12 Nisan 2018 Perşembe

Bu sese kim kulak verecek?

Aşağıda 1997'den beri cezaevinde bulunan, 28 Şubat sürecinin eşkıyaları tarafından mağdur edilmiş, hayatı zalimler tarafından çalınmış; sözde duyarlı, özde duyarsız etki ve yetki sahibi Müslümanlar tarafından görmezden gelinmiş bir ağabeyimizin haklı serzenişini okuyacaksınız!..

Ne söylese, ne kadar sitem etse "Eyvallah" demekten başka bir şey diyemeyeceğimiz bir Müslüman kardeşimiz...

Rabbim sabır versin, çektiklerini cennetine vesile kılsın diyor ve sizi mektupla baş başa bırakıyorum:
28 Şubat birileri için hâlâ devam ediyor; farkında mısınız?

Karanlık bir dönemi anlatmaya, yazmaya harfler, kelimeler yetmez… 28 Şubat 1997 tarihi de bu ibretlik ve acı tarihlerden biri…

28 Şubat’ı sadece o günle anmak, o günden ibaret saymak da büyük bir eksiklik... Zira 28 Şubat, 90’lı yılların başından beri dindar kesime yönelik yoğunlaşarak devam eden bir sürek avının, bir post modern darbenin adıdır.

Dine, dindarlara yönelik en ufak bir müsamahanın gösterilmediği; hakkını aramaya çalışanların, sesini yükseltenlerin basit bahanelerle, uydurma gerekçelerle en ağır cezalara çarptırıldığı; hak, hukukun rafa kaldırıldığı ve tamamen ideolojik, siyasi bir refleks ve intikamla davranıldığı günlerin adıdır 28 Şubat…

Bu kadar açık bir adaletsizliğin ve zulmün yaşandığı ve herkesçe kabul görüldüğü bir dönemde, hâlâ o karanlık dönemden kalma taraflı yargılamalarla cezaevinde kalan Müslümanlardan kaç kişinin haberi var acaba?

28 Şubat, o dönemin militan Kemalist-laik ve FETÖ’cü yargı ve basının değişik kumpas ve basit gerekçelerle içeriye attığı yaklaşık 600 Müslüman Yusuf’i için devam ediyor hâlâ… Onlar için 28 Şubat bitmedi…

En azı 10-15 sene olmak üzere, 25-26 yıldır cezaevinde yatan yüzlerce Müslümandan haberiniz var mı acaba? Mısır’ın ya da İsrail’in zindanlarından bahsetmiyorum!.. Ki onlarda bile bu kadar sayıda ve bu kadar uzun yatan Müslümanlar yoktur herhâlde.İşin acı tarafı, bu cezaların yarısından fazlasının, kendisini muhafazakâr ve İslami bir yapı olarak gören ve üstelik aynı karanlık döneme yakından tanıklık etmiş ve mağdur olmuş bir iktidarın döneminde geçmiş olmasıdır…

Sadece iktidarın değil aynı şekilde İslami basın ve sivil kuruluşlarının en güçlü dönemlerini yaşadıkları bu süreçte dahi tüm bu mağduriyetlerin hâlâ devam ediyor olmasıdır. Bu çok acı bir durum… İçeride çeyrek asırdır yatan Müslümanların bu mağduriyetlerinin, devamlı sürmanşetlerinden inmeyen bir magazin haberi kadar kıymetinin olmamasıdır bizi yaralayan...

Sol parti ve basın, suçları sabit olduğu hâlde üç dört yıl içeride yatan mahkûmları için kıyametleri koparırken onlar için haykırmaktan, savaşmaktan çekinmezken, haksızca içeride yatan yüzlerce Müslüman mahkûm için son derece gevşek davranan siyasetçisinden, medya patronuna, köşe yazarından, sivil kuruluşlara kadar herkes büyük bir vebal altındadır. Bu bir ayıp ve utançtır…

Çoğunun suçlu olduğu Ergenekon ve Balyoz sanıkları bile taraftarlarının bu samimi sahiplenmesi sayesinde dışarıdalar şimdi. Üstelik yüklü tazminatlarla ihya ediliyorlar… Oysa bizi içeriye tıkan, bize bu 28 Şubat zulmünü yaşatan bu zihniyet değil miydi? Durum böyleyken onlar nasıl oluyor dışarıda, bizler içeride oluyoruz hâlâ? Biz suçluyduk da onlar suçsuz muydu? Hayır, mesele burada suçlu olmak ya da olmamak değil… Mesele sesinizin çıkması, bir koruyanınızın, kollayanınızın olması… Bütün mesele bu... Ve maalesef içeride bunca yıldır yatan Müslümanların sahipleri, kollayanları yok!.. İktidarda olmalarına, güçlü bir medyaya sahip olmalarına ve her yönüyle serbest olmalarına rağmen yok… Bunca sene içeride yatmalarının tek nedeni de kardeşlerinin onları kuyuda unutması ya da bildikleri hâlde susmalarındandır.

Bu sebeplerden hangisi hafif bilmiyorum. Hangisiyle avunurlar onu da bilmiyorum. Bildiğim şey, hâlâ paslanmamışsa vicdanlar, bunun derin bir utanç olduğudur... Hâlâ kardeşlik hukukuna inanan yürekler varsa bu hukukun neresinde olduklarını düşünmeleridir. Bir özeleştiri yapmalarıdır. Duyarlı kardeşler gibi en güçlü şekilde, “Yeter artık! Bu 28 Şubat son olsun!” diye haykırmaları ve bu iş neticeleninceye kadar bunu bir sorumluluk addetmeleridir.

28 Şubat 1997 zulmün adı...

Yakın zamanda doğmuş veya o tarihlerde henüz küçük olan Müslümanlar için bu tarih çok şey ifade etmiyor olabilir. Zaten benim de buradaki sitemim onlara değil. O zalim, karanlık dönemi ta iliklerine kadar yaşayanlara… Bizimle o acı havayı teneffüs eden, duyarlı(!) “kardeşlere"dir bu cümlelerim!..

