4 Haziran 2017 Pazar

Yiğit ölür, şehit olur; kalleş ölür, leş olur

Bu defa yüreğimizi yakan, bizi üzüntülere duçar eden haber Şırnak'tan geldi.

Tam 13 yiğit, dile kolay 13 kahraman şehadet şerbetini içti.

Sayılar, rakamlar ne kadar soğuk, ne kadar itici geliyor böyle bir haberi okurken ve verirken...

13 yiğit, 13 şehit; tüm Türkiye şahit!..

Sosyal medyada şu mesajla karşılaştım: 13 şehit, 80 milyon yaralı!..

Durumu çok güzel ifade etmiş gerçekten...

O kahramanlar, yiğitler şehit oldu; inşallah Peygamber Efendimiz'e (sav) komşu olacaklar.

Onların bir kaybı yok, onlar asıl şimdi kazandı; kaybeden biziz, üzülen biziz, kahrolan biziz!.. Yiğitlerimizi kaybettik, eşimizi kaybettik, oğlumuzu kaybettik, kızımızı kaybettik, babamızı kaybettik!.. Tesellimiz, inancımız; tesellimiz Allah'ın ayeti, Rabbimizin sözü:

"Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz hissedemezsiniz." (Bakara 154)

Biz de inanıyoruz ki bu güzel insanlar, bu vatan, millet için Allah yolunda güzel bir sonla Hakk'a yürümüşler, şehit olmuşlardır; Rabbim, şehadetlerini kabul eylesin!..

Buraya kadar tamam da bir de madalyonun diğer tarafı var. Nedense böyle kazalardan sonra içimizde büyük bir şüphe alevleniyor, bunların kaza olduğuna inandıramıyoruz kendimizi.

Eşref Bitlis, Muhsin Yazıcıoğlu da kazaya(!) kurban gitmişti; onların da kaza olduğuna inan/a/mıyoruz hâlâ!..

Bu olayın da bir kaza olduğu konusunda sol yanımız mutmain değil nedense!.. İçimizde zalim bir şüphe var yine.

Ne diyordu şair:

"İçimdeki şu zalim şüpheyi kaldır, ya sen gel ya beni oraya aldır."

İçimizdeki şu zalim şüpheyi kaldıracak açıklamalara, ya da bu şüpheye sebep olan mihrakların yer ile yeksan edildiği günleri görmeye ihtiyacımız var.

Son günlerde Manisa'da da askerlerimizin çeşitli rahatsızlıklarla toplu şekilde hastaneye kaldırılması, arkasından Şırnak'taki bu kaza olayı üst üste gelince olayları pek normal karşılayamıyoruz.

15 Temmuz gibi büyük bir travmayı atlatmış bir millet olarak artık içimizdeki hainlere karşı daha öfkeli ve onların ihanette sınır tanımayacağını bildiğimiz için de sürekli teyakkuz hâlindeyiz.

Artık bu hainlere karşı daha ciddi, daha sonuç alıcı tedbirler alındığını ve PKK'sı, FETÖ'sü bilumum terör örgütü üyelerinin ibretlik cezalar aldıklarını ve ibretlik akıbetlere duçar olduklarını görmek istiyoruz.

Bir yiğit şehit olmuşsa, yüzlerce kalleş leş olmalı... Ki içimiz soğusun, yüreğimizin yangını sönsün!..

FETÖ üyelerinin mahkemelerdeki lakayt tavırlarına, milletle dalga geçen hâl ve tavırlarına, aklımızla dalga geçen savunmalarına birileri dur demeli!..

Birileri bu kalleş, hain ve lainlerin arsızca hâlâ meydanda at koşturmalarına son vermeli ve yüreğimizin yangınını söndürmeli...

Yoksa biz şehit verdikçe, o hainler ortalıkta böyle cirit attıkça millet olarak sakin olmamız mümkün değil.

Dağda yuvalanan ve bağımızda dolanan kalleşlerin leşlerinden başka hiçbir şey bizi tatmin etmeyecek.

Allah devletimize zeval vermesin, milletimize sabır versin, Mehmetçiğimize güç kuvvet versin!..

İstanbul’un Fethi ve Ayasofya

29 Mayıs 2017'de İstanbul'un Fethi'nin 564. yılını kutladık. İstanbul'un Fethi, şüphesiz ki Türkler açısından da İslam dünyası açısından da dünya tarihi açısından da çok önemli bir hadisedir.

İstanbul'un Fethi ile âşık maşukuna kavuşmuş; Fatih Sultan Mehmed, hayallerini süsleyen, rüyalarına giren İstanbul'u fethetmiştir. Böylece Peygamberimizin (sav) övgüsüne mazhar olmuştur.

Bu fetih ile Konstantinopolis, İslambol olmuş; Hristiyan dünyası için karanlıklar çağı olan Ortaçağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştır.

Fatih Sultan Mehmed Han; bu fetihteki rolü, inancı ve cesareti ile akıl ve mantık sınırlarının inanç için, inanan insan için çok dar olduğunu tüm cihana göstermiştir. Akıl ve mantıkla izah edilemeyecek, cesaret edilemeyecek işlere imza atarak ve sürekli ordusunun azmini, cesaretini canlı tutarak fethin gerçekleşmesinde çok büyük bir rol oynamıştır.

Fetih gerçekleşip şehri teslim aldıktan sonra yaptığı ilk işlerden biri fethin sembolü olarak Ayasofya'yı camiye çevirmiş, ilk cuma namazını Ayasofya Camii'nde kılmıştır.

İşte fethin sembolü olan bu Ayasofya, uyduruk belgelerle, uyduruk bir bakanlar kurulu kararıyla önce tadilata alınmış, sonra müzeye çevrilmiştir. Hâlbuki Fatih Sultan Mehmed Han; bu durumu öngörmüş, böyle bir tehlikeyi, ihaneti sezmiş olmalı ki Ayasofya ile ilgili aşağıdaki vasiyetnameyi yayımlamıştır:

"İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir."

Şimdi fethin sembolü olan Ayasofya mahzun, Ayasofya yasta!.. Abdestle girilip 7/24 Kuran'la şenlenmesi gereken bu kutsal mabed; şu anda biletle girilen, ayakkabıyla çiğnenen, Kur’an yerine malayani sohbetlere ev sahipliği yapan bir taş yığını hüviyetinde...

Ayasofya bu hâldeyken bizim büyük ve güçlü ülke olduğumuzu, İslam dünyasının önderi olduğumuzu söylemek, abesle iştigaldir. Bundan önce öne sürülen bahaneler, mazeretler halk nezdinde kabul görüyordu. Ancak -hamdolsun- ülkenin geldiği nokta, ülkemizi 2002'den beri yöneten AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan gerçeği ortadayken artık hiçbir bahane, Ayasofya'nın kapalı olmasını, müze olarak hizmet vermesini mazur gösteremez.

Bu saatten sonra Ayasofya'nın açılması için gerekli adımları atmayan siyasi irade de, Müslümanlar da Fatih Sultan Mehmed'in bedduasının muhatabıdır ve Allah, elimizdeki nimetleri, verdiği imkânları alırsa nedenini başka yerde aramayalım.

Haydi Müslümanlar, kavli duadan fiili duaya geçme, ses verme vaktidir; Ayasofya'nın zincirlerini kırma, Ayasofya'yı özgürlüğüne kavuşturma vaktidir.

Haydi Reis!..

Ramazan geldi; herkes ve her şey hazır mı?

Mübarek on bir aydan sonra daha mübarek olan ramazan ayı geldi. "Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan!.." diyoruz biz de... Rabbim, tutacağınız oruçları, yapacağınız ibadetleri, edeceğiniz duaları şimdiden kabul eylesin. İnşallah affolunmuş, mağfiret edilmiş kullarından oluruz.

Ancak Ramazan için geleneksel olarak yapılan bazı hazırlıkların yapılıp yapılmadığından emin değilim, onun için bir yoklama çekmem gerekiyor. Bakalım ülke, millet olarak Ramazan için yeterince hazır mıyız? Eksiklerimiz varsa ben hatırlatmış olayım, tez elden eksiklikleri tamamlansın!..
Doğan Medya Grubu'nun -özellikle de Hürriyet- hangi günlerde, hangi il, ilçe ve meydanlarda oruç tutmadığı için dövülen insan haberinin yapacağı kararlaştırıldı mı? Özellikle muhafazakârlığı ile bilinen, AK Parti'nin çok yüksek oy aldığı yerlerin seçilmesine dikkat edildi mi?
Ertuğrul Özkök, "mahalle baskısı" söylemini yine diline dolamaya hazır mı? Pop-sosyolog olarak hem şarap içip hem mini etek giyip hem rahatça yiyip içip namaz kılıp oruç tutulabileceğini ispatlamak için örneklerle gündem oluşturmak için gerekli çalışmaları yaptı mı?
CHP, Cumhuriyet, Halk TV vb. için "Şeriat geliyor!.." propagandası yapıp "dindar" insanları öcü olarak gösterip "dini dar" insanları korkutacakları tiyatro hazır mı? Kullanmak için piyasaya sürecekleri pavyonlardan, meyhanelerden toplayıp yetiştirdikleri(!) sakallı, cüppeli, çarşaflı şarlatanlar emre amade mi?
TV'lerde her yıl tekrarlanan ağızlara sakız olan, "Sakız orucu bozar mı? Karımı öpsem orucum bozulur mu? Orucu içkiyle açsak olur mu? Oruçluyken dişlerimizi fırçalayabilir miyiz?" vb. saçma salak soruları soracak asalaklar ayarlandı mı?
Yaşar Nuri Öztürk vefat etti malum, yerine biri bulunup Zekeriya Beyaz vb. milletin aklıyla, zekâsıyla alay edip dinî değerlerini, inançlarını hafife alacak Beyaz Türkler’in ve sanat ve sosyete camiasının kıymetli hocaları(!) ayarlanıp hangi TV'lerde boy gösterecekleri kendilerine iletildi mi?
Milleti TV'lerin başına kilitleyip millete salya sümük bir şekilde dini anlatarak ağlatacak, zırlatacak, bir ayda milyonları cebine koyup hem dünyasını hem de ahiretini kurtaracak(!) bol bol reklamını yapıp Allah rızası için bir yere çağrıldığında en lüks oteli, en lüks arabayı, bir saatlik sohbeti için on binlerce lirayı talep edecek, veremeyenlere vakti olmadığını söyleyecek; itibarı çok, insafı yok hocalar da hazır mı Ramazan’a?
Ya belediyelerimiz??? Ramazanı ibadet ve arınma değil de vur patlasın çal oynasın eğlenme ayı olarak gören, meydanları karnaval alanına çevirme konusunda uzman olan belediyelerimiz, hazırlıklarını tamamladı mı? Aman bu ramazanda diğer ramazanlardan az eğlendirmeyin milleti, Allah'ın rızasını(!) kazanamazsınız sonra!.. Ha bir de özellikle Ramazan’la, oruçla, Müslümanlar’la, İslam'la, inancımızla sorunlu olan sanatçı bozuntularını seçip onları ihya etmeyi de sakın ihmal etmeyin!..
Asgari ücretle geçinen Ali Amca, köylü Recep Dayı, temizlikçi Ayşe Abla siz hazır mısınız ramazana? İftariyelik alabildiniz mi? Bayramda çocuklarınıza bayramlık alabilecek misiniz? Sizi lüks iftar sofralarına çağıracak bir Müslüman var mı çevrenizde? Yok mu? Boş verin olmasa da olur, sizi görüp gözeten, ibadetinizden haberdar olan bir Rabbimiz var şükür ki!..

