15 Kasım 2017 Çarşamba

“...İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci'un...”

(Güzel insan Hasan Aydın kardeşimizin ardından...)

Ölüm!.. Zihinlerimizden uzak tuttuğumuz, kendimize, yakınlarımıza, dostlarımıza yakıştıramadığımız ölüm!.. Hiç ummadığımız bir anda Allah bize hatırlatır, ölümün her an peşimizde olduğunu!..

Hep başkalarının öleceğini sanırken bir yakınımızı, bir dostumuzu, bir kardeşimizi kaybettiğimizde ölümün soğuk yüzüyle karşılaşırız.

Hâlbuki yapacak o kadar işimiz vardır ki... Planlarımız vardır hayata dair, gerçekleştirmeyi düşündüğümüz hayallerimiz vardır!..

Arsa, borsa, parsa peşindeyizdir!..

O kadar meşgulüzdür ki dünya ile dünyalık işlerle!.. Ölmeye bile vaktimiz yoktur!..

Sevdiklerimize vakit ayıramayız, büyüklerimizi arayıp soramayız, hastalarımızı ziyaret edemeyiz, ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşamayız, düşkünleri kaldıramayız!.. Çünkü hep daha önemli işlerimiz vardır; hep bir yerlere yetişme, bir şeyleri yetiştirme telaşındayızdır!..

Yine böyle bir anımızda, gaflet içindeyken aldık Hasan AYDIN kardeşimizin, dostumuzun vefat haberini!..

Hâlbuki dokuz ay öncesine kadar beraber futbol oynuyor, geziyor, programlar yapıyorduk!..

Bir anda hasta olduğu haberini verdi bize... Sonra ilik kanseri olduğunu öğrendik... Uygun ilik bulunup ilik nakli yapıldı!..

İyileşecekti, ziyaretine gidecektik!.. Köyünde bize cağ kebabı yapacaktı... Hastalık sürecini konuşacaktık, bir imtihanı nasıl atlattığını anlatacaktı bize...

Ama olmadı... 10 Kasım gecesi vefat haberini aldık!.. İnanamadık, yıkıldık!..

Köyüne yine gittik, ama ne bize cağ kebabı yaptı ne köyünü gezdirdi ne de hastalık sürecini anlatabildi!.. Bizde de dinleyecek takat kalmamıştı zaten!..

11 Kasım'da öğle namazını müteakiben cenaze namazını kıldık!.. Defnettik Oltu'nun Sarısaz köyüne...

Toprağa Hasan kardeşimi koymadık; yüreğimizi koyduk, canımızdan bir parça koyduk!..

Onu hastaneye yolladıktan sonra " Kalbimizdesin Dadaş..." demiştik!.. Sadece kalbimizde kal dememiştik ki!.. Hep aramıza dönecek umuduyla beklemiştik!..

Güzel insandı!.. Varlığı huzur, yokluğun hüzün sebebiydi!.. Şimdi hep hüzün!..

Bir sıkıntımız olsa sırtımızı gözü kapalı ona dayayabilir, kırılsak rahatça gönül koyabilirdik!.. Bilirdik ki gönül adamıdır, gönül adamları gönül almasını iyi bilir!..

Bizi deni dünyanın deni meşgaleleri ile baş başa bırakıp gitti!.. Geride bizim gibi gözü yaşlı dostlar, kardeşler bıraktı!.. İki güzel evlat, kendisine hayat yoldaşı olmayı başarmış saliha bir hanımefendi bıraktı!.. Gidişiyle yüreğimizi yaktı!..

Ancak Müslüman kardeşleri olarak imanına, ihlasına, insaniyetine şahit bıraktı bizleri!..

Biz de Üstad Necip Fazıl'da bulduk teselliyi:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!..
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!..

Yine Erdem Beyazıd'ın,

Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm;
Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm...

dizesini mırıldandık arkasından!..

Biz senden razıydık, Rabbimiz de razı olsun!.. Mekânın Cennet olsun güzel insan!..

Rabbim, başta hayat yoldaşın hanımefendi olmak üzere, iki evladına, anne-babana, kardeşlerine ve biz sevenlerine sabır versin!..

Evlatlarını salih ve salihalardan, mücahid ve micahidelerden eylesin!..

Hasan Aydın kardeşimize, dostumuza bir Fatiha lütfen!..

10 Kasım, bitmeyen yasım

10 Kasım gelince siz ne düşünürsünüz bilmem ama benim içimi derin bir hüzün kaplar.

O gün kaybedilen büyük bir değeri, büyük bir şahsiyeti anmadan geçemem 10 Kasım gelince!..