Evet, bu satırlar o karanlık günleri yaşayan duyarlı(!) ve vefalı(!) kardeşleredir…

O dönemin zulmüne bizzat şahit olmuş, mağdur olmuş; siyasetçisiyle, medya sahipleriyle, köşe yazarlarıyla, iş adamlarıyla, sivil dernekleriyle "kardeş" olduğumuzu düşündüğümüz, aynı yolun yolcusu olduğunu düşündüğümüz, aynı zulme maruz kaldığımız kardeşleredir bu kırık cümleler...

Öyle görülüyor ki bu tarih onlar için de çok bir şey ifade etmiyor artık. Zira onlar mağduriyetlerini gidereli çok oldu. Hükûmet oldular, büyük iş adamları oldular, medya patronları, köşe yazarları oldular… Artık çok önemli, çok değerli işleri var… Yaklaşık çeyrek asırdır cezaevinde olan bizim gibi önemsiz ve tali bir mesele durumundaki yüzlerce mağdurdan onlara ne?

Henüz 18’inde, 19’unda içeri alınıp bugün saçları sakalları beyazlayan dedelere dönen, dört duvar arasında çile çeken kardeşlerinden onlara ne?

Katliam bile yapsan en fazla on sene yatıp çıkılan bir ülkede, İslami kimliklerinden ve zulme karşı seslerini yükseltmelerinden başka bir suçu olmayanlar, Kemalist-laik ve FETÖ’cü basının yönlendirmesi, yargısının yargısız infazıyla çok ağır cezalara çarptırıldığı mazlumlar hâlâ (25-26 senedir) içeride!..

Çocuklukları, gençlikleri, umutları ellerinden alınan bu genç kardeşlerden kime ne?

İçeriye girerken nişanlı olan ve hâlâ nişanlısı, tam 24 yıldır kendisini dışarıda bekleyen Mustafa’dan ve cefakâr nişanlısından kime ne?

İçerideyken babalarını, annelerini, kardeşlerini, yakınlarını bir bir kaybeden, onların taziyelerine bile gidemeyen onlarca Müslüman'dan kime ne?

Yıllardır cezaevi yollarında kahır çeken, cezaevi kapılarında yaşlanan analardan, babalardan, kardeşlerden, ailelerden kime ne?

İçerideyken çocuğu büyüyen, delikanlı olan, genç kız olan, evlenen ve bunların hiçbirisine eşlik edemeyen, yanlarında olamayan kardeşlerden kime ne?

Gözaltında felç olan, hiçbir şekilde kendisine bakamayan ve çıktıktan kısa bir süre sonra vefat eden Cengiz Sarıkaya kardeşimizin o felçli haliyle tam 12 sene cezaevinde yatırılmasından kime ne?

Cezaevindeki yardıma muhtaç, hasta, yaşlı kardeşlerimizden kime ne?

Onlar kim ki? Biz kimiz ki?

Anaları mıyız, babaları mıyız, çocukları mıyız, eşleri miyiz, kardeşleri miyiz etki ve yetki sahiplerinin?

Biz onlara mı sorduk da bu kuyuya düştük, değil mi? Onlara ne?

Onların çok büyük işleri, önemli meseleleri var artık… Kaybedecekleri çok şeyleri var… Cezaevinde çile çeken yüzlerce mağdur gibi onlara dokunmayan, çok da bir şey kazandırmayan bir meseleden onlara ne?

Onlar mağduriyetlerini giderdiler; çocukları, aileleri yanlarında, selametteler, rahattalar, bolluktalar… Onlar o karanlık günleri atlattı.

Hükûmet oldular, iş adamları oldular, dernek sahibi oldular, medya patronları oldular, köşe yazarları oldular… Her bir şey oldular olmasına lakin bir "kardeş" olamadılar bize maalesef...

Kardeşlerini kuyuda unutup, gittiler...



28 Şubat 2018… Vefasızlığın adı...

Abdüsselam Durmaz

M Tipi Batman cezaevi


Not: Yazının bana ulaşmasına ve en azından bir Müslüman kardeşimizin sesi olmamıza vesile olan Ahmet Tevfik Durmaz Beyefendi'ye teşekkürlerimle...

Bacım; olayı sen çok yanlış anlamışsın, vallahi bildiğin gibi değil!..

Fatih Camii'nde bir amcanın bir kadını camiden kovduğu şayiasıyla başlayan bir cami işgal(!) hareketi var malum!..

Fatih Camii'nde bir amca kadını gerçekten kovmuş mudur bilemem ama Fatih Camii'nin sahibi amcalar var ve cami adabına uymayana haddini bildirirler iyi bilirim.

O amcalar, 7/24 Fatih Camii'ndeler ve o caminin yıllardır gönüllü bekçisi durumundalar. Hele boyu küçük, yüreği büyük bir hafız amcamız var ki 12 Eylük 1980 Darbesi'nden sonra kendini yarı tanrı gören Kenan Evren'in karşısına geçip haddini bildirmiş eli öpülesi bir amcadır. Camiye gelip cami adabına uymayana mı haddini bildirmeyecek? Özellikle öğrencilik yıllarımızda yıllarca Malta Çarşısı'nda oturduk, Fatih Camii'nin cemaati olduk; bu amcaların hayrından, iyiliğinden başka bir şey görmedik. (Tabii geceleri Caminin avlusunda top oynarken yakalandığımız günleri saymazsak...) Dolayısıyla birilerini camiden kovmuşlarsa büyük ihtimalle kovulacak bir şeyler yapmışlardır!..

Bu camiden kovulma tartışmasından sonra bir grup muhafazakâr feminist -dinin en temel mahremiyet kurallarını bile çiğnediklerine göre neyi muhafaza ettiklerini de bilemiyorum ama- Fatih Camii'ni basıp(!) camide erkeklerin içinde namaz kılma eylemi yapıyorlar. Bunu da "Kadın camide olmalı!.." gibi masumane bir talebe indirgiyorlar. Bacılar, ben hanımımla Türkiye'de birçok yeri gezdim, yüzlerce camiye girdim, daha kadını camiden kovanı görmedim. Böyle birini görürsem merak etmeyin, size gerek kalmaz, ben o adamı indiririm.