*Lütfen, "dini dar"ların "dindar"lara din konusunda ahkâm kesip manevi atmosferimizi kirletmesine bu ramazan izin vermeyelim ne olur!..

Mübarek Ramazan, sizleri de mübarek kılsın!..

Allah belanı versin FETÖ

FETÖ, önce maneviyat hırsızlığı yaptı; insanlarımızın saflığını, samimiyetini, inancını kullandı ve insanlarımızı sömürdü. Sonra maddiyat hırsızlığına da başladı; insanlarımızın parasını, evini, arsasını çaldı; musallat olduklarının posasını çıkardı. Elini veren kolunu da kaptırdı, kurtulması mümkün olmadı; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Ağlak, şarlatan hocasıyla insanların duygusunu sömürdü; insanlarımızı soyup soğana çevirdikçe kendileri semirdi, çok zaman pot kırıp çamlar devirdi ama saf insanımız hep bir tevil getirdi. Nasıl bir yapılanmaysa her kesimden insanı dize getirdi, ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Kâh dinî cemaat oldu kâh iyilik hareketi, girdiği her yerden aldı götürdü bereketi; insanları kandırdı yapmacık nezaketi, takiyecilikti en büyük meziyeti, kullandı hizmeti topladı himmeti, şimdi tatmaya başladı hezimeti; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Himmeti yükledi Müslüman'a, yaptı hizmeti İsrail ve Amerikan'a; kendisi muhtaç zavallı Anadolu insanı çoğu istemeyip kanaat ederken aza, oluk oluk parayı akıttı CIA uşağı bir papaza; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

İçkiye, kumara, zinaya bile verildi fetva; tabandakiler hizmet ediyoruz diye çekerken cefa, hainin büyüğü olan tavandakiler daima sürdüler sefa, alttakiler de sorgulamadı ki kardeşim bir defa!.. Bunamış, şeytanlaşmış şarlatanın tükürüklü mendilinden, donundan beklediler şifa!.. Lanetullah inşallah yakında olacak müteveffa; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Dine, Allah'ın rızasına aykırı işlerle dine hizmet ettiklerine, tek gayelerinin Allah'ın rızası olduğuna inandırdılar ekseri halkı; ipliklerini pazara çıkarıp haykırmışsa biri HAKK'ı, dünyası dar edildi, her türlü zulme müstahaktı. Çok ah aldı, çok can yaktı; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Fakirle işleri olmazdı, hep zenginle çalıştı; vermek nedir bilmezlerdi, almaya çok alıştı; hiç umurlarında olmadı helal haram birbirine karıştı, kâfirle hep dost olup Müslüman'la savaştı. Müslüman'dan her geçen gün uzaklaştı, İslam düşmanlarına yanaştı ha yanaştı; ihanette zirveye ulaştı, küffarla kaynaştı ha kaynaştı. Hocaları(!) köpük partilerinde karı kızla oynaştı, ama yine de ihlâslı Müslüman(!) olarak aramızda dolaştı; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Binlerce insana kumpas kurdu, insanları ailelerinden vurdu; anayı kızından, babayı oğlundan ayırdı; hak yedi, kendinden olanı kayırdı, sorsan yaptıkları insanlık için hayırdı, tüm ülke onlar için otlanacakları çayırdı; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Bir darbe planladı ülkede, kendi Amerika'da eli Türkiye'de... Binlerce insanımız oldu gazi, onlarca insanımız şehit; her şey göz önünde kör gördü, sağır duydu, dilsiz söyledi, Ümmet-i Muhammed şahit; şimdi bunu bile reddediyor Amerika beslemesi it; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Ağa babalarının çoğu kaçtı, kimi Amerika'ya, kimi İsrail'e, kimi Almanya'ya uçtu. Yapılanlar idamlık suçtu, bunu hazmetmemiz güçtü, binlerce insan hapislere düştü; ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

At izi it izine karışmışken şimdi devletimize düşen; hapislere atılıp çocuğundan, ailesinden ayrı düşen kadınları, anneleri, küçük memurları, olayların içinde doğrudan yer almayanları bir şekilde tutuksuz yargılayıp zihinlere düşen mağduriyet algısını ortadan kaldırmaktır. Bu FETÖ, içimizde yaşarken insanlarımızın başına belaydı; mağdur ve mazlumlar ordusu oluşturmuştu. Şimdi yok oluyor ancak yok edilirken de bela olmaya devam ediyor, hâlâ mağdurlar ve mazlumlar ordusu oluşturuyor. O zaman son bir defa aşkla tekrar ediyoruz:

ALLAH BELANI VERSİN FETÖ!..

Ana, gezindiğin bağdır; baba, yaslandığın dağdır

Nüfus cüzdanının yalancısıyım ama yıllar önce bugün dünyaya gelmişim, anama çektirdiğim çileler bugün başlamış. Köyde doğduğum ve nüfus cüzdanım yıllar sonra çıkarılmış olduğu için bugünün doğru olma ihtimali yok gibi!.. Doğduğum bölgede Ferhat ismi hiç yok ama babam, Ferhat ile Şirin hikâyesinden hareketle Ferhat gibi kahraman olup gerektiğinde bir Şirin için dağları delsin diye sanırım ismimi Ferhat koyuyor.

Bizden bir kahraman çıkmadı, ortalama bir Türk insanıyız ama anam ve babam benim kahramanlarımdır. Rabbim, onlara sağlık, sıhhat, afiyet ve hayırlı uzun ömür versin. Bu yaşıma kadar yanlarında pek bulunamadım, gerek eğitim hayatım gerekse sonraki iş hayatım dolayısıyla hep onlardan uzak kaldım. Ancak özellikle çoluk çocuk sahibi olduktan sonra anam ve babama duyduğum sevgi, saygı katbekat arttı. Onların var olduğunu bilmek bana müthiş bir güç veriyor, biliyorum ki başım sıkışsa dönüp derdimi anlatabileceğim, duasını alacağım bir anam, gölgesine sığınacağım bir babam var. Rabbim, yokluklarını göstermesin; herkese ana ve babasıyla hayırlı uzun ömür versin.

Bu yazıyı yazma sebebim, malum olduğu üzere geçen hafta kutlanan Anneler Günü ve haziran ayı ortalarında kutlanacak olan Babalar Günü!..

Ben hiç Anneler veya Babalar Günü kutlamadım, hatta sonradan ihdas edilmiş olan tüm günlere alerjim var!.. Bir şeye, bir gün tahsis edildiği zaman o gün iple çekiliyor ve o gün dışında o şey unutuluyor. Bir de bana özel olan şeyleri, neden başkalarının belirlediği ve umuma açılan günlerde kutlayayım? Ben özelim, ben kendim karar verebiliyorum kime ne kadar değer vereceğime, ne zaman, ne alacağıma veya almayacağıma!.. Hele de normal günlere göre katlanmış fiyatlarla enayi yerine konulmak hiç bana göre değil.

Anneler Günü'nde paylaşılan abartılı, samimiyetten uzak mesajları, gösterişli hediyeleri gördükçe bugünler hakkındaki olumsuz düşüncem daha da pekişiyor. Herkes ana ve babasını bu kadar çok seviyorsa huzurevlerindeki bu ana ve babalar kimin anası ve babası? Evlatlarının hepsi bir yerlere gittiği için evinde tek başına yaşamak zorunda kalan, öldüğünde kimsenin haberi olmayıp apartmanı koku sarınca öldüğü anlaşılan bu yaşlı insanlar neyimiz oluyor? O kadar evladı olup da hiçbiri bakmadığı için düşkün vaziyette sokaklarda kalan bu yaşlılar kim?

Bir de herkes, anasını ve babasını çok sevdiğini, onlara aldığı hediyeleri Facebook, Twitter, Instagram’da paylaştığına göre herkesin anası ve babası sosyal medya bağımlısı ve sürekli İnternette geziyor. Analar ve babalar çok değişti çok(!)

Ortaokulda din kültürü öğretmenimiz, "Genç bir hanım öğretmen arkadaşımız var. Her gün abartılı bir şekilde annesini anlatıyor. Ama bayramlarda bile annesinin yanına gitmeyip tatile gidiyor. Yine bir Anneler Günü'nde annesinden bahsederken 'Benim annem yok.' dedim. 'Ya çok üzüldüm, öldü mü?' deyince 'Hayır, benim annem yok ama anam var: Fırsat bulduğum her an, bayramlarda tatil beldeleri yerine yanına koşar, elini öperim.' demiştim ve çok bozulmuştu, o günden sonra annesinden bahsedememişti." şeklinde bir anısını anlatmıştı.

Lütfen bizler de sosyal medyada, orada, burada anne baba sevgisinden bahsedip onlara aldığımız hediyeleri teşhir edene kadar onları gerçekten çok sevip sevgimizin gereğini yapalım. Başımızın üzerinde taşıyalım, hayatımızın merkezine koyalım onları!..

Lütfen anamızı ve babamızı yalnız bırakmayalım!..

Tüm darbeciler, masum, mazlum ve kahramandır; madalya takılmalı!

