız kaçırma olayı ve sonrasında yaşananlar



Köyün güzel bir kızı vardır. Köyün delikanlılarının neredeyse hepsi bu kıza sevdalıdır. Dağlarda koyun keçi güderken türkü söyleyeni mi, kıza küçük çocuklarla mektup yollayanı mı, kızı bir kez görebilmek için evinin çevresinden günde on kez geçeni mi ararsın?

Ancak bir sabah herkesi şok eden kara haber yayılır köye… Köyün güzel kızı, komşu köyden bir delikanlıya kaçmıştır.

Aradan birkaç ay geçtikten sonra kızın kayınpederi kızı peşine takar, ailesiyle barıştırmak için babasının evine getirir.

Bunu haber alan köyün delikanlıları köyün çıkışında, ıssız bir yerde toplanıp saklanırlar. Kız ve kayınpederi oradan geçerken çıkarlar meydana…

Emmi, kızı bırak sen git, derler. Yaşlı adam; yalvarır, etmeyin gençler, ayıptır, günahtır…

Adamı biraz söyletip kızı biraz korkuttuktan sonra gönderirler kızı ve kayınpederini…

Ancak yaşlı adam, yaşananlara çok bozulmuştur. Sabah erkenden komşu köyün birinci ihtiyar azasının yanında alır soluğu… Ağlamaklı bir şekilde anlatır mevzuyu… Aza, çağırttırır o delikanlıların hepsini köy odasına…

Delikanlılar, niçin çağrıldıklarını ve başlarına ne geleceğini biliyorlar ama yapacak bir şeyleri yoktur.

Delikanlılar köy odasında duvarın dibine tek sıra hâlinde dizilmiş, dizleri titreyerek beklemektedir. Az sonra köyün yaşlılarıyla köyün azası odaya girer. Oda sükût etmiş, duvarda yürüyen karıncanın ayak sesleri işitilir olmuştur.

Sorar gençlere sizi niye topladım buraya diye… Ama cevap verebilecek cesaret yoktur kimsede.

Delikanlılar dışındaki herkes, dışarı çıksın der köyün azası…

Az sonra, “Pat küt, öldüm anam…” seslerinden sonra kapı açılır ve delikanlının biri yediği tekmeyle karşıdaki duvara bir sinek gibi yapışır, bir çuval gibi yere yığılır. Yere yığılan kişi, dirseğiyle burnundan ve yüzünden akan kanı silip arkasına bakmadan kaçar. Bu sahne diğerleri için de aynen tekrar eder.

Ancak ikisi bir olsa azayı hastanelik edebilecek olan delikanlıların hiçbirinin aklına bu adama karşılık vermek gelmez. Çünkü yedikleri haltın farkındadırlar ve büyüğe saygı diye bir şey vardır, bir de suçun verdiği utanç...

O dönemde hâlâ utanma duygusu canlıdır ve büyüğe saygı, birçok suçun önüne geçmektedir.

Yaşanan bu olay, dilden dile anlatılır; böyle bir suçu işlemeyi aklından geçiren olsa da cesaret edemez ve uzun yıllar bir daha böyle bir olaya şahit olunmaz o köyde…

Bu olayı niçin anlattım? Son zamanlarda yaşanan çocuk kaçırma, taciz, tecavüz olaylarına dikkat çekmek için anlattım. Şimdi eksik olan işte bu toplumsal baskı, utanma duygusu, yaptığına pişman edecek bir mekanizmanın olmaması… O zaman bir suç işleyenin yaptığı yanına kâr kalmıyordu, bu sebeple de suç oranı çok düşüktü. Şimdi ise “bana necilik, neme lazımcılık” almış başını gidiyor. Utanma duygusu da kalmayınca istenmeyen olaylar her geçen gün artarak devam ediyor.

Bizim kurtuluşumuz; tekrar büyüğe saygının, utanma duygusunun, diğerkâmlığın, yardımlaşmanın olduğu günlere dönmektedir!..

Not: Köyü, köyün azasını merak edenler olursa Adana’nın Feke ilçesinin Gaffaruşağı köyüne gelsin, tanıştırayım kendilerini. O aza, benim babam Gaffar Ersin olur. Hâlâ köyde sevilip sayılır, eskisi gibi asıp kesemese de sohbeti hâlâ çok hoştur.