Bacılar, namaz kılmak kutlu bir eylemdir; sizin böyle nefsi, ego besleyen egsantrik eylemlerinize alet edilemeyecek kadar kutlu bir eylem... Lütfen kendinizi gösterebileceğiniz farklı alanlar keşfedin!.. Daha orijinal, daha çok ses getirecek eylemler... Bulamazsanız söz veriyorum, ben size yardımcı bile olurum; yeter ki dinimizle, İslamiyet'in ruhuyla, insanların saf dinî duygularıyla oynamayın, zihinleri bulandırmayın!..

Talebiniz, camilerde kadınlara ayrılan bölümlerin güzelleştirilmesi, kadınlar için ayrılan abdesthanelerin düzenlenip daha insani şartların sunulmasıysa eyvallah... Bundan ben de şikâyetçiyim. Ama "Caminin havasını soluyamıyoruz, kubbenin altında namaz kılamıyoruz, arka saflara atılıyoruz..." gibi işi sulandıran söylemlere girdiğinizde ne samimiyet kalıyor ortada ne iyi niyet!..

Kadın, Fatih Camii'nde BBC'ye "Arkadaşlarla beraber okuyabiliyoruz, beraber çalışabiliyoruz. Aynı sırada oturup ders çalışabiliyoruz ama camiye geldiğimizde ben doğrudan arka saflara atılıyorum. Caminin atmosferinden, onun yaşadığı cemaat atmosferinden ben yararlanamıyorum... " diye açıklama yapıyor. Yani erkeklerin arkasında saf tutmaktan çok rahatsız hanımefendi!.. Fesubhanallah!.. Bacım; sen bir erkeğin önünde namaz kıldığında, aynı safa girdiğinde cemaat, cami, namaz atmosferi diye bir şey kalmaz ki!.. Biz sapık olduğumuz için karşı çıkmıyoruz buna!.. Olayı sen çok yanlış anlamışsın, vallahi durum senin bildiğin gibi değil. Başörtülüsün, kendini muhtemelen dindar diye tanımlıyorsun ama yaklaşım tarzın çok Protestan!..

Sen beraber okuduğun, çalıştığın erkeklerle sadece camide aynı yere gidemiyor değilsin ki çok farklı yerlere giderken de onlardan ayrı gidiyorsun.

Yapmayın Allah aşkına!.. Zihinler zaten yeterince bulanık, daha fazla oynamayın insanların dinî duygularıyla, sulandırmayın beyinlerimizi!..

Çocuk, aile, öğretmenlik ve eğitim

Öğretmenlik, gerçekten zor bir meslek ve eğer ki eğitimci olarak belli bir idealiniz, toplumsal bazı kaygılarınız yoksa parası pulu için yapılacak bir meslek değil. Öğretmenlik, sadece dersinizi anlatıp işinizi sınıfta, okulda bırakabileceğiniz bir meslek değil. Ders anlatmak belki de işin en kolay kısmı...

Öğretmenseniz bir defa sabır konusunda çok iyi olmalısınız, sinirlerinizi aldırmalısınız. Kendinizi çok iyi ifade edebilmelisiniz. Haksızlıklara açık olmalı, gelebilecek suçlamalara karşı her an savunmaya hazır olmalısınız. Verdiğiniz ve vermediğiniz notları, çok iyi hesaplamalı; bunun hesabını önce öğrenciye, sonra aileye, yerine göre de idareye çok iyi verebilmelisiniz. Çünkü şimdiki ailelerin geneline göre notu öğrenci almıyor, öğretmen veriyor.

Öğretmenseniz insan yönetiminde kusursuz olmalısınız; sınıfta veya okulda bir öğrenci, yaramazlık yapıyorsa bu öğretmen olarak sizin kusurunuzdur. Evde çocuk aşırılıklar yaptığı zaman anne ve baba çocuğa kızabilir, yerine göre anneden terlik, babadan tepik yiyebilir. Ama bu çocuğun yaramazlığındandır ve anne baba hep haklıdır. Ancak siz okulda aynı çocuğa sesinizi yükseltemezsiniz. Annesi çocuğu avutamamış, babası büyütememiş, çevresi çocuktan illallah etmiş, ancak siz o çocuğu okulda, sınıfta muma çevirmeli, hem çocuğu memnun etmeli hem başarılı kılmalısınız. Eğer ki olmuyorsa öğretmen olarak siz işinizi yapamıyorsunuzdur(!)

Eskiden sorunlar, okul-öğretmen-aile işbirliği ile çözülmeye çalışılırdı. Şimdi ise öğrencinin bir hatası, sıkıntısı olduğunda aileye aktaramazsınız, diyelim ki aktardınız, “Bu sorunu nasıl çözeriz.” diyen değil de “Sorunu nasıl örteriz.” ya da “Sorunu nasıl başkasının üzerine yıkarız.” diye düşünen ve kendi çocuğuna toz kondurmayan aile tipleriyle karşılaşyorsunuz genellikle.

Herkesin çocuğu kral, kraliçe; herkesin çocuğu sütten çıkmış ak kaşık... Peki, bu kadar sorunlu çocuk kimin? Çocuklarımızın doktor, mühendis, avukat olmasını değil de insan olan bir doktor, bir mühendis, bir avukat olmasını istiyorsak çocuklarımızı iyi tanımalı, olumsuz özelliklerini törpüleye törpüleye, olumlu özelliklerini ön plana çıkara çıkara çocuklarımızı eğitmeliyiz. Çocuklarımızın başarılı olmasından önce insan olmasını istemeli, en azından başarısı için gösterdiğimiz çaba kadar insani özelliklerle donanması için çaba göstermeliyiz.

