1 Temmuz 2017 Cumartesi

Siz Hâlâ Koşmaya Başlamadınız mı?

Malum olduğu üzere MİT TIR’larına yapılan hain operasyonun görüntülerini mahkemece yayın yasağı konulmasına rağmen, devlete zarar vereceğini bile bile -gerçi amaç zaten buydu- yayımlaması için Can Dündar'a vererek suç işleyen, FETÖ'nün Truva atı olmayı gönülden kabul eden milletvekillerinin hapse atılmasından sonra Ankara'dan İstanbul'a doğru yürümeye başladı Kılıçdaroğlu!..

Can Dündar, görüntüleri yayımlayınca tutuklanmıştı, ancak sağ olsunlar(!) AYM üyelerinin büyük gayretiyle salıverildi ve soluğu yurt dışında aldı. Yurt dışında iken de görüntüleri solcu bir vekilden aldığını açıkladı, yapılan araştırmalarda bu kişinin Enis Berberoğlu olduğu anlaşıldı, yargılandı ve hak ettiği cezayı -az da olsa- aldı.

Berberoğlu'na ise bu görüntülerin bizzat Kılıçdaroğlu tarafından verildiği konuşuluyor. Kılıçdaroğlu'na ise Ekrem Dumanlı tarafından... Şimdi Kılıçdaroğlu, yollara düşerken acaba gerçekten Berberoğlu için mi yollara düşüyor, yoksa ucunun kendisine ve partideki başkalarına da dokunacağını bildiği için ön alma çabasına mı giriyor? Zamanla hepsini anlayacağız.

Ancak şundan eminiz ki bu normal bir yürüyüş değil. Her şeyiyle kurgu... (Bir haftada kitabı bile çıktı vay anam vay...) Sonunda kaos ve iç savaş hedefleniyor... Yürüyüşe kimler destek veriyor? FETÖ mensupları, yakınları FETÖ'den tutuklanmış veya devlet kadrolarından atılmış kimseler... HDPKK'lılar ve Recep Tayyip Erdoğan gitsin de gerekiyorsa ülke batsın diye düşünenler...

Son zamanlarda yaşanan olaylara, çıkarılmaya çalışılan fitnelere, yapılan açıklamalara bakılırsa bu yürüyüş noktalanana kadar da hiç rahat durmayacaklar ve fitne çıkarmak, ülkeyi karıştırmak, milleti karşı karşıya getirmek için çok çalışacaklar...

Tuncay Özkan'ın bu yürüyüşün aynı zamanda Demirtaş'a özgürlüğü hedeflediğini açıklaması, arkasından PKK'dan gelen yürüyüşe destek mesajları ve HDP'lilerin de aktif olarak yürüyüşe katılacaklarını açıklaması, kirli tezgâh hakkında her şeyi ortaya koyuyor.

Maltepe'de şort giydiği için bir kızın tokatlanması, tokatlayanın da tokatlananın da CHP'li çıkması; bu olay üzerinden İslam'a ve dindarlara saldırılması nasıl bir oyun oynanmaya çalışıldığını gayet açık bir şekilde gösteriyor.

Sonra Pendik'te bir camide dört kardeşimizin secde anında bıçaklanması ve bir kardeşimizin şehit olması... Bu olayların üst üste gelmesi tesadüf, yerseniz!..

En son oğlunun FETÖ'den içeride olduğunu açıklayan ve Reis'e, hakaretler yağdırıp bu millete merhamet edilmemesi gerektiğini haykırıp herkesi sokakları yakıp yıkmaya davet eden kadının da CHP'nin kadrolu elemanı çıkması, olayın rengini artık iyice belli ediyor. Kadın, "Batıl gelecek, Hak zail olacak." diyerek tam da CHP zihniyetinin bilinçaltını ve FETÖ'nün sapık inancını ortaya koydu, hata yapmadı aslında Hak peşinde olanlara karşı batılı desteklediklerini ifşa etmiş oldu.

FETÖ adına milleti sokağa çağıran kadın da CHP'nin kadrolu elemanı çıkınca son iki üç yıl içindeki CHP tiyatroları ve oynadıkları roller akla geliyor ister istemez:

Müftü karısı Gül Taşlı Cenal, köylü karısı Hüsniye Kaya, Madenci karısı gezi provokatörleri ve son numaraları da FETÖ’cü karısı Şenay Günaydın...

Bu listeyi görünce de Ciguli'nin "Binnaz" şarkısını hatırlamamak mümkün mü?

"Yaprak daldan kopunca rüzgârın oyuncağı olur." demiş Cemil Meriç. CHP de kökünden, milletten koptu bir kere HDPKK'nın, FETÖ'nün ve Batı'nın oyuncağı olmaktan kurtulamıyor.

Devlet, gerekli her tedbiri alıp gerekiyorsa ülkenin ve milletin selameti için bu fitneye, kaosa destek veren herkesi çok sevdikleri HDPKK, FETÖ mensuplarının yanına koymalı ve de koyacak gibi!..

Şimdi bu kadar planın, fitnenin, oyunun deşifre olmasıyla bu yürüyüşün bu hızla normal bir şekilde tamamlanması çok çok zor!..

Bence Kılıçdaroğlu'nun, ekibinin ve onlara umut bağlayanlarının bir an önce yürümeyi bırakıp koşmaya başlaması gerekir.