Tecavüzlere, tacizlere, vahşetlere çanak tutanlar duyar kasıyor!



İki küçük kız çocuğu...

Henüz ağızları süt kokuyor...

Annelerinin bakmaya, babalarının dokunmaya kıyamadığı yavrucaklar...

İnsanlıktan nasibini almamışların cinsel istismarına uğradı ve vahşice katledildi.

İnsanın kanı donuyor, tükürükler boğazında düğümleniyor.

Bir insan, nasıl olur da bu kadar alçalabilir, alçaklaşabilir, canileşebilir.

Bu yaratıklar, hiç mi insanlarla hemhal olmadı, hiç mi insani özelliklerle donatılmadı; insani ve İslami değerlerden hiç mi nasibini almadı?

Eylül, henüz sekiz yaşındaydı... Bir insanın sevmek için bile dokunmaya çekineceği, incinmesinden korkacağı bir sabi...

Leyla ise henüz üç buçuk yaşındaydı... Günlerce arandı, bulunamadı. Tüm ülkenin yüreği günlerce Leyla için çarptı, sağlıklı bir şekilde bulunup ailesine teslim edilmesi için dualar edildi. Maalesef ki cesedine ulaşılabildi. Bir dere kenarına atılmıştı... Muhtemel ki aç ve susuz bırakılarak ölüme terk edilmiş ve sonra oraya atılmış. Hangi yarattığını üç buçuk yaşındaki bir bebeyle nasıl bir sorunu olabilir?

Kur’an-ı Kerim'de "esfeli safilin" yani "aşağıların aşağısı" (95/5) olarak nitelenen yaratıklar bunlar olmalı... Hayvandan bile aşağı, aşağıların aşağısı yaratıklar...

Bunlar için söylenilecek söz yok; söylenen sözün tesiri yok, anlamı yok.

Yapılması gereken tek şey, kısasa kısas uygulaması... Ne yaşattılarsa aynısını onlara yaşatmak... “Ey temiz akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara 179)

Allah'ın kanunlarını uygulamazsanız daha başka sorunlara kapı aralarsınız. Suçluya cezayı kişilerin vermeye kalkması gibi... Onun için bu yavrulara taciz ve tecavüz edenler, onları katledenler suçu sabit olduğunda anında idam edilmeli ve devletin de bunları affetmek gibi bir yetkisinin bulunmadığı bilinmeli...

Gelelim bu olayların basında işleniş şekline... Burada da maalesef ki iki farklı gayri insani durumla karşılaşıyoruz:

Birincisi bu olayları siyasete malzeme edip hasmına vurmak için kullanan alçaklar... İkincisi Türkiye ile ilgili algı oluşturmak için bu olayları köpürten pespayeler...

Birinci kısımda yer alanlar, yaşanan bu olayların doğrudan müsebbibi aslında... TV'lerinde, gazetelerinde, kaptıkları köşe başlarında ahlaksızlığın, namussuzluğun, tacizin, tecavüzün, müstehcenliğin reklamını yapıp bunun da ilericiliğin, çağdaşlığın gereği olduğunu bu millete empoze ediyorlar. Karşılarına ahlakı, namusu, edebi savunan birileri çıktığı zaman da yaftayı vurup höykürüyorlar: GERİCİ, İRTİCACI, YOBAZ, DİNCİ...

Ürettikleri dizilerde, çektikleri filmlerde gayri meşru ilişkileri ballandıra ballandıra anlatıp, çıplaklığı ve müstehcenliği matah bir şeymiş gibi millete reklam edip sonra taciz ve tecavüzden şikâyetçi olanlar, bunları yapanlar kadar suçludur, ikiyüzlüdür, alçaktır. Özellikle dizilerdeki ahlaksız ilişkileri normalleştirip aşk gibi kutsal bir sosla süsleyerek albenili hâle getiren yavşaklar çocuklara tacizi, tecavüzü, vahşeti kınamasınlar. Aynanın karşısına geçip utanmazlıktan köseleye dönmüş suratlarına tükürsünler.

İkincisi ise bu olaylar üzerinden Türkiye algısı oluşturmaya çalışan alçaklar...