"15 Temmuz Darbe Girişimi"nin üzerinden dokuz aydan fazla zaman geçti. O alçak darbe girişimini planlayan, girişime iştirak eden, destek veren hainler ise bir bir yargılanmaya başladı. Tabii asıl elebaşları, beyin/siz takımı, İsrail beslemesi, Amerikan uşağı olanlar hâlâ Batı kapılarında yal/l/anmakla meşguller!.. Salyalarını akıtarak onlardan gelecek bir kemiği ve daha sonraki ihanetler için verecekleri emri bekliyorlar.

Bugünkü asıl konumuz, şu anda yakalanıp hapse tıkılmış ve yargılanmaya başlamış haysiyetsiz hainler!.. Bu memlekette içtikleri su, aldıkları her nefes haram olan şahsiyetsiz hainlerin mahkemelerde yaptıkları savunmaları duydukça kanım donuyor.

Sanki darbeye kalkışmamışlar, 249 kişinin şehadetine, binlerce kişinin gazi olmasına, ülkedeki güven ortamının kaybolmasına hizmet etmemişler gibi saf, masum, vatansever ayaklarına yatmaları yok mu? İnsan çıldırıyor, bu yaratıkların pişkinliği karşısında kahroluyor.

Cumhurbaşkanı’nı almaya giden eski general, görevinin Cumhurbaşkanı'na refakat etmek olduğunu, onu sağ salim Ankara'ya getirmekle görevli olduğunu söylüyor. Kesinlikle suikast gibi bir görevinin olmadığını ekliyor. Olayın emir komuta zinciri içinde olduğunu düşündüğünü söylüyor. Hatta kendilerinin tuzağa düşürüldüğünü, bu sebeple Cumhurbaşkanını alamadıklarını söylüyor. Tez elden tuzağa düşürenler yakalanıp idam edile, bu general bozuntusu ise serbest bırakılıp kendisinden af dilenile!.. Allah'ım bize sabır ve metanet ver!..

Timde yer alan astsubay Kuzu, utanmadan mahkemeden bir doların kendisinde koleksiyon için bulunduğunu ve iade edilmesini istiyor. Pişkinliğe bak!.. Rabbim, sana geliyorum!..

Ömer Halisdemir'i şehit eden terbiyesiz, yaptığının nefsi müdafaa olduğunu, kim olsa aynı şeyi yapacağını söylüyor. Neredeyse "Asıl Ömer Halisdemir suçlu, mezardan çıkarın asıl onu yargılayın." diyecek. Bunlar, hâlâ konuşturuluyor, savunma adı altında hâlâ propagandalarını yapıyorlar. Koskocaman generallerin, albayların, yarbayların, subayların darbe girişiminden haberleri yok ve o gün hiçbiri basını takip etmemiş, yaşananları hiç anormal karşılamamışlar. Kendi silah arkadaşlarını, vatandaşlarını, hükûmet yetkililerini derdest etmek, vurmak, öldürmek hiçbirine anormal gelmemiş; hepsi yaptığının askerî bir görev olduğunu düşünmüş.

Kars ve Ardahan'da tüm askerler sokaklara çıkmış, kamu binaları kuşatılmış, tanklar yürümüş; başındaki general hâlâ darbe olduğunu düşünememiş. Üstelik de darbeciler tarafından sıkıyönetim komutanı olarak görevlendirilmesine rağmen... Daha da ötesi mahkeme başkanının, "Fetullah Gülen sizce terörist midir?" sorusuna "Devletim öyle diyor." diye cevap veriyor. Yani bunca yaşananlara rağmen, o Lanetullah'ı terörist olarak nitelendiremiyor. Çok saygılı ve ince düşünceli adam(!) vesselam, dili varmıyor hiç kimseye terörist demeye!..

Birçoğu da darbenin emir komuta zinciri içinde olduğunu düşündüğü için iştirak ettiğini söyleyerek savunma yapıyor. Bu nasıl savunma ya hu!.. Emir komuta zinciri içinde olunca darbe yasal ve koskocaman subayların da koyun gibi buna uyması normal mi oluyor?

Daha fazla eziyet etmeyelim bu masumlara, mazlumlara; salıverelim gitsin!.. Hatta hepsinden özür dileyelim, içeride kaldıkları süreler için yüklü tazminatlar verelim, 15 Temmuz'daki hizmetlerinden dolayı madalyalar takalım bu kanı bozuk darbecilere!..

Mahkeme başkanlarının bunların saçmalıkları karşısında çok yumuşak olmalarını, onları sıkıştıracak sorular sormamalarını, onların pişkinlikle söylediği her sözü ağızlarına tıkıp bir daha konuşamayacak hâle getirmediklerini gördükçe daha da öfkeleniyorum.

Ey mahkeme reisleri, siz normal insan yargılamıyorsunuz!.. Kendi vatandaşlarını şehit etmiş, kendi meclisini bombalamış, kendi ülkesini Batı'ya peşkeş çekmeye kalkmış Lanetullah'ın köpeklerini, hainleri, darbecileri yargılıyorsunuz!.. Ona göre davransanız diyorum!..

CHP’nin ölüm kalım mücadelesi ve CHP’ye hayat verecek öneriler

CHP’ye ve CHP’nin içinde bulunduğu duruma ve ona umut bağlamış CHP’lilere ne kadar üzülüyorum anlatamam!.. Hele ki seçim zamanı geldiğinde… Seçim, muhalefetteki bir parti için iktidar umudu olur; gel gör ki CHP için durum hiç de öyle olmuyor. Ne zaman seçim olsa CHP, biraz daha geriliyor. Bu seçimi nasıl olur da daha az hasarla atlatırız, nasıl olur da daha az fark yiyerek seçimi atlatırız telaşı başlıyor CHP’de…

Seçim sonuçlanınca da beklenen tartışma başlıyor: Kurultay!.. Tüm seçimleri kaybeden genel başkan, büyük bir atak geliştirerek kurultayı yine kazanıyor ve muzaffer bir komutan edasıyla bir sonraki seçime kadar CHP’yi yönetiyor. Seçim dönemi gelince başlıyor başkan için yine sancı ve karın ağrısı!.. Hafife almayın bu karın ağrısı çekilir gibi değil, bu sancıya benim diyen insan katlanamaz!..

Bu kısır döngüden CHP’nin bu şartlarda kurtulması da yakın zamanda pek mümkün görünmüyor. Millet, CHP’yi ve CHP’lileri kendinden görmüyor ki!.. Milletin derdiyle, sıkıntılarıyla, gündemiyle CHP’ninki hiçbir zaman bir olmuyor ki!.. Milletin hayata bakışıyla, yaşam tarzıyla, dünya görüşüyle CHP’ninki hiç örtüşmüyor ki!..

CHP’nin derdi, daha çok, daha büyük M. Kemal heykeli dikmek; milletin derdi ekmek…

CHP’nin derdi, Kemalizm’i, laikliği her ne pahasına olursa olsun korumak; milletin derdi, kemali edebiyle inancıyla yaşamak…

CHP’nin derdi, kendi ideolojisindeki insanların bugüne kadar sahip olduğu ayrıcalıkları kaybetmemek; milletin derdi, kendine, değerlerine, inancına, yaşam tarzına saygı gösterip kendine ayrımcılık uygulamayacakları devlet kademelerinde görmek…

CHP’nin derdi, her ne pahasına, hangi yolla olursa olsun Recep Tayyip Erdoğan’ı devirip iktidarı almak; milletin derdi, açık ya da gizli iktidarda olduğu her zaman millete kan kusturmuş olan CHP’yi iktidardan uzak tutmak…

CHP’nin derdi, içki içip üryan gezebilme, ayrıcalıklı yaşayabilme özgürlüğü, gerisi hep angarya; milletin derdi, tesettürüyle, ibadetiyle, inandığı gibi yaşama hürriyeti ve vatan, millet, Sakarya…

Bu şartlarda CHP’nin milletle ortak bir noktada buluşup iktidara ulaşabilme şansı var mı? Bence yok!.. AK Parti ve CHP’ye bakınca da biri yaptıkları ve yapmadıklarıyla millete yaklaşırken diğeri yaptıkları ve yapmadıklarıyla milletten uzaklaşıyor.

CHP, başörtü yasağını savunup başörtülülere hayatı zehir ederken AK Parti, başörtülülerin ve İslami hassasiyet sahibi insanların önündeki engelleri kaldırıyor ve onları CHP’lilerle eşit vatandaş seviyesine çıkarıyor. (Bakın ayrıcalık tanımıyor, eşitliyor.)

CHP, kendini elit gören belli kesimlerin sözcülüğünü yapıyor, sadece onları memnun edecek icraatlar yapıyor; AK Parti, toplumun her kesimini kucaklıyor ve her kesimine hitap ediyor.

CHP, iktidar olmak ve milletin güvenini kazanmak istiyorsa birkaç basit adım atmalı… AK Parti’nin henüz yapamadığı ama yakın zamanda gerçekleşmesi kaçınılmaz olan birkaç alanda AK Parti’den önce davranıp AK Parti’nin kazanacağı puanları kendi hanesine yazdırmalı!.. Neler mi bu adımlar?

*28 Şubat sürecinde zarar görmüş tüm mağdurların maddi ve manevi zararlarının tazmin edilip haklarının iadesi ve mahkûmlarının salıverilmesi için,

*Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması için,

*Ülkedeki genelevlerinin kapatılması için,

*Laikliğin din ve vicdan özgürlüğü şeklinde tanımlanması için,

*Tüm işyerlerinde ibadet özgürlüğünün -özellikle cuma namazları- hiçbir mazeret olmadan sağlanması için,

*Ülkenin faiz ve sömürü sisteminden kurtulması, faizsiz bir ekonomik sistemin kurulması için yasa teklifi vermeli, samimi bir şekilde bu tekliflerin arkasında durmalı ve gerçekleşene kadar takipçisi olup mücadele etmeli…

Bu öneriler CHP için imkânsız mı dediniz? O hâlde iktidar da CHP için hayal bile değildir ve imkânsızdır!..

Ölüm güzel şey

Ölüm!.. İnsanlar için bir muamma, çözülemeyen bir bulmaca.

Her insan için farklı bir anlam ifade ediyor. Herkesin, her toplumun ölüme bakışı farklı…

İnanmayan biri için ölüm bir son iken, ilahi dinlerde dünyayı değiştirmek ve ebedî âleme göç etmek anlamına geliyor.

İlahi olmayan dinlerin kimisinde ölüler yakılıp külü nehre savrulurken kimisinde ölüler belli yerlere bırakılıyor ve yiyecek bile götürülüyor onlara. Kimileri evinde ölüleriyle yaşmaya devam ediyor, kimleri ise belli aralıklarla ölülerini çıkarıp onları giydirip kuşatıp gezdiriyor.

