7 Ocak 2018 Pazar

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!..

Hatırlanacağı üzere Konya’da bir felsefe öğretmenimiz, imam hatipli kızlarımızın tesettürü ve kızların beden eğitimi dersi işleme noktasında karşılaştığı sorunlarla ilgili görüşlerini sosyal medya üzerinden paylaşınca yer yerinden oynadı!..

İslam’a, Müslüman’a ve Müslümanca bir yaşama düşman olan zihniyet ve sahip oldukları medya kısa sürede sazı eline aldı. Patronu FETÖ’cü olduğu için yurtdışına kaçan ve İslam/Müslüman düşmanlığı tescilli bir gazete ve yine aynı özellikleriyle bilinen ve yakın zamanda bir yazarı öz yeğeniyle ensest ilişki yaşarken yakalanan, bunu da masum bir aşk seviyesine indirgeyip sunan/savunan diğer gazete, onlara yakın TV, karanlık oda/k/lar kendilerinden farklı düşündüğü, inandığı ve yaşadığı için bir öğretmeni resmen linç etti/rdi!.. Öğretmenimizin söylediği ve söylemediği her şeyi çarpıttı. Öğretmenimizin ne sapıklığı kaldı ne yobazlığı ne gericiliği!..

Hâlbuki öğretmenimizi uzaktan yakından tanıyan, sosyal medyadan tanışan, öğrencisi ya da velisi olmuş olan herkes, öğretmenimizin ne kadar işinin ehli, edepli, namuslu, fedakâr biri olduğu noktasında birleşiyordu.

MEB ve bürokratları da hemen durumdan vazife çıkarıp öğretmenimizi açığa aldı. Gerçekten öğretmenimizin bu kadar acil ve acı bir şekilde cezalandırılması mı gerekiyordu? Hayır!.. Çünkü karşı camiadan bizim katılmadığımız, reddettiğimiz gayri ahlaki davranışlar, sözler her zaman sadır oluyor ama hiçbirinde bu kadar acil ve acı bir cezalandırılma yoluna gidilmiyor.

Hatta öğretmenimizi yakinen tanıdığı için ona yapılan haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmamak için destek mesajı yayımlayan bir öğretmenimiz hakkında da yine soruşturma açılıyor. Olmaz böyle bir şey, birilerini memnun etmek için insanlarımızı bu kadar kolay harcayıp sindiremeyiz.

Öğretmenimizin üslubu yanlış olabilir, itici olabilir birileri için ama bu, bu kadar orantısız cezalandırmayı haklı kılmaz!.. Bu, zulümdür!.. Bu, bir kesimin linç kampanyası karşısında yenilmektir; onlara cesaret vermektir, onların daha sonra daha da çirkefleşmesine çanak tutmaktır, onların daha cesur(!) bir şekilde yeni kurbanlar istemesine sebep olmaktır.

Bir tane Uzman Pedagog(!) da durumdan vazife çıkarıp, “okuldaki öğrencilerin psikolojilerinin bozulmuş olabileceğini, onlara rehabilite desteğinin verilmesi gerektiğini” söylüyor. Bak sen!.. Öğrencilerinin şu mesajlarına bakın bakalım psikolojileri bozulmuş mu, rehabiliteye ihtiyaçları var mı ve öğretmenimiz gerçekten sapık mı?

“İthaf edilen gibi bir bakışa veyahut duyguya öğrencileri olarak asla rastlamadık. Rahatsız olmayalım diye göz temasını bile ölçülü kullanan naif bir hocamızdı. Allah kendilerinden razı olsun.”

“Derse kapıyı tıklamadan girmeyen, hasta olmadıktan sonra öğretmen masasına oturmayıp dersi devamlı ayakta hareket hâlinde anlatan, ders dışında bizimle konuşurken başı öne eğik bir hâlde göz temasında bulunmadan konuşan, öğretmenler odasında öğrencilerin gıybeti yapılıyor diye kesinlikle teneffüslerde oraya uğramayıp boş bulduğu bir yere geçip kitap okuyan birisine bu tür sapık suçlamasını kesinlikle kabul etmiyorum!..”

Bunları söyleyen kız öğrencileri… Hakkında bunlar söylenen kişi mi sapık? Bu öğretmenden dolayı mı psikolojisi bozulmuş öğrencilerimizin? Sakın sapkın medyanın yalan, iftira, hakaret dolu haberlerinden ve bu sapkın haberlerden hareketle öğretmene haksızlık edenler yüzünden bozulmuş olmasın öğrencilerin psikolojileri?