Dışarıya vermek istedikleri mesaj şu: Türkiye, güvensiz bir ülke... Bize de hissettirmek istedikleri duygu: Hiçbirimiz güvende değiliz... Nüfusu 80 milyonu geçmiş bir ülkede yaşanan bu gayri insani durumlar, toplumun geneli içinde çok az bir yer tutuyor. Gönül ister ki insanın canını yakan bu olaylar hiç yaşanmasın, hiç kimsenin canı yanmasın... Ama maalesef ki bunlar hep olacak... Bizim yapmamız gereken, bu olayları en aza indirecek şekilde insanlarımızı manevi yönden yetiştirmek, toplumu bu olaylara tepki veren caydırıcı güç haline getirmek ve tabii ki hukuki yaptırımların caydırıcı olması... Ancak basının haber dilindeki sakat üsluba, art niyetli haber diline de prim vermeyelim... Sanki Türkiye’de herkes bu olayların müsebbibi, herkes potansiyel suçlu ve Türkiye yaşanmaz bir yer...

Basındaki kalemlerin bazısı bilinçli, bazısı bilinçsiz hizmet ediyor bu algıya maalesef...

Gönül ister ki insanı sarsan bu olaylar hiç yaşanmasın... Ama insanlıktan çıkmış insanların olduğu bu dünyada mümkün değil maalesef...

Allah, hepimizin evlatlarını korusun... Hiç kimseyi evlat acısıyla imtihan etmesin!..

Haziran güzel bir aydır, kirazların bol olduğu bir aydır



Seçimler sonuçlandı. Sonuçlar ortaya çıktıkça Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne kadar büyük bir lider olduğunu çok daha iyi anladım. Kılıçdaroğlu hem espritüel hem de ön görüsü oldukça kuvvetli bir adam…

Ah canım, senin gibi bir lidere sahip olup da kıymetini bilmeyen CHP’liler utansın!..

Seçim kararı alınınca 24 Haziran’da seçim olacağı ve bu konuda ne düşündüğü sorulmuştu. Verdiği cevap tarihe geçecek nitelikteydi:

“Haziran ayı, aydınlık bir ay; güzel bir ay, karanlığın az ama aydınlığın en fazla olduğu bir ay… Haziran ayı kiraz mevsimi, kirazların bol olduğu ay… Hepinize iyi haziranlar diliyorum. Haziran ayı iyilerin kazandığı, kötülerin kaybettiği bir ay ayrıca…”

Ya şu cevaptaki inceliğe bakın… Sanat, sanat içinde…

Tenasüp var, tecahül-i arif var, kinaye var, tariz var, tezat var, tevriye var, hüsn-i ta’lil var… Yok yok yani…

Sen seçim diyorsun, adam kiraz diyor. Sen seçim diyorsun; adam aydınlık diyor, karanlık diyor. Sen seçim diyorsun; adam iyiler diyor, kötüler diyor.

“Haziran ayı, aydınlık bir ay; güzel bir ay, karanlığın az ama aydınlığın en fazla olduğu bir ay…” Kolay mı bu tespiti yapmak, hangi babayiğit çıkar da bu tespiti yapabilir. Ufkumuz açıldı, bilgimiz arttı, dünyaya bakışımız değişti bir anda.

“Haziran ayı kiraz mevsimi, kirazların bol olduğu ay… Hepinize iyi haziranlar diliyorum.” tespiti peki öncekinden geri kalır mı? Adam, hangi ayda hangi meyvenin yetiştiğini, ne kadar yetiştiğini biliyor. Üstelik bize iyi haziranlar dileyecek kadar da nezaket sahibi…

Asıl bomba tespit, son tespit…

İyilerin kazandığı, kötülerin kaybettiği ay: HAZİRAN

“Haziran ayı iyilerin kazandığı, kötülerin kaybettiği bir ay ayrıca…”

Bakar mısınız şu tespite? Sonuçlar da adamı yüzde yüz haklı çıkarmadı mı?

Peki, sonuç? Ak Parti ve Reis kazandı mı? Kazandı. Kılıçdaroğlu, CHP ve Muharrem İnce kaybetti mi kaybetti. Haziran ayı iyilerin kazandığı, kötülerin kaybettiği bir ay olduğuna göre… O hâlde iyi kim, kötü kim?