En çok da ölümden sonrasında hayat olmadığını düşünüp bu dünyadan göçünce ot, çöp, toprak olacağını düşünenlere acımışımdır. Düşünsenize her gün ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz ve öldüğünüz anda her şey bitiyor. Sürekli bir korku ve kaçınılmaz bir son!.. Böyle bir hayat çekilir mi?

Biz Müslümanlar için ölüm bir son olmadığından hep ölüm sonrasına bir hazırlık kaygısı vardır. Bu kimisinde çok barizdir, attığı her adımı ölümü düşünerek atar hatta aldığı her nefesi ölümü düşünerek alır. Kimisinde ise ölüm düşüncesi ve ona hazırlık kaygısı pek görünür değildir ama içinde bir yerlerde hep vardır.

Müslüman da olsak ölümden hep ürküyoruz, ölüm duygusu hep soğuk geliyor bize. Ölüm düşüncesini hep aklımızdan silmeye çalışıyoruz. Kendimize ve yakınlarımıza ölümü hiç yakıştıramıyoruz.

Ölüme inanıyoruz ama hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Hâlbuki ne diyordu Peygamber Efendimiz: “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201)

Yine "Ağızların tadını bozan ölümü çok hatırlayın." (Tirmizî,Zühd, 4 ; Nesai, Cenâiz, 3; İbn-i Mâce, Zühd, 31) buyuruyor.

Ancak biz ne yapıyoruz? Bize ölümü hatırlatan ne varsa ondan uzak durmaya, kaçmaya çalışıyoruz. Ecdat, mezarlıkları yerleşim yerlerinin içine, hayatın merkezine yapmışken bizler şehrin olabildiğince dışına çıkararak ölülerimizden de ölüm duygusundan da uzaklaşıyoruz. Çünkü ölüme hiç hazır değiliz, gerekli hazırlığı yapma konusunda hep eksiğiz.

CHP'li Binnaz Toprak, Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişinde yazan "Her canlı ölümü tadacaktır." (Al-i İmran-185) ayet mealini, Kadir Topbaş'ın bir sözü sanarak "Çok sinir bozucu bir şey." demişti.

Ölüm, birçok kişinin bu şekilde sinirini bozarken bazıları ise ölümü o kadar güzel anlatmış ki insanın bir an önce ölesi geliyor.

Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?

demişti Rahmetli Erdem Beyazıt…

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?
diyen Üstad Necip Fazıl, ölümü ne güzel tarif etmişti.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi…

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

şeklinde anlatmıştı ölümü Yahya Kemal!..

Yine Mevlana, ölüm gecesinin Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) olarak anılmasını; ağlama, yas, matem tutulmasını değil, sevinç ve kutlama yapılmasını istemiştir. Çünkü onun için ölüm günü Sevgili’ye, Hakk’a kavuşma günüdür.

Rabbim, bizleri güzel yaşayan, güzel ölen, güzel haşrolanlardan eylesin!..

*11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün muhterem babalarına Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. Mekânı cennet olsun!..

Kızlar, hangi erkeklerle evlenmeli?

Çarşamba günkü yazımızda “Erkekler; hangi kızlarla evlenmeli?” demiştik ve bugün için de “Kızlar, hangi erkeklerle evlenmeli?” konusunu ele alacağımızı söylemiştik.

Kızlar; hangi erkeklerle evlenmeli, hangi erkeklerden uzak durmalı?

Erkek kılsız olur, tüysüz olur derken ortaya yüzsüz erkeğimsiler çıkardılar. İlk başta kadınlar, kendilerine benzemiş erkeğimsileri matah bir şey sandılar. Ancak bu tarz kişi/liksiz/lerle bir arada olanlar, zamanla şunu gördü: Kendilerine kendilerinden bir tane daha lazım değil. Bunu her kadın görmeli ve erkeğimsilere değil de erkeklere hayatlarında yer açmalı. Bunu yapabildikleri oranda mutlu, yapamadıkları oranda mutsuz olacaklardır. O hâlde öncelikle kızların evleneceği kişi ER olmalı, ıslak KEK kıvamına gelmiş erkeğimsilerden uzak durmalılar.

Cüzdanı şişkin, egosu pişkin, kendisi çapkın olanlardan kesinlikle uzak durun!.. Erkeklerin cüzdanına değil, vicdanına sığının!.. Cüzdanı ve egosu kaba olup vicdanı olmayanlar sizi bir meta olarak görür, değeriniz satın alınabilecek bir mal kadar olur!.. Ancak vicdanı zengin olan birinin cüzdanı belirgin olmasa da sizin için harcayacak paradan daha değerli şeyleri olacaktır. Mesela yeri geldiğinde sizin için hayatını bile harcamaktan çekinmeyecektir. O hâlde evleneceğiniz erkeğin cüzdanı değil, vicdanı olsun ölçünüz!..

Diploma sahibi çalışan bir hatun olabilirsiniz. Size talip olan kişi, evleneceği kişinin mutlaka çalışan bir hatun olmasını istiyorsa zinhar o erkekten(!) uzak durun. Çünkü siz onun için evinin hanımı, çocuklarının anası olacak bir hayat arkadaşı değilsiniz. Siz onun için yürüyen dolar, avro; daha lüks bir araba, daha lüks bir ev, hayat standartlarını yükseltecek bir araçsınız. Size değer veren bir koca, mutlu bir aile hayatınız olsun istiyorsanız sizi arzuları için bir araç gören kişi/liksiz/lerden uzak durun. Size siz olduğunuz için değer veren, diplomanıza, işinize değil de içinize önem veren, sizinle iki cihan mutluluğunu amaç edinen ER kişiyle karşılaşırsanız da sakın ha armudun sapı, üzümün çöpü demeyin, fazla naz, çok fazla şey niyaz etmeyin ve EVET deyin!.. Bu fırsat her zaman kapınızı çalmaz.

Sizi benzetiyorsa aya, aramıyorsa hiç hayâ, çok önemliyse onun için badana boya; bu adam da heva ve hevesinin peşinde gerektiğinde gidecektir uzaya!.. Sakın ha onu yanınıza yaklaştırmayın, çünkü onun yanındaki değeriniz dişiliğinizdendir, kişiliğinizden değil. Dişiliğiniz cazibesini kaybettiğinde kişiliğiniz bir anlam ifade etmeyecektir o nankör için. O hâlde sizdeki badana boya değil de hayâ, dişiliğiniz değil de kişiliğiniz, dışınızdan ziyade içiniz ilgisini çekiyorsa talibinizin; bu talebe bigâne kalmayın ve bir an önce düğün tarihini belirleyin!..

Sırtınızı dayayacağınız bir dağ olacak, sofrası sizin için bağ olacak, sizi el âlemden kıskanıp kol kanat gerecek, sizi kendisine Hakk’ın bir emaneti görecek, gerektiğinde sizin için dağları delecek bir Ferhat bulursanız ona Şirin olma fırsatını kaçırmayın.

Cimri olmayıp parası pul olan, cool değil de Allah’a kul olma kaygısında olan, kendisini Mevla’ya ulaştıracak bir Leyla arayışında olan; Leyla’sı için çöllere, Mevla’sı için yollara düşen bir Mecnun çıkarsa karşınıza ona Leyla olmak bahtiyarlığına ulaşmak için her fedakârlığı yapın!..

Haydi, hayırlı kısmetler!..

Erkekler, hangi kızlarla evlenmeli?

Son KHK ile TV’lerdeki adı “evlendirme programı” ama aslında evlenmeyi düşünmeyen, gösteriş budalası, şehvetinin esiri olmuş azgınların pazarı olan programlar kaldırıldı.

Referandum da hayırlısı ile sonuçlandı. Biz de siyasetten bir nebze uzaklaşıp vatan, millet, ümmet için hayırlı bir iş, sosyal mesele olan evlilik meselesini ve erkeklerin evlenecekleri kızlarda araması gereken özellikleri ele alalım dedik.

Erkekler; hangi kızlarla evlenmeli, hangi kızlardan uzak durmalı?

Öncelikle yüzü güzel olan, güzelliğinin farkında olan ve bu güzelliğini de teşhir etmek için her yolu deneyen hatun kısmından uzak durmalı. Güzelse, bunun da farkındaysa ve güzelliğini teşhir etmeyi bırak, güzelliğini saklama kaygısındaysa o hatun kişiyle düşünmeden evlenmeli!..

Tesettürlü bir kadınsa fakat tesettürü farz değil tarz olarak görüyorsa tesettürün görünmek için değil de korunmak için olduğunun farkında değilse o hatundan uzak durmalı. Ancak tesettürlü ise bunu tarz değil de farz olarak görüp görünmeyi değil de korunmayı amaçlamışsa o hatun kişiyle düşünmeden evlenmeli!..

Bir kadının gözü dışarıdaysa, gönlü hovardaysa, evinden çok dışarıda vakit geçirmek hevesindeyse o kadından uzak durmalı. Ama gözü evinden ve erinden başkasını görmeyecekse, nereye gitse erinin rızasını gözetecekse o hatun kişiyle hiç düşünmeden evlenmeli!..

Bir kadının en büyük hevesi paraysa, aradığı zengin bir kocaysa, gözü yükseklerde gönlü fukaraysa bu hanımdan uzak durmalı. Zira para onun için son sıradaysa, aradığı sırtını dayayabileceği ehli namus bir kocaysa, cebi değil de gönlü zengin bir talibe razıysa o hanımla fazla düşünmeden evlenmeli!..

Bir hatun diploma sahibiyse, ille de çalışacağım derdindeyse, gözü ailede ve çocuk yetiştirmekte değilse o hanım evinin kadını, kocasının karısı, çocuklarının anası olmaz; yol verin iş kadını olsun. Ancak diplomasını her zaman gözünüze sokmayacaksa, ille de çalışacağım diye tutturmayacaksa, pilav pişirmekten gocunmayacaksa, kocasına hanımlık yapmaktan kaçınmayacaksa, çocuk doğurup anne olmanın kutsiyetinin farkındaysa o hatunu bulan kaçırmamalı!..