Yine Şanlıurfa'da bir imam hatip ortaokulunda kız çocukları başlarını örtüyor ve öğretmenlerinden bir program düzenlenmesini rica ediyorlar. Öğretmen de öğrencileri için önemli bir dönüm noktası olan bu durumu teşvik etmek amacıyla onları kırmıyor ve programda çekilen fotoğraflar sosyal medyaya düşüyor. Anında Doğan Medya, İslam ve Müslüman düşmanlığı tescilli medya başlıyor algı operasyonuna!.. İl ve ilçe milli eğitim müdürlükleri de hemen soruşturma başlatıyor. Bu nedir Allah aşkına!.. Yer: İmam hatip ortaokulu, Öğretmen: Din kültürü öğretmeni… Kız öğrencisine tesettürü anlatıp teşvik etmesinden daha doğal ne var? Karşı cenahı anlıyoruz da AK Parti döneminde öğretmenlerimizin bu kadar sindirilmesini, yaptıkları doğru şeylerin cezalandırılmasını ve suçlu ilan edilip bu kadar kolay linç edilmesini kabul edemiyoruz!..

28 Şubat sürecinin korku atmosferi birileri tarafından geri getirilmek isteniyor. Birileri Reis’le ona gönülden bağlı dindar insanlarımızın arasını açmak ve bir taşla kuş katliamı yapmak için müthiş bir algı operasyonu yapıyor!.. Başta Doğan Medya olmak üzere, marjinal sol ve iflah olmaz Reis muhalifi medya, 28 Şubat’taki görevlerine kaldıkları yerden devam ediyorlar!..

Allah; bizlere ve yöneticilerimize akıl, izan, basiret ve dirayet versin!..

Hükûmetimizin kadın ve aile konusundaki tutarsızlıkları

Modern(!) kapitalist sistem; kadını evinden çıkarmış, kapitalist sistemin çarkları arasında meze yapıp evinden, ailesinden, çocuklarından uzaklaştırmıştır. Kadının tekrar evine, yuvasına, çocuğuna, kocasına dönmemesi için de dışarıyı her geçen gün daha cazip göstermekte ve evinde olmanın, çocuk doğurmanın, evine hizmet etmenin ne kadar banal olduğunu, kadını değersizleştirdiğini reklam etmektedir.

Söylemlere baktığımızda hükûmetimizin ailenin korunması konusunda bu kapitalist sistemden farklı bir noktada olması gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki aile konusunda hassas insanlardan oluşuyor kabine... Reis'in önce "en az üç çocuk" dediği, şimdi ise "en az beş çocuk" dediği herkesin malumu!.. Kadının asıl yerinin evi olduğu, yeni nesilleri öncelikle annelerin yetiştireceği, anneliğin yerini tutabilecek başka bir kurum olmadığı da sürekli dillendiriliyor. Ancak AK Parti, iktidara geldiği günden beri bu söylemin altını dolduracak icraatlar yapamıyor hatta tam tersi sonuçlar doğuracak uygulamalar yapıyor. Daha da fazlasını söyleyeyim, AK Parti'nin 2002'den beri en başarısız olduğu ve savunduğu değerlerle örtüşen icraatlar yapamadığı yegâne bakanlık Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı!..

Feminen politikalar uygulamaktan, kadını her geçen gün yuvasından uzaklaştıran teşvikler vermekten, evine ve ailesine bağlı kadınları, anneleri ise yok saymaktan öteye geçemedi AK Parti hükûmetleri ve bakanları!..

Bunun sonucunda ise evinde oturmayı zul addeden, gözü sürekli dışarıda, başındaki örtüden başka karşı mahallenin kadınlarından farkı kalmamış, aşırı sosyal, lüks ve şatafat düşkünü modernist İslamcı(!) kadınlar fink atar oldu meydanlarda.

Çalışan, çalışmak isteyen kadına -bakıcı desteği dâhil- her türlü teşviki çıkartan hükûmetlerimiz ve bakanlarımız; çalışmayıp evinde çocuk yetiştirip geleceği inşa etmeye çalışan annelere, karısını çalıştırıp maddi refah içinde yaşamaktansa tek başına evin geçim yükünü sırtlayıp sağlıklı nesiller yetiştirmek için maddi sıkıntıları göze alan babaları ve aileleri ise maalesef ki ya görmezden gelmekte ya da göz boyayıcı ama asla teşvik edici olmayan birkaç suni iyileştirme yaparak geçiştirmektedir.

Hem geleceğimiz için -haklı olarak- çocuk sayısının artırılmasını istemekte hem de kadını evine bağlayıcı çözümlere yoğunlaşmaktansa kadının çalışmasını, evinden kopmasını teşvik eden uygulamalara imza atmaktadır.