Eğitimde okul-aile-öğretmen koordinasyonu iyi sağlanmalı, aileler çocuklarını "Sütten çıkmış ak kaşık." olarak görmemelidir. Çocuklarıyla daha iyi iletişim hâlinde olmalı, bir sorun olduğunda öğretmeni, eğitim kurumunu suçlamamalı; öğrencideki sıkıntıları gidermeye çalışmalıdır. Aile, kendi sorumluluklarını öğretmene, eğitim kurumuna yıkarak istediği sonucu elde edemez.

Hiçbir öğretmen, anne ve babanın; hiçbir eğitim kurumu aile kurumunun yerini tutamaz.

MEB’e de bu konuda tavsiyem: öğretmenin akademik bilgisini ölçmeye ve notla öğretmeni hizaya getirmeye çalışmadan önce bu milletin geleceğini, değerlerini, köklerini, tarihini önemseyen öğretmenleri ön plana çıkarıp itibarını artırın ki geleceğimiz kurtulsun!.. Veli ve öğrenci karşısında itibarsızlaştırılan öğretmenden millete de devlete de hayır gelmez. Bizim öğrenci ve velilerimizin ekseriyeti maalesef ki öğretmeni değerlendirebilecek yetkinlikten uzak ve yakın zamanda da bu mümkün değil!..

“Aydın Doğan” karanlık yaşayan adamın çöken imparatorluğu

Bundan tam bir yıl önce yazmışım aşağıdaki satırları:

“Her insan doğar, büyür, yaşar ve ölür.

Kimisi zillet içinde yaşar, millete illet olur.

Kimisi adalet, merhamet, hakkaniyet ölçüsünde yaşar; milletin sevgisi onun için sel olup taşar.

Kimisi dünyalık her şeye sahip olur ama bir insan için elzem olan şeref, namus, haysiyetten mahrum olur; vatanına ihanet eder, ihanet edenlere kol kanat gerer, sıkışınca ipe un serer, rezilce bir hayat sürer.

Rabb'im, hiçbirimizi ‘AYDIN’ görünüp ‘karanlık’ içinde yaşayanlardan, bu topraklarda ‘DOĞAN’ ama başka ülkeler, odaklar için ölenlerden eylemesin.”

Ve şöyle devam etmişim:

“Bir insan düşünün ki elinde dünyalık her türlü güç bulunsun: Basını, televizyonu, şirketleri, holdingleri... Bu ülkede, bu milletin sırtından Karun kadar zengin olsun ama bulduğu her fırsatta onların aleyhine faaliyetlerde bulunsun.

Milletin kutsallarıyla, dinî ve millî değerleriyle problemleri olsun. Millete hakaret etmek, kutsallarına saldırmak için fırsat kollasın, bulamazsa fırsat oluştursun.

Hep zalim olsun, zalimlerden yana olsun ama hep mazlum rolünü oynasın.

Ülkede vesayet rejiminin sürmesi için çevirmediği entrika kalmasın; TV'lerinde terör propagandası, gazetelerinde darbe çığırtkanlığı yaptırsın ama hiçbir yaptırıma tabii tutulmasın.

Sahibi olduğu gazeteleri, televizyonları silah olarak kullansın; çalışanlarını iş takipçisi yaptırsın, ihale peşinde koştursun, sonra da basın ilkelerinden bahsetsin.

Kendine muhalif olanları sahip olduğu yazlı ve görsel basın imkânlarıyla itibarsızlaştırsın, insan içine çıkamaz etsin!..

28 Şubat gibi 27 Nisan gibi darbe ve darbeye teşebbüs günlerinde demokrasiden yana değil de demokrasiyi ve insan haklarını katledenlerden yana olsun ama kendini hep en demokrat olarak satsın.

Darbe yapmaya yeltenen olursa hep onların safında yer tutsun, darbe yapacak kimse ortalıkta görünmediği zamanlarda ise darbe çığırtkanlığı yapıp karanlık odaklara darbe davetiyesi çıkarsın.

Sonra da bütün bu yaptıklarının yanına kâr kalacağını, bunların hesabının sorulmayacağını, hep karanlık odaklar tarafından korunacağını düşünerek yaşasın.

Artık devir eski devir değil; oyun oynadığı, kumpas kurduğu, alt etmeye çalıştığı lider de kadrosu da daha önce başını yediği ya da diz çöktürdüğü siyasilere, devlet yöneticilerine benzemez.

Millet de artık eski millet değildir; öyle televizyonlarında, gazetelerinde pişirip piyasaya sürdüğü yalan, iftira haberleri sorgulamadan kabul eden, aba altından gösterilen sopalarla sindirilen millet de yok artık karşısında!..

Ey devletin ve milletin sırtındaki illet!..

Devletin de milletin de sana ve saz arkadaşlarına tahammülü kalmamıştır bilesin!..

Güvenip sırtını dayadığın güç odakları, istediği kadar baltaları çıkarıp bıçakları bilesin!..

Senin ve çok güvendiğin servetinin yok olması için küçük bir kıvılcım kâfidir, yeter ki Rabb'im dilesin!..”

Bu yazıyı neden daha önce yazmamışım ki!.. Rabbim, duymuş sesimizi ve dua niyetine kabul etmiş sanırım.

Rabbim, sana şükürler olsun ki Doğan Medya İmparartorluğu'nun çöküp sahneden çekildiğini gösterdin bize!.. Şimdi de attıkları iftiralarla hayatını zindana çevirdiği Müslümanlar hatırına Doğan'ın, kalemini silah olarak kullanan avanelerinin hapislerde çürüdüğü günleri göstermeni niyaz ediyoruz!..

Tez zamanda olsun Rabbim, zira Müslümanlar olarak çok dertli ve şekvacıyız onlardan!..

Doğan Medya'nın satışı ve Aydın Doğan'ın günah galerisi

Aydın Doğan? Doğan Medya Grubu?