Bir kadın sürekli kendini mutlu edecek birinin arayışındaysa, mutlu olmak için neleri beklediğini dillendirip duruyorsa, sürekli nazlanıp hayatın merkezine kendini koyuyorsa, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünüyorsa sakın ola ki o hatuna gönül verip onunla nikâh masasına oturmamalı. Lakin mutlu edeceği ve mutlu olacağı birinin arayışındaysa, bir erkeği mutlu edebilmek için neler yapması gerektiğini düşünüyorsa, hayatın merkezine kendini koymayıp dünyasında bir kişilik daha yer açmışsa bu kızı bulduğunuzda nikâh masasına koşmalı, bu hatunu kaçırmamalı!..

Kısacası modern dünyanın albenisine kendini kaptırıp nezaketini, zarafetini terk etmemiş; dünyaya gelme gayesini unutmamış, günümüzün hastalığı olan kadın erkek üstünlük yarışına kendini kaptırmayıp üstünlüğün takvada olduğunun bilincine ulaşmış, bir er kişiye hanım olup anne olmayı her şeyden üstün tutup fıtratından uzaklaşmamış bir hanımefendi bulup evlenmek olsun gayeniz. Bulursanız böyle birini elinizi çabuk tutun, benden söylemesi!..

*Genç kızlarımız da cumartesi yazısını beklesin!..

İslamcılar değil, isyancılar ve istismarcılar tasfiye edilmeli

Nihayet YSK, referandum kesin sonuçlarını perşembe akşamı itibariyle açıkladı. Referandum öncesi ve sonrasındaki Ali Cengiz oyunları inşallah artık son bulur, çünkü ülkemizin huzura ve sükûnete ihtiyacı var.

Referandum sürecinde ülkemizi karıştırmak için dış güçler yek vücut oldu ancak maalesef biz millet olarak dışarıya karşı yek vücut olamadık. Hatta milletimize yabancılaşmış içimizdeki yabancılar, dışarıdakilerden daha fazla gayret etti ülkemizi karıştırmaya, fitne çıkarmaya, yönetim zafiyeti oluşturmaya… Şükür ki süreci kazasız belasız atlattık. Ancak süreç, tam olarak da nihayete ermedi ve 2019 seçimlerine kadar da deniz dalgalı ve hırçın, hava parçalı bulutlu olacak; karada fırtına eksik olmayacak. Anlayacağınız üzerimize dalga dalga gelmeye devam edecekler.

Bunu CHP’nin hukuksuz girişimlerinden de rahatlıkla anlayabiliyoruz. Ancak CHP, fitne kazanını kaynatmak için harcadığı enerjiyi milletin gönlüne girmek için harcasaydı daha rahat sonuç alırdı. Yani anlayacağınız CHP hep yanlış ata oynuyor ve hep kaybetmeye mahkûm. Danıştay’a gitti olmadı, AYM’ye gitti olmadı, şimdi de AİHM’e gidiyor. Bu kadar uğraşana kadar Türkiye’de bir adrese gitseydi referandumu mutlaka iptal ettirirdi hatta iptal ettirmekle kalmaz, kendi lehine tescil ettirirdi. Orası neresi mi? Mimarlar Odası…

Ne alakası var demeyin. YSK kararlarını Danıştay’a, AYM’ye götürmekle Mimarlar Odası’na götürmek arasında bir fark yok; en azından buraya götürse CHP’nin istediği kararı fazlasıyla verirlerdi.

Peki, AK Parti cenahında neler oluyor? Sayın Cumhurbaşkanımızın partinin başına geçmesi ve partide birtakım değişiklikler yapması bekleniyor. Ancak henüz ortada fol yok, yumurta yok ama bir sürü senaryo üretilmeye başlandı.

Herkes, kafasına göre -nefsine ve arzularına göre demek daha doğru olur- birilerini AK Parti’den ve devlet kademelerinden tasfiye ediyor. Özellikle İslamcıları tasfiye etmek ve AK Parti’ye, Reis’e belli bir yol haritası çizmek, en revaçta olanı... Bunlar içinde ise en üzücü olanı, kendini zorla bu cenahın içine atıp Müslümanların sözcüsü gibi gösterme gayretkeşliğine soyunmuş gazeteci kılıklı kişilerin; bu davanın çilesini çekmiş, zor zamanlarda elini değil tüm vücudunu taşın altına koymuş kişileri çeşitli şekillerde yaftalayıp denklem dışında tutmaya çalışması…

Bizler de AK Parti’de ve devlet kademelerinde bir temizlik ve öze dönüş bekliyoruz. Yalnız bizim beklentimiz, onlarınkiyle tamamen zıt… Biz AK Parti’yi ve Reis’i, işlerini ve şanını yürütmek için kullanan, zor zamanlarda ortalarda görünmeyen, İslamsız İslamcılık yapan kişilerden AK Parti’yi ve ülkeyi kurtarmak gerektiğini düşünüyoruz.

Ak Parti içinde her türlü makam ve mevkii görmüş, partide makam ve mevki sahibiyken herkesten çok AK Partili olmuş; makam ve mevki gidince ortalıkta görünmeyen, hiç risk almayan, kendi üzerine kurulan fitneye set çekmeyerek karşı cenahta yer alan ve hep pusuda bekleyen tiplerin tasfiye edilmesini bekliyoruz. Dıştan AK Partili, içten AK Parti düşmanı olan, pirinç içindeki beyaz taşların ayıklanmasını bekliyoruz.

Kısacası İslamcıların değil de isyancılar ve istismarcıların tasfiyesini bekliyoruz.

CHP için üzülmeyene insan demem!

Allah bana bir empati yeteneği vermiş ki anlatamam!.. Bu empati yeteneği, çoğu zaman beni yiyip bitiriyor. CHP’nin özellikle seçimlerden sonraki hâlini görünce o kadar çok üzülüyorum ki!.. Halimi, üzüntümü anlatmaya ne kelimeler kifayet eder ne zaman yeter ne de gazetedeki 3.000 vuruşluk -hem de boşluksuz- köşe müsaade eder.

İnsanım diyen kişi, nasıl üzülmez CHP’nin hâline? Düşünün ki siyaseten kârlı çıkmak ve kendine siyasi arenada alan açmak, pay çıkarmak için nasıl bir manevra yapsa, nasıl bir hukuksuzluğa imza atsa dönüp dolaşıp o yaptıkları, bir bumerang gibi kendini vuruyor.

Çok uzağa gitmeyeceğim, zira yerimiz dar…

28 Şubat sürecini, hukuksuzluklarını koşulsuz desteklemesi, aktörlerini partilerinden milletvekili yapması ve bu sürece tepki gösteren milletin iktidara getirdiği kadrolar karşısında hep çaresiz kalıp daha sonra aynı milletten oy alabilmek için kıvrım kıvrım kıvranması…

İnsan, bu durumu gördükçe çok üzülüyor(!) tabii çoookkk!..

Asıl konuyu cumhurbaşkanlığı referandumuna getireceğim. Bu sitem değişiminin taşlarını döşeyen, sürecin yönetim sistemi değişimine kadar gitmesine vesile olan kim? Tabii ki CHP!..

Hatırlayın 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimini!.. O zaman 367 garabetini ortaya atmasalar cumhurbaşkanı sorunsuz bir şekilde seçilecek. Ama duramadılar, kendilerinin onayını almayan, kendilerinden olmayan bir cumhurbaşkanını engellemek için akla hayale gelmedik senaryolar ürettiler, hukuksuzluklar yaptılar.

AK Parti ne yaptı? CHP’ye rağmen MHP’nin çözüm odaklı yaklaşımıyla hem cumhurbaşkanını seçti hem de daha sonraki cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçilmesini referanduma sunarak millete kabul ettirdi. Bu olay, CHP’nin cumhurbaşkanı seçebilmesini neredeyse imkânsız hâle getirdi. Yani anlayacağınız, CHP kendi kalesine gol atmış oldu. Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan da oldu.

Daha sonra ise hem cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hem de başbakanın halk tarafında seçilmesinin bazı sakıncaları beraberinde getirdiği görüldü. Mevcut sistemin eskiden beri başta darbeler olmak üzere birçok sıkıntıya yol açtığı da görüldüğü için yeni bir yönetim modeli üzerinde çalışmalar başladı. Nihayet cumhurbaşkanlığı sistemi, milletin onayına sunularak kabul edildi. Bundan sonra CHP’nin cumhurbaşkanı seçebilme ihtimali tamamen mümkünsüz hâle geldi doğal olarak. CHP’de bunu gördüğü için şu anda yapabileceği her hukuksuzluğu yapıyor, çıkarabileceği her türlü kaosu çıkarmaya çalışıyor. Düşünün ki YSK kararlarının kesin olduğunu ve mahkemelere götürülemeyeceğini ortaokul öğrencisi dahi bilirken CHP yine hukuku gukuk hâline getirme peşinde koşuyor. Seçim sonuçlarını Danıştay eliyle iptal ettirmeye çalışıyor, AYM’ye götürüyor. Bu CHP hiç uslanmıyor. Sonuç alma ihtimali yok, Türkiye 2007’deki Türkiye değil, ama diyelim ki 367 saçmalığına benzer bir kararla referandumu geçersiz kıldırdı. Ne olur sizce?

Ben söyleyeyim: Seçim olur, AK Parti rekor oy ve milletvekiliyle yeniden gelir. Yeni düzenlemelerle CHP’siz bir siyaset dizayn edilir.

Peki, bu durumda CHP için üzülmez mi insan? Yaptığı her hukuksuz ve ülkeyi kaosa götürecek icraat dönüp dolaşıp kendini vuruyor. Millete gidiyor, millet sinesini açmaktansa silleyi vuruyor. Mahkemelere gidiyor eskiden olduğu gibi hukuksuz kararlar aldıramıyor.

Gel de üzülme CHP’ye ve CHP’lilere!..

Türkiye bölünmedi ama CHP bölmekte kararlı

Referandum öncesinde CHP tarafından eğer ki EVET çıkarsa kargaşa çıkacağı, ülkenin bölüneceği iddia ediliyordu. Hatta HAYIR demesi için halk tehdit ediliyor, aksi takdirde sonuçlarına katlanacağı konusunda halka gözdağı veriliyordu.

Referandum oldu, beklendiği gibi EVET çıktı, fakat CHP’nin ve diğer muhaliflerin beklentisinin de ötesinde HAYIR oyları yüksek çıktı.

Bunun üzerine CHP’ye ve muhaliflere can, dizlerine derman, ruhlarına heyecan geldi!.. Alınan %48,5 oyun tamamen kendilerinin olduğu ve HAYIRCI kitleyi istediği gibi yönlendirebileceği vehmiyle CHP, iyice şımardı.