Lügatinde mağlubiyet kelimesi olmayan büyük lider

Gerçi Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlüğünde “kaybetmek” yok. Sonuçlar ne olursa olsun, nasıl olursa olsun hep kazanandır o. Kaybettiğini düşünse o koltukta bir dakika oturmaz zaten.

Kaybetmeyen lider bulmuş CHP ve CHP’liler, hâlâ “Kılıçdaroğlu istifa!..” diyor bazı aklı evveller. Dünyada başka bir örneğini gösterin Kılıçdaroğlu tarzında bir liderin, biz de sizinle eylem yapalım.
%22'nin %42'den büyük olduğunu, %22 alan partisinin %42 alanı yenmiş olduğunu, kendini her seçimde tokatlayan liderin kendinden çok korktuğunu söyleyebilecek cesarete sahip başka bir lider bulamazsınız!.. Bulabilirseniz onu takip edin. Nankör olmayın!..

“Çıkmışsın yenmiş, çıkmışsın yenmiş; yenmiş de yenmiş, yenmiş de yenmiş.” demesine bakmayın siz Muharrem İnce’nin. Zahirde yenilmiş görünebilir ama o hiç yenilmemiştir.

Ha bir de koltuk sevdasında olanları partisinde istemiyor. Eğer ki girdiği on seçimden birini kaybettiğini düşünseydi, o koltukta bir dakika bile zinhar oturmazdı.

Atatürk’ü yediniz, İnönü’yü yediniz, Ecevit’i yediniz, Baykal’ı yediniz ama Kılıçdaroğlu’nu yedirmeyiz.

Dik dur eğilme, tüm AK Parti ve Reis yandaşları seninle!..

Hayır, bu seçim sonuçları kabul edilemez!..



ine bir seçim!.. Yeni bir seçim!..

Yine küçümsenenlerin küçümseyenlere haddini bildirdiği bir seçim!..

Yine CHP, Kemalistler, laikçiler ve stepneleri için mağlubiyet!..

Yine acı!.. Yine hayal kırıklığı!.. Yine ertelenen umutlar!..

Allah’ım bu acıya nasıl dayanılsın!.. Kolay mı bu mağlubiyet hissi altında ezilip inim inim inlememek!..

Aşağıladıkları kitleler tarafından her seçim döneminde aşağılık muamelesi görüp bir çuval gibi kenara atılmak duygusu katlanılabilir bir duygu mu?

Millete vekil olmak istiyorsun ama milletin asıl olduğunu kabul etmeyi zül addediyorsun. Asıl olana, yani millete efendilik taslamaya kalkıyorsun ama seçim dönemi gelince kimin asıl, kimin vekil, kimin kopya, kimin müsvedde olduğunu millet çok acı bir şekilde gösteriyor.

Hiçbir seçimden sonra aynaya bakıp öz eleştiri yapmıyorsun, kendine toz kondurmuyorsun. Kendinde olumlu hiçbir değişiklik yapmıyorsun ama milletin sana karşı tutumunu, duygusunu değiştirmesini umuyorsun.

Her seçimden sonra çalınan oy martavalı; akla ve mantığa aykırı, öncelikle kendi seçmeninin aklına hakaret, milletin zekâsıyla dalga geçme anlamına gelen bahaneler, algı operasyonları… Milletin tercihlerini şaibeli hâline getirme gayretkeşliği… Bir defa her sandıkta üyeler olduğu gibi partilerin müşahitleri var ve isteyen herkese seçim tutanakları veriliyor. Sandıktan gelen tutanaklar, bağımsız gözlemciler gözetiminde ve hâkim huzurunda YSK sitesine giriliyor. Bu seçim tutanakları daha sonra YSK’nin sitesinden kontrol edilebiliyor. Eğer bunlara rağmen sandık sonuçları üzerinde hile yapılıyor diyorsanız bir defa kendi adamlarınız dâhil o sandıktaki herkesi aptal, geri zekâlı yerine koyuyorsunuz. Bu kadar aptalca yalanı ve algı yönetimini kaç seçimdir kullanıyorsunuz. Bunun için harcadığınız çabayı milletin gönlüne girmek için gösterseniz tek başınıza iktidar olursunuz.