Onun değerini yeterince anlayamamış olmamız ve Türk siyasetinde hak ettiği yere gelememiş olması hep üzüntüye boğmuştur beni. Bu insanın değerini yeterince anlaşılamamış olduğunu düşünür ve hayıflanırım kendi kendime!..

Hâlbuki inancıyla, duruşuyla, kişiliğiyle, kimseye minnet etmemesi ve eyvallahı olmamasıyla saygıyı, hürmeti, vefayı fazlasıyla hak ediyor bu güzel insan!..

Hayatı mücadeleyle geçmiştir, çile çekmiştir, zulme uğramıştır, yıldırma politikası uygulanarak mahkemelerde süründürülmüştür.

Kendisi için değil, milleti ve devleti için mücadele vermiştir. Milletin felahı, devletin bekası için bedel ödemekten çekinmemiştir. İnandığı gibi yaşamış, yaşadığı gibi inanmıştır.

Kendi okulu olan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi hakkında yazmış olduğu birkaç yazı sebebiyle yargılandığı mahkemede aşağıdaki savunmayı yapmıştır:

"İşte huzurunuzdayım. Suçluyum, çünkü doğruyu söyledim, çünkü haykırdım, çünkü hemen tamamlamak üzere bulunduğum fakültenin diplomasını istihfaf ederek (küçümseyerek, hafife alarak) istikbalimi mahvederek bu yazıları yazdım. Ben vazifemi yaptım; müsterihim, huzur içindeyim. Ben garip bir adamım, mukadderse hapiste de yatabilirim. Mahkûm olmam, benim hapse girmem mesele değil!.. Ben hakikatin kurtulmasını; Hakk'ın, adaletin tecellisini istiyorum. Fakültenin muhterem avukatı, müvekkilinin âlicenap davranarak tazminat davası açmadığını söylüyor. Zaten açmış olsaydı ne alabilecekti, neyim vardı? Çok şükür, Allah'ımdan başka hiçbir şeyim ve kimsem yoktur. Alnım hiçbir fesat ocağında kararmamış, elim hiçbir harama uzanmamıştır. Alınları kara olanlar, elleri harama uzananlar, kötü niyetliler, şer kuvvetler, kirli ayaklar; Allah'a, millete, vatana koşanların yolları üzerinde dikilmiş bulunuyorlar. Bunların yüzüne sadece tükürüyorum."

Duruşa bakın, asalete dikkat kesilin, cesareti görün, imana ve tevekküle şahit olun!..

Doğruları söylemeyi kendine vazife bilmiş. Karşılığında da gelecek her türlü ezaya, cezaya, sıkıntıya "Eyvallah!.." diyor. "Ben hakikatin kurtulmasını; Hakk'ın, adaletin tecellisini istiyorum." diyor ve bunun için hapse girecek olmayı zerre kadar önemsemiyor.

"Çok şükür, Allah'ımdan başka hiçbir şeyim ve kimsem yoktur."diyerek bu cesareti, iman kuvvetini nereden aldığını ifade ediyor.

Allah'ından başka hiçbir şeyi ve kimsesi olmayan, neye ve kime ihtiyaç duyar ki?

Okulu bitmek üzere, bitirse rahata erecek belki... İyi bir işi, makamı ve mevkisi olacak... Ama o ne yapıyor? Diploma alamayacağını, yargılanacağını, hapse gireceğini bile bile Hakk'ı haykırıyor. Hak bildiği yoldan dönmüyor. İnandıklarını söylemekten çekinmiyor.

Allah, hepimize bu onurlu duruşu, teslimiyeti, iman kuvvetini, cesareti nasip etsin!..

10 Kasım 1983'te Hakk'ın rahmetine kavuşmuş olan bu güzel insan OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ'ye Allah'tan rahmet diliyorum. Çektiği sıkıntılar, günahlarına kefaret olur inşallah...

"İstiyorum yeniden bir hilkat istiyorum,
Ne hayal ne kuruntu hakikat istiyorum.

Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.."

der "Bir Kahraman Bekliyoruz" şiirinde...

Rabbim, Osman Yüksel Serdengeçti gibi kahramanlarımızın sayısını artırsın... Ruhu için bir Fatiha lütfen!..