Siz hâlâ koşmaya başlamadınız mı?

28 Haziran 2017 Çarşamba

Halepli Aden ve Afrikalı Muhammed Bayramınızı Tebrik Ediyor

"Ben, her gün İstanbul'da ışıklarda mendil satarken gördüğün ve elimin yüzümün kirine, pasına bakarak bazen iğrenerek baktığın on bir yaşındaki kız çocuğu Aden... Babamı Halep'te evimizi, ailemizi, kardeşlerimi korumaya çalışırken kaybettik. Babamdan sonra evimize ekmek getirmek için her türlü zorluğa katlanan, bizim için ölümü bile göze alan abimi, akşama kadar koşturup ancak eve ekmek alacak kadar para kazanıp şehrin bir ucundaki fırından aldığı ekmekleri bize getirmeye çalışırken yolda Katil Esed'in keskin nişancıları katletti. Küçük kardeşim, atılan fosfor bombaları sonucunda iki ayağını, bir kolunu ve bir gözünü kaybetti. En küçük kardeşim ise henüz beş yaşında ama savaşın korkusu, şiddeti ve bize yaşattıklarıyla artık normal bir çocuk değil ve hep anneme muhtaç. Annem mi? Annem ise başımızı ancak sokabildiğimiz dört duvardan ibaret bir odada bu iki kardeşime bakmak zorunda... Ben de işte buralarda sizlerden merhamet sahibi olanların vereceği üç kuruşla akşama onlara bir lokma ekmek, içecek bir şişe su götürmeye çalışıyorum. Hakaretlere, küçümsemelere, kovalanmaya alıştık da bazıları elimizdeki üç kuruşu akşamları zorla elimizden alınca çok ağlıyoruz, çünkü evde bizi aç, sefil bekleyen kardeşlerimizin o geceyi de aç susuz geçirecek olmasına katlanamıyoruz. Annemin bizi uyudu zannedip gece yarılarında hıçkıra hıçkıra ağlaması ise şu çocuk yüreğimizi bir ok gibi delip geçiyor. Çocukluğumuzu yaşamak mı dediniz? Çocuk olduğumu en son babamın saçımı okşayıp bana hediye aldığı zamanlarda hissetmiştim, sonra o kadar hızlı büyüdüm ki ben bile anlamadım. Şimdi Ramazan Bayramı geliyormuş. Kimsenin bayramında gözümüz yok, fazla beklenti içinde de değiliz. Sadece eşinize, çocuklarınıza hediyeler alıp onların tırnağına taş gelmesin diye çabalarken bizi de ara sıra hatırlayın. Bizim bayramımız karnımızın doyduğu gündür, akşama sağ çıktığımız gündür. Sizin bayramınız mübarek olsun!.."

"Ben Somalili Muhammed!.. En son ne zaman doyasıya yemek yediğimi hatırlamıyorum. Bizim yemek seçme lüksümüz yok. Bizim önceliğimiz, ölmeyecek kadar bir şeyler yiyip daha sonraki yemek için yiyecek arayışına çıkmak... Sizler, evinizde çeşit çeşit yemekler yiyormuşsunuz. Hatta yemekler tabaklarda kalıyor ve çöpe dökülüyormuş. Yemek nasıl dökülür? Bana annem, hiçbir zaman "Tabağındakileri bitirmeden sofradan kalkma!.." diyemedi. Biz hepimiz yemeği bir tabaktan yeriz ve hepimiz birer lokma alınca tabakta bir şey kalmaz genelde. Bazılarınız da çok yemekten kilo alıp sonra zayıflamak için uğraşırmış. Hani diyorum ki yemeklerinizi çöpe dökmektense, fazla yiyip kilo alıp sonra zayıflamaya çalışmaktansa yiyeceklerinizin bir kısmını bize ayırsanız. Sizin orada bir günde yediğiniz, bize buralarda bir ay yeter. Ramazan da geçti, belki açlığın ne demek olduğunu bir nebze de olsa anlamışsınızdır, bizi de unutmasanız!.. Bize her gün ramazan biliyor musunuz? Ancak bize hiç bayram gelmiyor. Sizin bayramınız mübarek olsun!.."


Mübarek Ramazan ayı yine bir hışımla geldi geçti. Bir heyecanla karşıladık; evimize, sokağımıza, mahallemize, şehrimize gerçekten bir sekinet, sükûnet, huzur getirdi.

Kimimiz yazı, sıcağı, işimizi, sağlığımızı bahane ederek Ramazan’ın hakkını ver/e/medik; kimimiz bu ramazan bitmez diye düşündük. Kimimiz ise oruçlu geçen her günün sonunda bir gün daha geçti, ramazan bitiyor diye içten içe üzüldük. Ancak ramazanın sonuna ulaşınca içimizde hep şu düşünce oldu: Ya hu daha dün başlamıştık oruç tutmaya, ne kadar çabuk geçti şu mübarek Ramazan.

Ramazan konusunda biraz daha hassas, biraz daha takva sahibi olanlarımız ise (bizim o mertebelere ulaşmamız için daha çok fırın ekmek yememiz lazım) içten içe döktüğü gözyaşlarıyla uğurladı ramazanı.

Peki, gerçekten ramazanın anlamını, ruhunu, mesajını kavramış olduk mu? Ben pek olumlu cevap veremiyorum.

Haydi bayramımız mübarek olsun!..