Bu seçimin favori yalanlarında biri uçucu mühür yalanıydı. Ben bu kadar aptalca ve beceriksizce üretilmiş bir yalan duymadım. Trafo-kedi muhabbeti bile buna göre çok daha zekiceydi. Vurulan mühür iki dakika sonra uçmuşmuş, aman dikkat edilmeliymiş. Bu yalanı yayan kişilerin başında kim geliyor? Ruhunu atmış ve ruhsuz kalmış meşhur Kemalist laikçi ablamız!..

Gerçi ben AK Parti’nin uçucu seçmen bile kullandığını düşünüyorum. Ya hu kabine giren seçmenin verdiği oyla uğraşana kadar kabine girecek seçmenin kalbine girmeye uğraşsanız tüm sorunlar çözülecek sizin açınızdan!..

Bu yalandan daha aptalca olanı da CHP için vurulan mührün kayıp Recep Tayyip Erdoğan ismi üzerinde sabit kalıp kuruması yalanı… Yalan üretirken daha zeki adamlara ürettirin lütfen… Dağdaki bir çobanı bulun milletin inanabileceği, akıl ve mantığımızla dalga geçilmeyen yalan bulsun size!..

Bir de AK Parti seçmenine “zekâsız” diyen eski milliyetçi, halk kadını(!) vardı. Onu da yazdık!.. Kendinden farklı düşünenlere, kendini desteklemeyenlere “zekâsız” diyen, zekâ özürlüler, yok olmaya ve siyaset sahnesinden silinmeye mahkûmdur!..

Ne olur olumlu muhalefet yapmayı öğrenin!.. Olumsuz muhalefete milletin prim vermediğini görün!..

“Çıkmışsın yenmiş, çıkmışsın yenmiş; yenmiş de yenmiş, yenmiş de yenmiş!..” tekerlemesini daha çok söylersiniz bu kafayla.

Köprüden önceki son çıkış, aman kaçırmayın!..



Bakın yarın seçim var... Siz hâlâ kararınızı veremediyseniz size yardımcı olayım... Zira köprüden önceki son çıkıştayız... Beni dinlediniz dinlediniz, sonra başka çıkış şansınız olmayacak ve köprüyü geçene kadar -beş yıl boyunca- ayıya dayı demek zorunda kalacaksınız... O zaman ben size bir resim çizeyim, kararı siz verin:

Şöyle geriye baktığımda ne büyük sorunlarla boğuşmuşuz. Çözümü o kadar basit meselelerde biz millet olarak ne büyük sıkıntılara katlanmışız. Biz müstahakız demek ki bu sorunları yaşamaya. Yüce rabbimin büyük, eşsiz bir lütfu olan yanı başımızdaki değerlerin farkında olma sen… Hâlbuki şak diye söylenen sorunu tak diye çözüme kavuşturacak bir Kılıçdaroğlu, İnce, Akşener, Demirtaş, Temel emmi nasip etmiş yüce Mevlam bize… Hanginizi kendinize yakın buluyorsanız onu seçin, diğerleri arkanızda olacak!.. Bugüne kadar yaşadığımız her sorunun tek kaynağı, çözümü bu dâhilerde aramamış olmamızdır. Bu konuda şaka falan yaptığımı sanmayın, alınırım valla. Artık bu kanaate vardıktan sonra bir tüy gibi hafifim… Tüm dertlerimi unuttum. Ülkemin geleceği adına tüm endişelerim hidrojen gazı ile doldurulmuş balon gibi uçtu gitti. Artık siz de açın gözünüzü, dertlerinizden kurtulun!..

Birikmiş borçların varmış, faturalar çok geliyormuş, ne gam! Çözüm Kılıçdaroğlu!..

Onlarca yıldır çalışıyorsun bir evin bile yok mu? Dert etme! Temel sağlam, emmime güven sen!..

Ülkede anarşi sorunu mu var? Takma kafana! Demirtaş çözer!..

Güçlüler, güçsüzleri mi eziyor? Akşener'i bilmiyor onlar!..

Tavuğunuz yumurtlamıyor mu? Artık altın yumurtlayacak; eski öğretmen, yeni çiftlik sahibi Muharrem İnce'ye bırakın!..