Bu isimleri duyunca sizin de içinizde fırtınalar kopuyor mu?

Siz de Aydın Doğan ve Doğan Medya Grubu'nun bu ülke için bir güvenlik sorunu olduğunu düşünüyor musunuz?

Yine siz de millî, manevi değerlerden ne varsa hepsine düşman; gayri millî ve maneviyat düşmanı ne varsa hepsine dost olan ve de teyakkuz hâlinde olunması gereken bir grup olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu fikirde değilseniz durun kim olduğunuzu hemen söyleyeyim:

Siz ya bu ülkenin ortalama insanıyla alakası olmayan, bu dünyaya kâm almaya gelmiş, gam nedir bilmeyen "Beyaz Türkler" denilen familyadansınız!..

Ya iflah olmaz Kemalist-laik kesimin kendine demokrat, Müslüman'a hoyrat takımındansınız!..

Bilemedim mi? Acele etmeyin!.. Bunlardan birine ait değilseniz Doğan Medya Grubu'nun satın aldığı geçmişte muhafazakâr olan, muhafazayı bırakıp kârına bakmış, ahiretini dünyasına satmışgillerdensiniz!.. Çünkü diğer türlü bu gruptan rahatsız olmama gibi bir ihtimaliniz yoktur!..

Bu grubun hışmına uğramamış, bir şekilde bunlardan zarar görmemiş olma ihtimaliniz öldükten sonra dünyaya geri gelme ihtimalinizle aynı!..

Şimdi bu Doğan Medya Grubu satılıyor!.. Vardır bunda da bir bit yeniği!..

Bu yağlı kuyruğu Aydın Doğan ve avanesi kolay kolay bırakmaz!.. Bu medya sayesinde nice ihale pazarlıklarına girişti, nice ihaleler kaptı, nice bakan ve başbakanlar değiştirdi!.. Ülkede nice algı yönetimlerine imza attı, nice Müslüman'ın ve millî bir duruşa sahip insanın hayatını zindan etti.

Şimdi sırf keyfekeder bir bahaneyle medya dünyasından çekilip normal bir iş adamı rollerine giremez!..

Ya şimdi bir konuda devletle ciddi bir sorun yaşıyor arka planda ya da 28 Şubat davası belli bir aşamaya geldi malumunuz, o davadan çıkacak sonuca göre organizatörlerin başını çeken ve 28 Şubatçıların gazlayıcısı olarak sıranın kendine geleceğini anladı ve ön almaya çalışıyor.

Sebep her ne olursa olsun, Aydın Doğan ve avaneleri, bu kadar rahat bir şekilde köşesine çekilememeli!.. Özellikle 28 Şubat'ın hesabı bu gruba sorulmalı, o dönemde Müslümanlara çektirdikleri burunlarından fitil fitil getirilmeli!..

Doğan Medya Grubu'na 28 Şubat'la ilgili dokunulmadan o lanet 28 Şubat Süreci bitmiş olmaz!..

Geçmişte medyayı silah olarak kullanmış, kendi menfaati için ülkeyi uçurumun kenarına getirmiş bu grup, hak etmeden kazandıkları karşısında hak ettiği cezayı ve yaptırımı mutlaka görmelidir!..

Özellikle 28 Şubat sürecinde atılan şu manşetleri unutmak mümkün mü?

Ordudan Son Uyarı, Erbakan Geriyor, Tehdidin Adı İrtica, Son Uyarısı Refah'a, Erbakan Bırakıyor, Ordudan Son Uyarı, Çankaya Devrede, Hoca'yı Göndermek Artık Vacip Oldu, 28 Şubat Süreci Bin Yıl da Sürer, 28 Şubat Bitmedi (Milliyet)

Hükümet Hemen Bitmeli, Yapayalnız Kaldılar, Zorluk Çıkarmadı, Gerekirse Silah Bile Kullanırız, Askerin 20 Şartı, Beceremediniz Artık Bırakın, Ya Uy Ya Çekil, Böyle Basıldı,Karargâh Rahatsız, 411 El Kaosa Kalktı, Siyasi Hayatı Bitti, Tayyip'e Şok Ceza, Muhtar Bile Olamayacak (Hürriyet)

Bunlar manşetlerin bir kısmı!.. Daha neler var, neler?

Şimdi bu manşetler gazetecilik mi? Şimdi bunları yapanlar, sessizce köşesine mi çekilecek?

Olmaz, olamaz, kabul edilemez!..

İlla köşesine çekilecekse Doğan ve avanesi, hapishane köşeleri de çekilmeleri için gayet uygun ve hakkaniyetli!..

Bostancı Metrosu'ndaki bostan korkulukları

Ülkemizde kendilerini bu milletin efendisi; milleti de kendileri gibi düşünüp, inan/may/ıp yaşayanların marabası sayan sapık zihniyetli, alçak tıynetli, ihanete niyetli, kâfir alametli azgın bir azınlık var!..

Bunlar; millete, değerlerine, inancına, yaşam tarzına düşman; yaptıklarından değil, yapamadıklarından pişman...

Bize asıl Ermeni, Rum, Yunan, Alman, İngiliz değil; bizden olup gâvurdan daha gâvur olan bu tipler düşman!..

Neden mi? Çünkü bunların bu millete yaptığını kâfir oğlu kâfir yap/a/madı, yap/a/maz. Sayıp dökecek, çetelesi tutulacak o kadar çok şey var ki ama ben şimdilik biri üzerinden gideyim!..

Yer, Bostancı Metrosu!..

Olay, kuduz bir itin başörtülü bir hanımefendiyi dalaması, ısırmaya yeltenmesi, salyasını hanımefendiye bulaştırması...

Asıl üzücü olan ise o sırada orada olan onlarca bostan korkuluğunun bu iti kovmak, kovalamak, korkutmak için hiçbir şey yapmaması...