Haksızlık ettiğimiz düşünebilirsiniz ama karısı çalışmayıp 3-5 tane çocuğu olan çalışana, memura devletin ne kadar yardımcı olduğuna bir bakın, bir de çalışan annelere ne gibi kolaylıklar yaptığına bakın!.. Kimi teşvik ettiğini anlarsınız.

Evet, çocuk sayımız artsın ama bu çocuklar bostanda yetişmiyor ki? Bu çocukların yanında olacak, onları destekleyecek, ihtiyaç duyduğu her zaman yanında olacak anneleri nereden bulacağız? Ya da çocuğunu yetiştirirken annesini de çalıştırmadan kendi kazandığıyla çocuklarını rahat bir şekilde yetiştirmek isteyen öğretmen, işçi, memura, "Rahat etmek istiyorsan sen de çalışan bir hanımla evlen!" mi diyeceğiz?

Yerimiz dar olduğu için istatistikî verilere giremedim, merak edenler, hanımı çalışmayan ve birkaç çocuğu olan bir memurun bordrosundan eş, çocuk yardımı olarak ayda kaç lira destek aldığını inceleyebilir!..

Kadınlarımız artık evinden başka her yerde

Kadınlarımız diyorum, artık her yerde! Onlarla ne kadar gurur duysak(!) azdır! Nerede yoklar ki? Sokaklarda, caddelerde, parklarda, bahçelerde, çarşılarda, pazarlarda, AVM’lerde hep kadınlarımız… Biz erkekler, buraları çoktan gönüllü olarak kadınlarımıza teslim ettik!

Ancak ne kadar modernleşsek de bazı yerlerde kadınlarımız neden ısrarla var olmaya çalışır, oralarda yer almaktan nasıl rahatsız olmazlar anlamıyorum. Fıtratı bu kadar zorlamaktan nasıl bir keyif alıyorlar anlamaya çalıştığımda devreleri yakıyorum!

Mesela reklam sektöründe bu kadar görünür olmaktan, cinselliklerinin bu kadar pespaye bir şekilde kullanılmasından, reklamların et pazarına dönüşmesinden rahatsız olmaz mı kadınlarımız ve kadın dernekleri?

Lastik reklamında kadın, araba reklamında kadın, tıraş bıçağı reklamında kadın, dondurma reklamında kadın, inşaat reklamında kadın, kanalizasyon borusu reklamı var insaf ya hu orada da kadın! Ve reklamlarda bu kadınlar, öyle bir kullanılıyor ki ürünün adı en sonunda çıkmasa pazarlananın ürün değil de kadın olduğunu düşünürsünüz! Ya hu kadının cinsel obje olarak görülmesini istemiyordunuz hani? Kadınlarımız, bu reklamlarda kişiliklerini mi sergiliyor, dişiliklerini mi?

Size bir sır vereyim mi? O vücutlarınız pörsüdüğünde, eliniz kırıştığında, yüzünüz sarktığında, saçlarınız ağarıp döküldüğünde, dişleriniz söküldüğünde, beliniz büküldüğünde o firmalar sizi değil reklam yüzü yapmak, firmalarının önünden bile geçirmezler! İnanmazsanız deneyin diyeceğim de iş işten geçecek o zaman! Kadını evinden, ailesinden, anneliğinden uzaklaştıran ve bunu teşvik eden modern(!) kapitalist sistem için kişilik mi, dişilik mi mühimmiş anlarsınız belki!

Yine erkeklerle özdeşleşmiş belli alanlarda kadınların ne işi olur anlayabilmiş değilim! Güreş, boks, futbol, basketbol gibi erkek için bile oldukça zor ve kaba bu sporların içinde yer alınca kadınların başı göğe mi eriyor? İşinize gelince “Biz nazik, narin, zarif yaratılmışız; bize ona göre davranın, pozitif ayrımcılık yapın” diyeceksiniz, sonra kaba ve itici olan her yerde boy göstereceksiniz! Oh ne âlâ!

Hele bir de bu alanda son yıllarda görünür duruma gelen başörtülüler yok mu? İnsan kafayı yiyecek oluyor! Ya hu başörtüsü takmak, bir iddia sahibi olmaktır: “Ben Allah’ın ayetine iman ettim, ben Müslüman bir kadınım, belli kaygılarım var, bana ona göre yaklaşın!” mesajını vermektir dışarıya. Başörtülü futbolcu, başörtülü basketbolcu, başörtülü hakem! Bacılarım, siz oldukça yanlış anlamışsınız meseleyi! Müslümanlar, hayatın her alanında yer almalı derken biz bunları kastetmemiştik!

Kadınlarımız; hayatın her alanında, her yerde geziyor!.. Ne güzel, ne güzel! Ama onlara söyleyin de ara sıra evlerine de uğrasınlar; belki hanelerimizin bir anneye, bir hanımefendiye, bir anne şefkatine ihtiyacı vardır!