Sevdiğiniz kız size "abi" mi dedi? Bundan böyle "tabii" diyecek...

Ülkeden burnunuza kötü kokular mı geliyor? Burnunuz, o kokuya alıştırılacak!

Nasıl mı? İşte olmadı yine! Başta o kadar girişi boşa mı yaptık? Her derdin devası, gönüllerin sefası, muhalif liderlerimiz sayesinde tabii ki!.. Bize söyleyemeseler de dile getiremedikleri, kendilerinden bile sakladıkları çözüm önerileri var. Hâlâ kaynak ve proje sorarsanız çok bozulurum.

Siz CHP’yi her sorunun kaynağı, Kılıçdaroğlu’nu sermayenin oyuncağı, Kemalizmi terakkiye ayak bağı; Akşener'i FETÖ'nün Truva Atı, Demirtaş'ı terör örgütünün taşeronu, Temel emmiyi Erbakan Hocamızın kemiklerini sızlatan mirasyedi görüyorsanız siz iflah olmazsınız.

En azından Demirtaş'a, barışın ve huzurun teminatı partisine atın oyu, o da size molotof nasıl atılır öğretsin. Kendi kardeşlerin nasıl katledilir, halkların kardeşliği deyip Hakk'a ve halka nasıl düşman olunur, ufacık çocuklar dağa nasıl kaldırılır, barış güvercini görünüp leş kargası nasıl olunur uygulamalı anlatsın!..

Bütün bu sözlerim hâlâ sizi temin ve tatmin etmediyse şayet, alternatifim var. Ama bu partiye oy verirseniz şu felaketlere hazır olun:

Paranızdaki gereksiz sıfırlar atılarak matematiğinizi geliştirmenizin önüne geçilir.

Okullara, devlet dairelerine başörtülüler alınıp kamusal alanın namusu kirletilir(!)

Evinize kadar doktor gelip sizi muayene eder, hasta olma zevkinden sizi mahrum bırakır.

Yerli uçağınız, helikopteriniz, uçak geminiz, otomobiliniz olur; böylece sizin Avrupalı ve Amerikalılarla ortak özelliklerinizin azalmasına sebep olup onlara gıptayla bakmanızın önüne geçilir.

Binlerce kilometre bölünmüş yol yapılır, rahat rahat kaza yapma şansını kaybedersiniz.

Her ile havaalanı yaparak uçağı havada görmeye alışmış biz orta sınıfa uçağa binme imkânı verip gözümüzün yükseklere çıkmasına sebep olur.

Üçüncü havaalanı, üçüncü köprü, Marmaray vb. hizmetlerle çıta yükseltilerek kibrimizin artmasına; hızlı trenlerle göçün hızlanmasına sebep olur.

Üç kuruş için IMF ve Dünya Bankasına el açmaya alışık tevazu sahibi devleti; şimdi onlara borç verebilecek, yoksul ülkelere sınırsız yardım edebilecek duruma getirerek kibirli bir devlete sahip olmanıza yol açar.

Bunların bize yaptığı kötülükler(!) saymakla bitmez ki!..

Bütün bu sözlerim sizi temin ve tatmin etmediyse şayet, alternatifim kalmadı maalesef...

Ama hep bunlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve kadrosunun suçu!.. Beklentileri artırdılar, çıtayı çok yükselttiler. Beklentileri karşılayabilen var, karşılayamayan var; o çıtadan atlayabilen var, atlayamayan var! Vermeyince Mabud, ne yapsın Kılıçdaroğlu, İnce, Akşener, Demirtaş ve Bilge Başkan(!) Temel emmi!!!

O zaman Erdoğan istifa ya da oylar AK Parti'ye ve Reis'e!.. Sonuna kadar onlardan istifade...

Benden söylemesi köprüden önceki son çıkışı kaçırmayın... Sonra çok vurursunuz başınızı taşlara... Köprüyü geçene kadar -beş yıl boyunca- ayıya dayı demek çok zor gelir size...