Akıl almaz, vicdana sığmaz, insanlığa uymaz olayın ayrıntısı tam da şöyle:

Bostancı Metro durağında tesettürlü bir hanımefendi, asansöre binmek için bekliyor. O sırada kalabalık bir grup asansörden iniyor. Hanımefendi ise kenara çekilip asansöre binmek için kalabalığın dağılmasını bekliyor.

O sırada bir kişi/liksiz asansörden iniyor, yolcuların gitmesini bekliyor. Hanımefendi, tam asansöre binecekken kadına tükürüp "yobaz" diye hakaret ve küfür ediyor. Bu görüntüler de güvenlik kamerasına aynen yansıyor.

Hanımefendi de doğal olarak bu olay üzerine polis merkezine gidip şikâyetçi oluyor. Çirkef herif, gözaltına alınıyor. Savcının tutuklama talebini mahkeme reddediyor ve yurt dışına çıkış yasağı koyarak şüpheliyi serbest bırakıyor.

Şimdi bu olaydaki gayri insani, gayri ahlaki, gayri vicdani noktalardan hangisine yanarsın?

Sırf inancından dolayı örtündüğü için inançsız bir zorbanın, ahlaksızın, vicdansızın bir hanımefendiye hakaret edip yüzüne tükürecek kadar alçaklaşmasına mı?

Kendini bilmez aşağılık bu zorbanın yaptığı bu ahlaksızlık karşısında oradan geçen, olaya şahit olan hiç kimsenin o şahsiyetsize ses çıkarmamasına mı?

Bu ahlaksızın yakalanıp mahkemeye çıkarılmasına rağmen -güvenlik kamerası kayıtları ortada dururken- tanık yok diyerek tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmasına mı?

Söyleyin siz hangisine yanarsınız? Hangisine isyan edersiniz?

Böyle bir yaratığı yetiştirip milletin içine salan ana babaya yuh olsun!..

Böyle bir kuduz itin hiçbir suçu olmayan bir kadına saldırmasına en ufak bir tepki vermeyen oradaki bostan korkuluklarına yuh olsun!..

Bu yaptıklarına rağmen onu salıveren hukuk sistemine, hâkim ve savcısına yazıklar olsun!..

Bir sakallı mini etekliye bunun onda birini yapsa dünyayı ayağa kaldıracak olan ama bu olay için açıklama bile yapmayan modern(!) kesimin çağdaş fikirli insanlarına ve siyasi temsilcilerine yuh olsun!..

Mesele benim için mini etekli ya da tesettürlü olması değil ama sessiz kalan çağdaş kesim için tam da bu!.. Zihniyetinize, ikiyüzlülüğünüze, samimiyetsizliğinize tüküreyim sizin!..

Asıl sözüm ise İslamcı geçinen feministlere!.. Siz de gidin camilerde erkeklerle nasıl aynı safta namaz kılarız, nasıl dinin içine, camiye fitne sokarız peşinde koşun!.. Dinin ruhuna aykırı bir uygulamayı nasıl hayata geçiririz diye uğraşın!.. Bu mesele sizin gündeminizi meşgul edecek kadar önemli değil!.. Sizin mücadeleniz Müslüman erkeklerle!.. Din düşmanı erkeklerle sorununuz yok!..

Dert çok, hemdert yok; düşman kavi, tali’ zebun

Ya hu ülkemizin gündemi ne kadar yoğun!..

Tam diyorum ki bugün şu konuyu yazacağım; başka bir gündem çıkıyor, konu değişiyor.

Şimdi herkes hızlı yaşayıp genç ölüyor, cesetler yakışıklı!..

Kalpler, ruhlar, iç dünyalar mı?

Ne siz sorun ne ben söyleyeyim, diyeceğim ama sordunuz madem söyleyeyim:

Kalpler taş, ruhlar ayyaş, iç dünyalarda sürekli bir telaş!.. Anlayacağınız ahirimiz yaş!..

Kalp var mı ki taş olsun, ruh kaldı mı ki ayyaş olsun? derseniz itiraz edemem!..

Kimse durup düşünmüyor ne yaşayayım, nasıl yaşayayım diye!..

Varsa yoksa yaşamak, tüketmek, haz almak...

Kimsenin, hiçbir şeyin keyfimizi bozmasına tahammülümüz yok.

Hoşlanmıyoruz derdi olandan, gamla dolandan; bizi sahte dünyamızda eğlendirsin de pek keyif alıyoruz yalandan, dolandan...

Burnumuzun dibinde Müslümanlar kuş avlanır gibi avlanırken ülkemize sığınabilen şanslı(!) masumlar için "Her yeri Suriyeliler bastı." diyecek kadar insanlığımızdan uzaklaşabiliyoruz.

İslamlığımıza ise hiç değinmeyelim.

Hâlbuki bize ne zararları dokunuyor? Şikâyet edenlere bakıyorum, ne Suriyeli kardeşlerimiz yüzünden kazançları azalmış ne onlarla ekmeklerini paylaşmış ne de onların dertleriyle dertlenmişler.

Hatta onlara barakadan farksız evini lüks daire gibi fahiş fiyata kiralamış, iş yerinde ucuz işçi/köle olarak çalıştırmış, onlar sayesinde satışları katlamış. Ama ağzını açınca "Suriyeliler ülkemizden gitsin."

Bu tipler, hem "Suriyelilerin ülkemizde ne işi var?" diyor hem de Suriyelilerin ülkesine dönebilmesi için devletimizin ve ordumuzun Suriye topraklarını güvenli hâle getirip ülkemizde mecburi misafir olan kardeşlerimizin ülkesine dönüşünü sağlamak için yaptığı operasyonlara karşı çıkıyorlar.

Üniversitelerde(Boğaziçi) Afrin Zaferini kutlayan gençlerimize saldırıp örgüt propagandası yapıyorlar.

Bu kadar özgürlük fazla!.. Vatanına,milletine ihanet edene hoşgörü göstermek, ihanete ortak olmaktır!..
Boğaziçi ve tüm üniversitelerdeki terörist ve teröristseverler, önce üniversiteden, sonra vatandaşlıktan atılmalı ve kodese tıkılmalı!..