Önce referandumda kullanılan oyların geçersiz olduğu konusunda bir hayli yaygara kopardılar. Sonrasında referandum sonuçları bile daha kesinleşmemişken halkı sokağa çağırmaya başladılar. CHP’lilerin yoğun olduğu yerlerde her zamanki gibi tenceresini, tavasını alan HAYIRCILAR meydanlarda görülmeye başlandı. Yine tencere tava, yine aynı hava… Anlayacağınız bu CHP’lilerde ve yancılarında hiçbir gelişme yok, hep oldukları yerde sayıyorlar. Hiç orijinal olamıyorlar, gelişmelere kapalılar.

CHP, bir taraftan halkı sokağa çağırırken diğer taraftan da referandumun iptali için YSK’ya başvurdu. Doğal olarak ret cevabını aldılar. Ancak CHP, bununla yetinecek gibi değil. Atalarımız, CHP’nin durumuna tam da uyan şu sözü söylemiş: “Yenilen pehlivan, güreşe doymazmış.” Gerçi güreşe doymama durumu doğru da ortada pehlivan yok!..

CHP, YSK’nın referandumun iptaline ilişkin başvuruyu reddetmesiyle sine- millete döneceklerini açıkladı. Sonra içlerinde kafası basan birileri, “Sine-i millet bizim neyimize? Biz sine-i millete gittiğimiz her zaman sille-i milleti yemişiz.” demiş olmalı ki iki saat sonra çark ettiler bu karardan. Baktılar, bu yol yol değil; bu defa millete gitmektense milleti kendilerine çağırmaya devam ettiler: Haydi sokağa!.. Yakın, yıkın!.. Gezi eylemlerinde olduğu gibi Vandallıkta sınır tanımayın!..

Daha sonra ise akla ziyan açıklama yaşını yaşamış, yetmiş yaşını çoktan aşmış Deniz Baykal’dan geldi: Sine-i millete dönmeyeceklerini ancak TBMM'de yeni anayasanın işletilmesine engel olacaklarını belirtti. AK Parti'nin bu anayasayı işletmesi için TBMM'den yürürlükler çıkarması gerektiğini ve kendilerinin de buna izin vermeyeceğini ifade ederek; "İkinci devre bu anayasanın işletimesine müsaade etmeyeceğiz maçı olabilir." dedi.

Bu açıklamayı nasıl yapar, bu sorumsuzluğa nasıl imza atar demokrasi diyen, halkın tercihi diyen bir siyasetçi?

Milletin tercihiyle geçmiş olan bir anayasayı, milletin meclisini çalıştırmayarak işlevsiz hâle getirmeye çalışmak, ancak CHP modeli bir siyaset ve siyasetçi için normal olsa gerek!..

Şimdi de yetkisi olmadığını bile bile seçim sonuçlarını AYM’ye ve AİHM’e götüreceklerini söylüyorlar!..

Tabii ondan önce hele vandallar sokağa çıksın, yakıp yıksınlar; ülkemizi dünyaya savaş ortamındaymış ve yaşanmaz bir ülkeymiş gibi göstersinler!.. Batı ülkelerinin Türkiye’ye müdahale edebilir hâle gelmesi için uygun zaman ve zemini oluştursunlar!..

Ülkemiz, milletin verdiği hiçbir karardan dolayı bölünmez; milletimiz buna izin vermez!.. Ama CHP’de ülkemizi ayrıştırmak için faaliyetlere devam etmekten asla vazgeçmez!..

Allah, ülkemizi CHP zihniyetinden korusun!..

Milletin tercihinin meşruiyetini sorgulayan gayrimeşrudur

Ülkemizde, gerçekten tarihî öneme sahip bir referandum yapıldı. Sonucu önceden belli bir referandumdu aslında… Hayırcı muhalifler dâhil herkes, sonucun EVET çıkacağını biliyordu. Ancak doğal olarak hiç kimse bunu kendine dahi itiraf etmek istemiyordu. Nihayet sonuçlar açıklandı, herkesin beklediği gibi sonuçlar EVET çıktı ama beklemedik şekilde EVET oyları düşük, HAYIR oyları yüksek çıktı.

Tarihî öneme sahip bir referandum dedik. Bu söz, öylesine söylenmiş bir söz değil. Zaten referandum öncesi yaşananlara ve kimin, kimlerle, neye taraf olduğuna bakınca bu referandumla nasıl bir eşiği aştığımız anlaşılıyor.

Şimdi gelelim referandum sonuçları ortaya çıkınca yaşanan manzaraya!.. Referandum sonuçlanınca aslında 2002’den beri ne yaşadıysak aynı şeyleri yaşadık!.. Muhalefet (Hayırcılar) yine aynı yalanlar, aynı hakaretler, aynı iftiralarla başta millete, sonra milleti temsil eden ve milletin -her zamanki gibi- teveccühünü kazanan temsilcilerine saldırmaya başladılar.

Referandum öncesi başlamıştı zaten bu mızıkçılık ve milletin kararına razı olmama, çamura yatma hâlleri!.. Adam(!) “%70 çıkmazsa referandum sonucu meşru değil.” diyebiliyor hem de hiç utanmadan, yüzü kızarmadan. Referandumun geçerli olması için gereken oran ne? %50+1… Beyefendi ne istiyor? %70… O zaman geçerli olması için %70 barajı konulsun!.. Bunu söyleyenler, dikkatinizi çekerim, sosyal demokrat(!) insanlar… Saygısızlık, milleti aptal yerine koyma, tahammülsüzlük… Ne derseniz hepsi var bu cümlede…

Referandum sonuçları kesinleşmeye başlayınca başta kökü ABD’de olan TV, iki sunucusu, ekrana çıkardıkları köksüz Doğan Medya temsilcisi, ellerinden gelse ülkenin üzerine bir kaşık su döküp tüm milleti bir kaşık suda boğacaklar!..

Yine Doğan Medya ve konukları, çirkefleşiyor, millete saldırıyor, milletin kararının meşru olmadığını söyleyip milletin tercihini önemsizleştirmeye çalışıyor.

Her seçimde olduğu gibi yine hile yapıldığı nakaratını tekrarlayıp duruyorlar. Milleti ve tercihini küçümsüyorlar; millete iftira, hakaret havada uçuşuyor.

Çok temiz bir referandum geçirdik, gayet iyi bir katılım oldu, gayet de iyi bir şekilde tamamlandı. Millet kararını verdi, saygı duyacaksınız!.. Ancak CHP zihniyeti, bunu hiç yap/a/madı ve yap/a/mayacak. Çünkü milleti suçlamak ve aşağılamak çok daha kolay!..

Şimdi de yine sokaklara çıkıp tencere tava çalmaya başladılar, yeni bir Gezi Ayaklanması çıkarma derdindeler. Ancak boşuna uğraşıyorsunuz; geçti Bor’un pazarı, sürün eşeğinizi Niğde’ye!.. Ya akıllanıp milletin değerlerine, tercihlerine saygı duyacaksınız ya da kelaynak kuşu gibi her geçen gün azalarak yok olacaksınız.

Referandumda dindar Kürtler, dindar Türkler ve özde demokratlar kazanmış; kindar Kürtler, kindar Türkler ve sözde demokratlar kaybetmiştir. Kısacası Türkiye kazanmıştır.

Körü körüne HAYIR diyen; PKK, DHKP/C, FETÖ ve BATI ile yürüyüp de Müslüman vatansever geçinenler kaybetmiştir. Onlardan değilseniz ne kadar şükretseniz azdır.

%50,01 HAYIR çıksa bayram edecek olanlar, %51,5 EVET ile meşruiyet sorguluyor!.. Hadi oradan!..

Milletin tercihinin meşruiyetini sorgulayanın kendisi gayrimeşrudur…

Kim bilir; belki yarın, belki yarından da yakın!..

Ülkemizde, tamamen ülkemizi ilgilendiren bir Anayasa değişikliği için referandum yapılıyor. Yapılmak istenen ise ülkemizde bir yönetim şekli değişikliği… Yani, görünüşte sadece bizi ilgilendiren bizim iç meselemiz…

Peki, gerçekte öyle mi? Tabii ki hayır!.. Öyle olmadığını da kör ve nankör olmayan, gözü olup görebilen, kulağı olup duyabilen herkes, içeridekinden çok dışarıdan gelen muhalefetten rahatlıkla anlayabiliyor.

Tüm Batı ülkeleri, referandumda HAYIR çıkması için seferber olmuş durumda. EVET çıkmasının ülkemiz için ne kadar kötü bir durum olacağını anlata anlata bitiremiyorlar. Bizi bizden çok düşündüklerini görünce, ülkemizin geriye gitmemesi ve kötü duruma düşmemesi için fedakârca(!) çalıştıklarını gördükçe insanın gözleri yaşarıyor.

EVET kampanyası için ülkelerine giden devlet adamlarımıza bile izin vermeyip her türlü çirkefliği yapan Avrupa ülkeleri, HAYIR için çalışan başta terör örgütleri (PKK, DHKP/C, FETÖ) olmak üzere tüm siyasilere ve gruplara izin verip her türlü kolaylığı sağladılar.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin gazeteleri Türkçe manşetlerle çıktı. Türkçe manşet atacak kadar dilimizi öğrenmiş olan ecnebi Avrupa ülkelerine yolumuz düşerse iletişimde artık sorun yaşamayız, dillerini de öğrenmeye gerek kalmadı, onlar bizim dilimizi öğrendiler.

Ya terör örgütü PKK elebaşlarının yaptığı açıklamalara ne demeli? EVET çıkarsa ülkede kaos çıkarmış, ülke bölünebilirmiş, elde edilen kazanımlar heba olurmuş, “gezi ruhu” yeniden ortaya çıkmalıymış!.. İnsan, bunları duyunca nasıl bir tepki vereceğini şaşırıyor. Ulan aklı kıt, zekâsı tırt angutlar!.. Sizin istediğiniz de tam olarak bunlar değil mi zaten!.. Bunlar gerçekleşsin diye yıllarca kan döküp ülkeye zarar verip ülkenin enerjisini boşa harcatıp ülkenin huzuruna, birlikteliğine kastetmiyor musunuz? Bütün bunlar olacaksa en önce sizin EVET demeniz gerekmiyor mu?