CHP'nin icraatları saymakla bitmez, ne demek iki icraatını sayamamak?



ir televizyonun muhabirlerinden biri, vatandaşları çevirip hangi partiye oy vereceğini soruyor. CHP cevabını alınca da "Bana CHP'nin iki icraatını sayar mısın?" diyor. Tık yok!.. Bu defa, "Bir tanesini söyleyin." diyor. Yine tık yok. "Ah evladım, çok sıkıştırıyorsun, çok zor soru sordun!.. Sayamam; yerim dar, genim dar!.." deyip duruyor, teşbihte hata olmasın ama iğne yemiş it gibi kıvranıyorlar.

Sorunun sorulduğu kişiler de öyle dağ başında yaşayıp okuma yazma bilmeyen, cahil diye küçümsedikleri, hor gördükleri köylü Hatce teyze, Hüsne hala, Ökkeş emmi, Iramazan dayı falan değil ha!.. CHP'nin ve CHP'lilerin okumuş, çağdaş, modern diye övdükleri; Türkiye'ye rol model olarak sundukları tam Kemalist, laik, Batıcı tipler!.. Yerler ise Beşiktaş sahili, Bakırköy Özgürlük Meydanı vb. yerler.

Ekran başında çıldırıyorum. "Yuh olsun, bu nasıl CHP'li? Ben bir çırpıda yüzlercesine sayarım." diyorum. Aklıma gelenlerden hemen size bir liste yapayım:

TC'nin dini İslam'dır maddesinin Anayasa’dan çıkarılıp yaklaşık on yıl sonra Fransız laikliğinin Anayasa’ya konulması...

Harf devrimiyle(!)milletimizin tarihiyle irtibatının koparılıp âlimlerinin bir gecede cahil bırakılması...

Kılık Kıyafet Kanunu çıkarılarak insanlara zorla belli kıyafetlerin dayatılması...

Şapka Kanunu çıkarılarak belli Yahudi ailelerin zengin edilmesi, şapka giymeyi reddeden yüzlerce insanının, İskilipli Atıf Hoca gibi âlimlerin idam edilmesi ve şehirlerin bombalanması...

İstiklal Mahkemeleri kurularak özellikle üç meşhur Ali eliyle binlerce insanın idam edilmesi, suç isnat edilemeyenlerin ise önce asılıp sonra suç bulunması...

Kuran okumanın okutmanın yasaklanıp öğrenen ve öğretenlerin en ağır şekilde cezalandırılması...

İbadet dilinin zorla Türkçe yapılmak istenmesi ve ezanın Türkçe’ye çeviriyoruz denilerek ucubeleştirilmesi...

Başta selâtin camileri olmak üzere binlerce caminin depoya, ahıra çevrilmesi; birlerce caminin satılması, yıkılması...

İstanbul'un Fethi'nin sembolü Ayasofya Camii başta olmak üzere birçok caminin müzeye çevrilmiş olması ve bu ayıbın hâlâ devam ediyor olması...

Açık oy, gizli sayım gibi dünyada eşi benzeri görülmedik bir seçim yapılması ve CHP il başkanlarının vali yapılması...

Her türlü tuzağa, kumpasa rağmen iktidara gelip milletin teveccühünü kazanan ve normal seçimle iktidardan indirilemeyen Başbakan'ın ve bakanların darbeyle indirilip asılması...

Ülkede İslam'a ait ne kadar kurum varsa baskı altında tutup İslam'ın gereği ne kadar uygulama varsa yasaklayıp İslam'ı sosyal hayattan ve milletin gönlünden silme çabası...

Başörtüsü yasağı gibi ucube bir yasağın mucidi olup en sıkı şekilde uygulanmasını sağlayıp binlerce insanımızın mağdur edilmesine ve hayata küsmesine sebep olunması...

28 Şubat gibi bir sürecin başlamasına, İslami hassasiyet sahibi insanların fişlenip namaz kılan ve başörtüsü takan memurların işinden, askerlerin ordudan, başörtülü gencecik kızların okuldan atılması gibi yüz yıl geçse de unutulması mümkün olmayan bir sürü gayriinsani yasakların hayata geçirilip savunulması...

Terör örgütlerinin ve temsilcilerinin muhatap kabul edilip onlarla iş birliği yapılması ve ülkemizin sürekli Batı'ya şikâyet edilmesi...

Şimdi bu kadar icraat içinden sadece ikisini bile sayamayan CHP'liye kızmakta haksız mıyım?