Not:Çarşamba günü aileye, çocuğa, anneye çok önem veren(!) ama çalışan kadını teşvik edip kadını evinden uzaklaştırırken evi ve ailesi için her fedakârlığı yapıp yeni nesilleri, geleceği inşa etmek için evinde kalmayı yeğleyen anneleri bir türlü göremeyen hükûmetimizi ve aileden sorumlu bakanlığımızı yazacağım!.

Katil öğrenci, maktul öğretmen ve çaresiz eğitimci

Malumunuz olduğu üzere geçen hafta İzmir'in Ödemiş ilçesinde bir okul müdürü, makamında kendi öğrencileri tarafından silahlı saldırıya uğrayıp hayata gözlerini yumdu.

Maalesef ki bu ne ilkti ne de son olacak! Çünkü anasının avutamadığı, babasının büyütemediği, devletin emniyet/adalet kurumlarının ıslah edemediği pek çok kişi okullarda ve bunları öğretmenlerin değiştirmesini ve dönüştürmesini bekliyoruz.

İzmir'de müdürü katleden öğrenci, daha önce başka bir öğrenciye silah çekmekten disiplin cezası almış. Yani suç işleme potansiyeli olan bir genç ama kâh idarenin elinden bir şey gelmemesi kâh yönetmeliklerin eğitimcilerin elini kolunu bağlaması gibi sebeplerle öğrenci için caydırıcı bir tedbir alınamamış.

Bir öğrencinin silah, bıçak vb. yoluyla öğretmeni, bir başka öğrenciyi ya da herhangi bir insanı tehdit etmesi, normal bir olay değildir. Normal olmayan bu tarz vakalar da geçiştirilip normalleştirilmemeli; olumsuz davranışı yapan, mutlaka davranışı nispetinde bir karşılık görmelidir. Ancak genelde toplumumuzda, özelde ise okullarda suçla o suça verilen ya da ön görülen cezalar arasında büyük tutarsızlıklar var.

Müdürü katleden öğrenci, vukuatlı biri ve muhtemelen caydırıcı bir ceza almış olsa bu büyük suçu işlememiş olurdu!..

Ancak öğretmenler içinse durum bunun tam tersi! Öğretmene şiddet uygulamak, iftira atmak; öğretmeni suçlamak, şikâyet etmek, öğretmen hakkında olur olmaz şeyler için soruşturma açıp ceza vermek o kadar kolay ki! Öğretmenler de bu durumda elini taşın altına koymuyor, etliye sütlüye karışmadan öğretimini yapıyor, eğitime ise pek karışmıyor. Çünkü idealist olan, yeni nesillere/geleceğe yönelik derdi olan idealist öğretmenlerin başı dertten kurtulmuyor genelde!..

Öğrencinin okulla, eğitimle, dersle alakası yok ama biz öğrenciyi zorla mezun etmeye çalışıyoruz. Okuyamıyorsa, okumak diye bir kaygısı yoksa bırakalım da hayata atılsın, hayatın içinde yer alsın. Bir işin ucundan tutsun; bir ustaya kalfa olsun, bir kalfaya çırak olsun! Niye zorla on iki yıl okulu onun başına, onu okulun başına bela ediyoruz ki?

Şimdiki gençlerin çoğu -özellikle de lisedekiler- hayatın gerçeklerinden, hayatın onlara getireceklerinden o kadar habersizler ki hiçbir şeyi umursamıyorlar, sonunu düşünmeden çeşitli eylemlere girişebiliyorlar.

Sürekli affedilmeye, yaptıklarının yanlarına kâr kalmasına alışmış gençler için suç işlemek, başkalarına zarar vermek kaçınılması gereken bir şey değil ki!

Ufak tefek suçlar işlediğinde, başkalarına zarar verdiğinde, toplumun huzurunu bozduğunda cezasız bırakılan bireylerin daha sonra daha büyük suçlar işlemesi kaçınılmazdır.

Biz insanlarımıza öncelikle ahlak, maneviyat, insaniyet, vicdan aşılayabilmeliyiz; sonrasında ise bunlara aykırı davranışlar sergilendiğinde bir cezası olacağını öğretebilmeliyiz.

Sonuç olarak sorumsuz, vurdumduymaz, bencil, vicdansız, suça meyyal gençler kol geziyor okullarda, caddelerde, meydanlarda! Ama onları millete yararlı şahsiyetler olarak yetiştiremeyen de bizleriz. O zaman bu gençleri yetiştiren eğitimcilere daha çok inisiyatif tanımalı ve eğitimcilerimizin otoritesini pekiştirecek yöntemleri uygulamaya geçirmeliyiz.