Bu manzara karşısında Avrupa ülkelerine ve beslediği terör örgütlerine (Üstad Sezai Karakoç’un affına sığınarak) şöyle demek istiyor insan:

“Ülkendeki p.ştlardan ne haber vardır?... Ne yapsanız boş göklerden gelen bir karar vardır!..”

Ülke aleyhine çalışan ne kadar hain, terörist, işbirlikçi varsa hepsi HAYIR diyor; hayır çıkması için cansiparane çalışıyor. Aklı normal çalışan, düşünme yetisini kaybetmemiş olan her vatanseverin bu manzarayı görüp EVET demesi beklenir bu durumda!.. Ama gelin görün ki kazın ayağı öyle değil. Vatan sevgisinden şüphe etmediğimiz, bu ülke için gerçekten dertlenen, kaygı çeken birçok insan hâlâ HAYIR diyebiliyor. Ön yargı, kin, akıl tutulmasına sebep oluyor; insanın normal düşünmesini engelliyor. Bu durumun başka açıklaması yok. Kiminle yan yana yürüdüğünü fark edemeyen, bu insanlarımıza Allah feraset versin, kalp gözlerini açsın!.. Başka ne diyebiliriz ki? Onlar, vatana ihanet etmediği sürece bizim kardeşimiz.

Ama tüm Avrupa’ya, ABD’ye, onların beslemeleri terör örgütlerine, bilerek veya bilmeyerek onların değirmenine su taşıyanlara rağmen yarın güneş bir başka doğacak, yarından sonra her şey çok farklı olacak bu ülkede inşallah!..

“Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir; belki yarın, belki yarından da yakın.”

demiyor muydu şairimiz?

Tam HAYIR diyecektim ki!..

“Tam EVET diyeceğim” başlığıyla sosyal medyada bir paylaşım dolanıyor. Söylemler, FETÖ’nün darbeye zemin hazırlayıp hükûmeti yıkmak için kurduğu kumpasları ve söylemleri tekrar ediyor. Muhtemelen bunu yazan, -FETÖ’ye de çakıyor görünmesine rağmen- FETÖ’nün yalan makinesi kalemşorlarından biridir.

Yazıyı okuyunca gaza geldim ve “Benim ruhumda muhalefet var, muhalif bir kişiliğe sahibim; bu referandumda ben de HAYIR diyeyim.” dedim.

Tam HAYIR diyecektim ki!..

Gözümün önüne ilk meclisi açan kadro, meclisin dualarla açılışı geldi. Sonra da İstiklal mücadelesinin çilesini çeken, küffara karşı Din-i İslam’ın, Ümmet-i Muhammed’in, ülkemizin düşman işgalinden kurtuluşu mücadele eden kahramanların ikinci meclis oluşturulurken tasfiye edilmesi!.. İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy, “Bu HAYIRCI zihniyet, beni çok sevdiğim ülkemden sürgün etti, beni unutturmaya çalıştılar Türk milletine, ölümümde devlet erkanından kimse yoktu cenazemde!..” diye haykırıyordu karşımda!..

“Ben nasıl olur da bu zihniyetle birlikte HAYIR derim.” diyerek vazgeçtim.

Tam HAYIR diyecektim ki!..

Gözümün önüne İskilipli Atıf Hoca geldi. “Şapka Kanunu çıkmadan 2 yıl önce yazdığım bir yazıdan dolayı bana idam cezası verdi bu zihniyet!” dedi. Gözümün önünde götürdüler darağacına, arkasından bakakaldım gözyaşları içinde.

Sonra “Şalcı Bacı” dedikleri Erzurumlu kadın geldi gözlerimin önüne!.. Çarşaflı bir kadını sürükleye sürükleye götürüyorlardı. “Kadın şapka giye ki asıla…” diye söyleniyordu. Suçu nedir dedim, Şapka Kanunu’na muhalefet dediler. Astılar masum bir kadını hem de Şapka Kanunu’na muhalefetten!.. Bir kâbus bile bu kadar akıl ve mantığa aykırı olamazdı.

“Ben nasıl olur da bu zihniyetle birlikte HAYIR derim.” diyerek vazgeçtim.

Tam HAYIR diyecektim ki!..

Gözümün önüne Adnan Menderes geldi. Kapatmışlardı Yassıada’ya!.. İftiranın bini bir paraydı. Ülkeye çağ atlatan adamı, vatana ihanetle suçluyorlardı. Etmedikleri zulüm, atmadıkları iftira kalmamıştı. Nezaket timsali bir başkanı astı gaddarca, canice bu HAYIRCI zihniyet!..

“Ben nasıl olur da bu zihniyetle birlikte HAYIR derim.” diyerek vazgeçtim.

Tam HAYIR diyecektim ki!..

12 Mart ve 12 Eylül darbeleri geldi gözümün önüne!.. Aman Allah’ım, ne felaketti o günler!.. Hak hukukun olmadığı, gencecik fidanların dar ağaçlarında sallandırıldığı; insanların alçakça, canice işkencelere uğradığı; hapislerde çürütüldüğü!.. Sebebi neydi bu darbelerin? Hükûmet kurulamaması, cumhurbaşkanı seçilememesi vb. bahanelerle ordu darbe yapıyordu.

Peki, bu ana yasa değişikliği hangi sorunu çözüyor? Hükûmet kurulamaması ve cumhurbaşkanı seçilememesi gibi darbenin en büyük gerekçeleri ortadan kalkıyor, istikrar geliyor. Peki, ben istikrardan mı rahatsızım, darbesever miyim? Kendimi yokladım, bunların hiçbiri değilim.

“O hâlde ben nasıl olur da bu zihniyetle birlikte HAYIR derim.” diyerek vazgeçtim.

Tam HAYIR diyecektim ki!..

Necmettin Erbakan Hocam, geldi gözümün önüne!.. “Ben bu ülke için, Ümmet-i Muhammed için çalıştıkça bu HAYIRCI zihniyet, sürekli engelledi beni. Partilerimi kapattılar, hapislere attılar, iftiralar attılar, hakaretler ettiler. Şimdi sen kalkmış, bunlarla aynı yolda yürümeye kalkıyorsun. Yazıklar olsun sana, hadi oradan!..” dedi. Utançtan kıpkırmızı oldum.

“Ben nasıl olur da bu zihniyetle birlikte HAYIR derim.” diyerek vazgeçtim.

Tam HAYIR diyecektim ki!..

28 Şubat süreci, gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Başörtülü gencecik kızlar polis tarafından yerlerde sürükleniyor, okullarına alınmıyor, derslerden polis zoruyla çıkarılıyor, biz ise her gün kendi polisimiz tarafından coplanıyorduk. Başörtülü ve sakallı memurlar, memuriyetten atılıyor ve eylem yapan 13-14 yaşındaki kızlar idamla yargılanıyordu. Bize bunları yaşatanlar, bu HAYIRCI zihniyetti.

“Ben nasıl olur da bu zihniyetle birlikte HAYIR derim.” diyerek vazgeçtim.

Tam HAYIR diyecektim ki!..

Gözümün önüne 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Reisimiz Recep Tayyip Erdoğan geldi. Müthiş bir vicdan azabı hissettim, kendimi “vefasız, nankör, vicdansız” olarak niteledim. Recep Tayyip Erdoğan ki ülkeyi ne hâlde devralmıştı. “Senin hanımın dâhil üniversitelere alınmayan, okullardan atılan, insan yerine bile konulmayan başörtülülere tüm kapıları açmış olması bile yeterken peşinden gitmen için sen neyin kafasını yaşıyorsun?” dedim öfkeyle kendime!.. Tüm şer odaklarının hedefinde olan, tüm küffarı karşısına alan, Allah’tan gayrısı karşısında eğilmeyen, Ümmet-i Muhammed’in umudu olmuş bir adamı değil de ülkeye her türlü melaneti yaşatmış bir zihniyeti destekleyecektim öyle mi?

İmam Şafii'ye, “Fitne zamanı Hak ehlini nasıl bulabiliriz?” diye sorarlar. “Düşman oklarını takip edin, sizi hak ehline götürecektir!..” der. Hiçbir şey bilmiyorsanız düşman oklarını takip edin!..

Ona göre ister EVET, ister HAYIR deyin!..

İhanet testi

Bugün bir test yapacağız sizinle: İhanet testi!..

Testi yapalım, ihanet sarmalının neresinde yer alıyoruz, görelim. İhanete ne kadar meylimiz var, anlayalım. Sonuçlar kesin ona göre, çıkan sonuca göre kıvırmak, cevap değiştirmek yok!..

Başlıyoruz!..

Suriye’de on binlerce masum çocuk, yaşlı, kadın ölürken sen hâlâ ülkemizdeki Suriyelilerden şikâyetçi misin?

Cevabın EVET ise sen insanlığa ihanet ediyorsun, insanlıktan istifa et hemen!..

Savaşta evini barkını, ailesini, yakınlarını hatta yurdunu kaybederek ülkemize, insanımıza, merhametimize sığınmış mazlumlara yardım etmektense onları gördüğün yerde azarlıyor, küçümsüyor, onlar hakkında ileri geri konuşuyor musun?

Cevabın EVET ise ceddine, tarihine ihanet edip atalarının ruhunu incitiyorsun, bu milletin bir ferdi değilsin; tez zamanda istifa et!..

Dünyanın dört bir yanında Müslümanlar inim inim inlerken sen hiç kılını kıpırdatmıyor, vur patlasın çal oynasın hayatına devam ediyor musun?

Cevabın EVET ise sen vicdan ve merhamete ihanet içindesin, kalp diye göğsünde taşıdığın şey kararmış pis bir taştır, çıkarıp at gitsin!..

Dünyanın birçok bölgesinde Müslümanlar zulüm görürken sen zulüm gören Müslümanlar’ı değil de zulmeden küffarı kendine yakın görüp direnmeye çalışan Müslümanlar’a Batılılar gibi “terörist” diyebiliyor musun?

Cevabın EVET ise sen İslam’a ve Müslümanlara ihanette sınır tanımıyorsun; biz Müslümanlardan değil, ülkemizdeki kanı bozuk Haçlı kalıntılarındansın; bu ülkede aldığın nefes haramdır, hemen ait olduğun yere defol git!..

Avrupa’ya giden bakanımız sınır dışı edildiğinde, başka bir bakanımıza ülkeye giriş izni verilmediğinde, ülkeye hizmet eden bir bürokratımız yabancı bir ülkede tutuklandığında ülkemiz adına üzüleceğine içten içe seviniyor musun?