Bize dertli insan lazım, derdimize ortak olacak adamlar lazım; başımıza dert olan ve dert açanları sırtımızda taşıdığımız yeter artık.

Hem bu ülkenin her türlü nimetinden faydalanacaksın hem de külfetini hep başkalarının sırtına yükleyeceksin!..

Hem bu ülkenin kaymağını yiyeceksin, kaynağını tüketeceksin hem de insan kaynağına, insanına düşman olacaksın!..

Hem devlet, millet ve ordumuz yedi düvelle savaşırken devletin, milletin, ordunun yanında yer almayacaksın hem de askerimizi katliam yapmakla itham edeceksin!..

Be ahmaklar, bizim ordumuz da milletimiz de devletimiz de imha etmez, ihya eder!..

Ama nereden bileceksiniz ki?

Kendi tarihine düşman olanların tarihini bilmesi ve tarihin kendine yüklediği misyondan, atalarındaki vizyondan haberi olması mümkün mü?

Sizler ancak meyhanelerde gezinir, barlarda tepinir; domuz yiyerek semirir, Batı'dan gelen kemiği kemirirsiniz!.. Bir de kendi milletinize, devletinize çemkirirsiniz!..

Ne demişler? İt ürür, kervan yürür...

Kervan yola çıktı, yiğit düştüğü yerden kalktı? Bundan sonra siz ve ağababalarınız mal mal bakacaksınız!..

Sema Maraşlı, feminizm ve İslamcı feministler

Sema Maraşlı Hanımefendi'yi birkaç fuarda uzaktan görmüş olmak dışında kendisiyle tanışıklığım yoktur. Kendisi de beni tanımaz muhtemelen... Baştan söyleyeyim, benim onun reklamını yapmak gibi bir niyetim, Sema Hanım'ın da buna ihtiyacı yok.

Kendisini ilk olarak Akra FM'de okunan masallarıyla tanımıştım, daha sonra ise kadın ve aile üzerine yazdığı yazılarla Haber7'den biliyorum.

Sema Maraşlı Hanımefendi'yi bizim için değerli kılan asıl nokta ise kadınların eşitlik safsatasıyla zihinlerinin iyice bulandırılıp feministleştirildiği zaman ve zeminde kadın ve aile konusunda tam bir Müslüman duruşu sergilemesi... "Modern(!) dünyanın modern(!) insanları ne der?" diye düşünmeden hak bildiğini dillendirmesi, Müslüman kadının ve genç kızın nasıl olması gerektiği noktasında yazdığı yazılar, kitaplar ve yaptığı çalışmalar...

Kadın ve kadın hakları konusunda günümüzün çarpık anlayışı konusunda kadınlarımızı uyaran, sorunların üstesinden nasıl gelinebileceğine dair çözüm önerileri sunan, takip edilmesi gereken bir kişi kesinlikle...

Gittikçe fıtratından uzaklaşan kadın ve erkek tiplerinin aksine fıtrata, yaradılışa, Müslümanca bir yaşam ve aile hayatına vurgu yapıyor. Gittikçe kadın lehine dengenin bozulup aile hayatının dinamitlenmesine, erkeğin itibarsızlaştırılmasına karşı kalemiyle ve kelamıyla mücadele ediyor.

" Yaradılışın aksine giderek mutlu olmak diye bir şey yoktur." diyor. Yine "Feminist kadın, kaybedilmiş kadındır." deme cesaretini gösterebiliyor hem de böyle bir zamanda!..

"Kadın hakkını değil, aklını kullanmalı... Ortalık haklarını bilen, yalnız ve mutsuz kadınlarla dolu. Tabii bir de eşiyle hak mücadelesi yapmaktan yorulmuş bezgin kadınlarla..." diyor. Çok yerinde tespitler kesinlikle...

Aslında kadınlarımız; çevrelerine şöyle bir baktıklarında en mutlu kadınların evine en çok bağlı olan, ailesiyle, çocuklarıyla -varsa tabii- ve kocasıyla en fazla vakit geçiren kadınlar olduğunu görecekler!..

En mutsuz kadınların da -ne kadar kariyer sahibi olsa da, paraya para demese de, herkesin gıptayla baktığı biri olsa da- düzgün bir aile hayatı olmayan, zamanında çoluk çocuğa karışmamış, bir erkeği mutlu edip onunla mutlu olma bahtiyarlığına erememiş kadınlardan oluştuğunu görecekler!..

Kadınlarımız; o kadar olumsuz propagandaya maruz kalmaktadır ki aile kurmayı, evinin kadını olmayı, ailenin oksijen kaynağı, geleceğimizin teminatı olan çocuk doğurmayı, kendi çocuğuna bakmayı, kocasına muhtaç olmayı utanılacak bir şey olarak görüp mutluluğu ısrarla evinin dışında aramaktadırlar.

Bu zihniyet sakattır, bu zihniyet sorunun ana kaynağıdır. Kadın ve erkek, kendi fıtratının sınırlarına çekilmezse aile kurumu bitecek ve dünya daha da yaşanmaz hâle gelecektir.

Bu konularda farklı düşünüyorsanız ya da kafanız karışıksa kesinlikle -özellikle hanım kardeşlerimize- Sema Maraşlı Hanımefendi'nin kitaplarını öneriyorum.

Eşim Aşkım Olsun, Eşimle Tanışmayı Unutmuşun, Sevmek Bu Kadar Güzelken, Tatlıya Bağlayalım, Mutlu Evlilik Okulu, Eşimin Eşi Yok, Evlendikten Sonra da Muhabbet Olsun, En Güzel Hediye, Huzur Bulalım Diye

Okuyun, pişman olmazsınız; hatta dua edersiniz.

Herkese helal, Müslüman'a haram


Hikâyeyi bilirsiniz.