Bu babanın ayaklarını öpmeli, bu videoyu ders diye okutmalı

Düşünün ki bir evladınız olmuş, onun dünyaya gelmesiyle dünyalar sizin olmuş. Yemeyip yedirmiş, giymeyip giydirmiş; iki cihan saadetinize vesile olacak hayırlı bir evlat olması için maddi ve manevi doyuma ulaşması yolunda her fedakârlığı yapmışsınız.

Büyütmüş, okutmuş, meslek sahibi etmiş; sonra da evlendirmişsiniz. Size dünyalar güzeli bir torun hediye ederek monotonlaşan hayatınıza renk katmış, yorulan zihninizi dinçleştirmiş, umutlarınızı tazelemiş.

Ancak öyle bir gün gelmiş ki Siyonistler’in maşası, ABD'nin köpeği, Batı'nın uşağı, Haçlıların yavşağı, kanı beş para etmez bir örgüt tarafından şehit edilmiş bu evladınız.

Normalde ne beklersiniz? Gözünüzün nuru, gönlünüzün süruru bu evladınız elinizden alındığı için isyan edersiniz, dövünürsünüz. Dünyanız başınıza yıkılır, hayat küsersiniz, "Neden ben, neden biz?" dersiniz. (Nitekim geçmişte asker üniformasıyla kardeşinin cenazesinde siyaset yapan, devletine ve devlet yöneticilerine saldırmak için cenaze ortamını şov yerine çevirenleri, FETÖ'nün borazanlığını yapanları da gördük.)

Ancak şehit polis memurumuz Ahmet Alp Taşdemir'in babası ne yaptı? Hepimize insanlık dersi verdi, Müslüman duruşunun nasıl olacağını gösterdi; metanetin, sabrın ne demek olduğunu cümlemize canlı olarak öğretti.

İzmir'in Selçuk ilçesinde İsabey Camii'nde imamlık yapan baba İbrahim Taşdemir, "Bu ezan ve bayrak, necip milletin omzunda yücelmeye devam edecek. Benim oğlum peygamberlerin yanında olan şehadet makamına ulaştı. Doğduğunda Rabbim bizi şereflendirmişti, şehit olarak ölümüyle de yine şereflendirdi. Bunun için ben Rabbimin hükmüne boyun eğdim. Hiç şikâyetim yok. Rabbimizden gelen başım gözüm üstüne. Bizim ümmetimiz, milletimiz, vatanımız sağ olsun. Allah bu millete zeval vermesin. Siyonistlerle, kâfirlerle, haçlılarla cihat ederken benim oğlum şehit oldu; bundan şeref duyuyorum. Elhamdülillah Rabbim bize böyle bir makamı lütfetti. Şeref duyuyorum." dedi.

Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber!..

Sen ne güzel bir babasın, sen ne güzel bir Müslümansın, sen ne güzel bir Müslümanca duruş sahibisin!.. Şu bilince bakın, şu imana bakın, şu sabra bakın, şu metanete bakın!..

Rabbim; bu imanın, bilincin, sabrın, metanetin birazından bize de lütfetsin!..

Bu babanın eli değil, ayağı öpülür.

Medyaya düşen o video tüm okullarda, tüm sınıflar düzeyinde hatta tüm ülkede ders diye gösterilmeli!..

Çocuklara, gençlere vatan, millet, bayrak sevgisi mi aşılamak istiyorsunuz? Bu videoyu izletin!..

İnsanlara imanı, teslimiyeti, sabrı, metaneti mi anlatmak istiyorsunuz? Bu videoyu izletin!..

Yine şehit polisimizin hanımı, hayat arkadaşı, can yoldaşı olan Yeşim Taşdemir, şehidimiz Diyarbakır'da düzenlenen törenle memleketine uğurlanırken ağlayan kızı Esma'ya, "Ağlama kızım bugün babanın düğünü; bugün babanın en şerefli, en onurlu günü ağlama kızım!.." diyerek teselli veriyor.

Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber!..

Bu sabrın, metanetin, bilincin, duruşun sahibi gencecik bir kadın, taze bir anne!.. Siz ailecek ne güzel insanlarsınız, ne güzel Müslümanlarsınız?

Böyle bir babaya böyle şehit bir evlat, böyle bir kadına böyle şehit bir koca yakışırdı!..

Rabbim, Ahmet Alp Taşdemir kardeşimizin şehadetini kabul buyursun, Peygamberimize (sav) komşu eylesin!.. Mekânı cennet olsun ve sizleri cennetinde buluştursun!..

Birer Fatiha okuyuverin lütfen!..