Cevabın EVET ise sen iflah olmaz bir hainsin ve bu ülke insanına ihanet ediyorsun; seni sevindiren, senin gibi yavşakların ülkesine dönüşü olmayan tek yön bir bilet alıp arkana bakmadan cehennem ol!..

Ülkemiz üzerine oynanan oyunların bir parçası oluyor, kendini hükûmet ya da Recep Tayyip Erdoğan muhalifi olarak tanımlayıp “PKK, DHKP/C, FETÖ” gibi örgütlerle aynı amaca hizmet ediyor musun?

Cevabın EVET ise sen muhalif değil, katışıksız bir hainsin; taşıdığın TC kimliğini hemen iade et, çünkü sen kimliksiz ve kişiliksiz birisin!..

Batı’nın, İslam düşmanlarının, içerdeki teröristlerin, dışarıdaki kâfirlerin bu ülke için HAYIR getirecek bir işin, söylemin ve eylemin içinde olmayacağını akledemiyor, onlarla aynı söylem ve eylem içinde bulunuyor, bundan da rahatsız olmuyor hatta savunuyor musun?

Cevabın EVET ise sen gönüllü veya ahmakça bu ülkeye, bu millete, bu ümmete ihanet ediyorsun; kuyumuzu kazıyorsun, seni o kuyuya gömmek de bu milletin boynunun borcudur!..

Tüm sorulara cevabın HAYIR ise sen bu ülke için bir Fatih Sultan Mehmet, Ümmet-i Muhammed için bir Yavuz Sultan Selim, Batı ve batıl için bir Kanuni Sultan Süleyman adayısın!.. EVET sen Asım’ın neslisin ve hayra motor, şerre fren olmak senin asli vazifendir!..

Bu ülkede senin gibiler olduğu sürece devletimiz ve milletimiz, mazlumların umudu, zalimlerin korkulu rüyası olacak!..

Ver mehteri, vur davula!.. Sen davula güm güm vurdukça ehl-i küfrün yüreği güp güp atacak!..

Kaç çikolata, bisküvi bir ÜLKE/R eder

Ülker, ülkemiz için şüphesiz ki önemli bir marka. Ülkemizin tanıtımında, bilinirliğinin artmasında son yıllarda yurt dışında yaptığı alımlarla önemli katkıları oldu. İslami hassasiyet sahibi insanlar için ise Ülker, eskiden beri çok büyük bir anlam ifade ediyor/du ve Ülker’i Ülker eden, bu ülkenin İslami hassasiyet sahibi insanlarıdır.

28 Şubat sürecinde Anadolu sermayesine ve muhafazakâr diye bilinen şirketlere “yeşil sermaye” yaftasıyla baskılar uygulayıp iflas etmeleri için her türlü kumpas kurulurken Ülker ürünlerini özellikle alır ve bunu neredeyse dinî bir vecibe olarak görürdük. Ülker gibi firmalara yapılan saldırıları kendimize ve İslam’a yapılmış bir saldırı olarak algılardık.

Üniversitede okurken arkadaşlar, Ülker’in yabancı bir takımla yapacağı basketbol maçını izlemek için salona gitmişlerdi. Ülker maçından sonra ise bir bira markası da olan takımın maçı varmış. O maçı izlemek amacıyla gelen ama Ülker maçını da izleyen bir grup da salonda bulunmaktaymış. Gruptaki kızlardan biri Ülker takımının attığı basketten sonra sevinince yanında bulunan erkek arkadaşları, kıza aşırı tepki gösterip “Ülker’in irticacı olduğu, Ülker yerine yabancı takımı desteklemesi gerektiğini” söylemişler. Arkadaş, “Gruba dalıp ağızlarını burunlarını kırmamak için kendimi zor tuttum.” demişti ağlamaklı bir sesle… İnsanlarımız, Ülker’i böylesine sahipleniyordu.

Biz Ülker’i böyle destekleyip savunurken Ülker’in parayı harcarken kendini destekleyen insanların hassasiyetleriyle bağdaşmayan yerlere milyon dolarlar dökmesi, çalışanlarının arasında İslami hassasiyet sahibi insanlara neredeyse yer vermemesi -özellikle üst düzey, vitrin kısmında başörtülü yoktu/r- çalışanlarının seküler kesimden seçilmesi, yaptığı reklamların bizim hassasiyetlerimizle uyuşmaması vb. bizi içten içe rahatsız etmiştir, ancak hep bir teville olayı geçiştirmişizdir.

Kısacası Ülker, parayı bizden kazanıyordu ama kaymağını bizi bir kaşık suda boğmaya çalışanlara yediriyordu. Müslümanlar’ın önemsediği ama Müslümanlar’ı aynı derecede önemsemeyen bir kurum görüntüsü çizdi yıllarca.

Son reklam olayı ise artık bardağı taşıran damla oldu. Bu defa insanlarımız -haklı olarak- çok büyük tepki gösterdi. Ülker’le, ürünleriyle alakası olmayan korkunç bir reklam yayınladı. Korkunç diyorum, çünkü reklamı çocuklarıma özellikle izlettim ve inanın ciddi bir şekilde ürktüler, etkisi de bir süre devam etti. Bu reklam, çocuklara hitap etmediğine göre kime hitap ediyor?

Bir diğer soru da 1 Nisan nedir, kültürümüzdeki yeri nedir ki onunla ilgili bir şaka filmi çekme ihtiyacı hissediliyor? Her şey para mı, ticari kaygıyla her şey caiz mi? Hani dedik ya biz ve Ülker’in hassasiyeti!..

Şimdi bu reklam olayının açığa kavuşmasını ve sorumlularıyla ilgili ciddi yaptırımlar bekliyoruz. Kafamız karışık bu konuda… Hâlâ medyadaki bazı iddiaları Ülker’e konduramıyoruz. Bu reklam kumpası, hem ÜLKEYE hem ÜLKER’e kurulmuş olabilir. Bunu yapanlar, bir taşla kuş katliamını hedeflemiş olabilir. Ülker’ düşen, kendini Ülker eden insanımıza ve devletimize karşı sorumluluklarını yerine getirmesi ve kendine değer veren insanların hassasiyetlerini daha fazla göz önünde bulundurması!..

Zira hiçbir çikolata, bisküvi, gofret bir ÜLKE/R etmez bizim için!..

Kadına özgürlük istiyormuş nefsine tutsak olanlar!..

Cumhurbaşkanımız, Sarıyer’de EVET çadırını ziyaret ettikten sonra CHP’lilerin HAYIR çadırını da ziyaret ediyor.

Reis’in bir kadınla diyalogu duyuluyor. Kadına neden 'hayır' dediğini sorduğunda, "Çağdaş bir yaşam için…" yanıtını alıyor. Bunun üzerine "Niye, şimdi çağdaş bir yaşam yok mu?" diyen Reis, "Bence yok!.." cevabını alıyor. Yine aynı kadın olsa gerek, “Kendimi yeterince güvende hissetmediğim için, kadının özgürlü için hayır diyorum.” şeklinde konuşuyor.

Bu ezber sözleri, sürekli tekrar edilen basmakalıp cümleleri duyunca insanın kusası geliyor. Samimiyetsiz, hep karşı tarafı suçlayan, saldırgan bir dil… Ülkede neler yaşandığını, hangi konularda ne kadar mesafe kat edildiğini bilmeyen, bilmek de istemeyen bir kitlenin “Biz istemezük!..” tavrı… Hiç aynaya bakma gereği duymayan, keser gibi hep kendine yontan; kendi nefsi için karşı tarafı linç etmeye hazır, kendi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımayan bir zihniyet…

Bu zihniyeti biz eskiden beri tanıyoruz, hiç değişmediklerini ve değişmeyeceklerini de üzülerek görüyoruz.

Bu zihniyetin temsilcilerinin “kadın, kadının özgürlüğü” gibi bir kaygısı olmadığını cumhuriyet tarihi boyunca gördük. En son 28 Şubat sürecinde kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi yaşamayan hemcinslerine bu kadınların neler yaptığının canlı şahidi olduk.

Başörtülü gencecik kızlar, bu zihniyetteki kadınlar ve erkeklerin zulümleri yüzünden üniversiteye kayıt yaptıramadı; okuduğu üniversitelerden, memuriyetten atıldı. Başörtülülere hayat zindan edildi.

“İkna odaları”nın(!) mucidi kadın, “Ne güzel zulmettin başörtülülere!” denilerek CHP’den milletvekili yapıldı.

Kendi aralarında yaptıkları toplantılarda başörtüsüne ve başörtülülere ağza alınmayacak ne sözler sarf ettiklerini gördük.

O dönemde bunlarda “kadının özgürlüğü, eğitim hakkı” gibi söylemler görmedik. Tam tersine yapılan zulmü hep az bulup daha çok zulüm edilmesi için canhıraş bir şekilde çalıştılar, daha fazla zulmedilmesi için salya sümük saldırdılar.

Şimdi ellerinden zulmedebilme hakkı, özgürlüğü alındığı için “kadının özgürlüğü” teraneleri söylüyorlar. Yoksa ne hayat tarzlarına müdahale eden ne inançlarına karışan ne eğitim haklarını ellerinden alan var ne de inan/ma/dıkları gibi yaşadıkları için idamla yargılanan bir kadın var.

Ama bunların hepsi, sırf inandığı gibi yaşamak istediği için başörtülülere yaşatıldı. O zaman neredeydiniz? Bizzat zulmedenlerin safında, bizzat zulmedenlerdiniz!.. O yüzden samimiyetsizsiniz, ikiyüzlüsünüz!..

Sizin özgürlükten anladığınız; nefsinize uyup her istediğinizi yapabilmek ve engel olarak gördüğünüz ar namus kavramlarını, maneviyatı, dini inancı, insanların kutsallarını yok etmek!..

Siz değil miydiniz kürtajı bir hak olarak görüp bu cinayeti bile savunma rezilliğine imza atanlar, “Sevişirim, evlenmem; hamile kalırım, doğurmam!..” diye ortalığı velveleye verenler?

Üstad Abdurrahim Karakoç, ne demişti?

“İç votkayı, şarabı; sokaklarda nâra at,
Medeniyet sizlerle yükselmektedir kat kat(!)
Çeşni ruha gıdadır, her gün bir yatakta yat!..
Dışının görünüşü içinin aynasıdır;
Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.”

Sizin özgürlük anlayışınız bu işte!..