Bursa’da zamanında Müslüman bir zat bir çeşme yaptırır ve başına bir kitabe ekler:

“Her kula helâl, Müslüman'a haram!.." Tabii başkent karışır, bu nasıl fitnedir diye…
Yaka paça yakalanır adam, huzura getirilir. "Bu nasıl fitnedir?" diye çıkışırlar adama.
Adam, "Sebebi vardır, lakin ispat ister, dediklerimi yaparsanız ispatlarım." der. Kızar sultan ama bir taraftan da merak eder ve kabul eder dediklerini yapmayı!..

"Sultanım herhangi bir havradan rastgele bir hahamı yaka paça tutuklayın!" der.
Dediği yapılır. Tüm azınlıklar bir olur, başlarında Museviler, “Bu ne zulüm, bizim din adamımıza biz kefiliz, o masumdur…” derler. Çevre ülkelerden bile elçiler gelir, elçiler mektup üstüne mektup getirir.
Bir hafta dolunca haham bırakılır. Azınlıklar mutlu, bu sefer sultana teşekkürler, hediyeler...

Adam, "Aynı işi, herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız sultanım." der.
Aynı işlemle bir papaz yaka paça alınır pazar ayininden. Aynı tepkiler artarak devam eder. Haftası dolunca da papaz serbest bırakılır. Sevinç gösterileri, teşekkürler, şükranlar…

Sultan: “Bitti mi?” der. Adam, “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle.”der. "Efendim başkentimiz Bursa’nın en sevilen âlimini alınız minberinden." der. Ulu Camii'nin imamını, cuma hutbesinin ortasında alıp yaka paça götürürler. Allah’ın bir kulu, tek bir olumlu kelâm etmez. Geçer bir hafta, nerde imam diye gelen giden olmaz… Hatta başlar bir dedikodu, koca âlim için: "Biz de onu adam, hoca bellemiştik. Kim bilir ne haltlar etti de tutuklandı. Vah vah, acırım arkasında kıldığım namazlara!.."

Padişah, "Eee ne olacak şimdi?" der.

Adam, "Bırakma zamanıdır, bir de özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan." der. “Haklısın!..” der padişah ve denilenin yapılması için emir buyurur. Adam, "Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böylesi Müslümanlara SU HELÂL edilir mi?"

Sultan acı acı tebessüm edip, “Hava bile haram, hava bile…” der.

Son zamanlarda yaşadığımız olaylar, bana bu hikâyeyi hatırlattı. Şöyle bir hatırlayalım:

İhsan Şenocak Hoca, açığa alındı. Yaptığı sadece kadınlara Kuran'a ve Allah'ın emirlerine uygun bir şekilde tesettüre girmelerini söylemekti. Kendinden başka herkese bir kulp takan ve Hoca'ya DAEŞ yetiştiriyor diye iftira atan bir Hoca(!) başta olmak üzere şürekâsı zil takıp oynadı ve modern Müslümanlar, karşı mahalleden önce ve daha fazla linç etti Hoca'yı...

Konya'da Felsefe Öğretmeni Ercan Harmancı... Suçu, İHL'de kız öğrenciler için beden eğitim derslerinin iHL ruhuna uygun olarak işlenmesini talep etmek... Sonuç: Öğrenci ve velilerinin; Hoca'nın ne kadar dürüst, ahlaklı, fedakâr bir öğretmen olduğu yönündeki şehadetlerine rağmen Odatv, Sözcü, Cumhuriyet, Doğan Medya gibi din düşmanı odakların hedef göstermesi, modern Müslümanların linç etmesiyle Hoca önce açığa alındı, sonra öğretmenlikten ihraç edilip yardımcı hizmetlerde görevlendirildi. Öğretmenin sapık biri olmadığını beyan eden arkadaşı için ise soruşturma devam ediyor ve onun da ceza alması kaçınılmaz görünüyor.

Yine Şanlıurfa'da imam hatip ortaokulunda bir hanım öğretmen, başını yeni örten kızların talepleri üzerine bir program düzenliyor. Öğretmene ödül verilmesi gerekirken mevcut iktidarın atadığı yöneticiler soruşturma açıyor.

Nureddin Yıldız Hoca... Uzun zamandır hedefe konulanlardan... Mevcut din düşmanı medya, Hoca'nın eski sohbetlerinden kırparak tepki çekecek videoları sürüyor piyasaya... Bir savcı, kendine vazife çıkarıp soruşturma açıyor. Yine bizim modern Müslümanlar, karşı mahalleden daha cevval bir şekilde Hoca'ya saldırıp sapık damgası vuruyor.

Örnekler daha da çoğaltılabilir... Müslüman kardeşlerimiz, hocalarımız; 28 Şubat'tan ne olduğunu bildiğimiz medya grupları ve tescilli din düşmanları tarafından hedef gösterilip linçe tabii tutuluyor, hakaretlere ve iftiralara uğruyor. Müslüman mahallesinin sakinleri bırakın destek vermeyi, kendilerinden farklı düşündüğü için bu insanların linç edilmesine katkı sunuyorlar ve din düşmanı tayfa yaralı bırakır kaygısıyla Müslüman kardeşlerini öldürmeye kastediyorlar.

Tam tersi durumlarda ne oluyor peki? Suçu sabit olan komünistler, Kemalistler, sosyalistler, ateistler vb. kendi mahallesinin insanları tarafından sürekli desteklenip korunuyorlar. Mahalle baskısı oluşturulup algı operasyonları yapılarak suçluyken kahraman ilan ediliyor ve ceza almalarını bırakın, meşhur edilerek ödüllendiriliyorlar.

Eee hâl böyle olunca şunları demek kaçınılmaz oluyor:

Düşünce özgürlüğü; herkese helal, Müslüman'a haram!..

Adalet; herkese lazım, Müslüman için lüks!..

İtibar; herkes için elzem, Müslüman için lüzumsuz!..

Mevcut idari kadrolar da Odatv, Sözcü, Cumhuriyet ve Doğan Medya haberleriyle hareket edip Müslümanları linç ettirdiği sürece bize her şey müstahak!..