28 Şubat 2018 Çarşamba

28 Şubat'ın "EN"leri

28 Şubat süreci; bu milleti tarihten silmek, bu mümkün olmazsa özünden koparıp tarihine, geleneğine, özüne yabancılaştırıp kendi kendini imha etmesini sağlamak amacıyla planlanmış bir süreç!..

Öyle basit bir kurgu değil!.. Bu millete illet muamelesi yaparak günden güne zillet içine sürüklemek ve bir daha ayağa kalkamayacak hâle getirmek amacı güdülmüş bir süreç!..

28 Şubat'ın aktörleri ve şakşakçıları "28 Şubat süreci bin yıl sürecek!" diyecek kadar kendilerinden emin, yaptıkları zulümden aşırı zevk alacak kadar zalim, göz göre göre bu millete ve devlete zarar verecek kadar hainlerdi!..

28 Şubat sürecinde makbul olanlar kötü ve değersiz, mazlum olanlar zalim; alabildiğine kötü olanlar iyi, zalim olanlar ise mazlum gösteriliyordu.

Bu süreci yakinen yaşamış ve yaşananlara şahit olmuş biri olarak döneme etki edenlerden ve dönemden etkilenenlerden bir liste yaptım. Bu listeye herkes, ekleme yapabilir:

28 Şubat sürecinin en gaddar siyasetçileri ve devlet yöneticileri:

Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve DSP'li vekiller, Mesut Yılmaz, Hüsamettin Cindoruk, Ahmet Necdet Sezer

28 Şubat sürecinin en zalim kişileri:

Çevik Bir, İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Çetin Doğan, Güven Erkaya, Erol Özkasnak, İlhan Kılıç, Osman Özbek, Doğu Aktulga, Erdal Ceylanoğlu ve millete ve inançlarına cephe alan tüm askerî ve sivil odaklar...

Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu ve millet aleyhine kararlar veren tüm yargı mensupları...

Kemal Gürüz, Kemal Alemdaroğlu, Nur Serter, Türkan Saylan ve başörtülü avına çıkan tüm sözde akademisyen ve üniversite yöneticileri...

28 Şubat sürecinin en münafıkları:

Fetullah Gülen ve tüm FETÖ mensupları...

Başörtülü üniversite öğrencilerine ikinci eş olma teklifinde bulunan sözde Müslüman iş adamları...

Başörtülüleri ucuz iş gücü görüp sömüren Müslüman(!) kodamanlar...

Başörtülülere ve sakallılara kapılarını kapatan sözde muhafazakâr dev şirketler...

28 Şubat sürecinin en yüz karası basın kuruluşları ve gazetecileri:

Doğan Medya Grubu, Sabah (Dinç Bilgin) Grubu ve Çukurova Grubu...

Fatih Altaylı, Reha Muhtar, Ertuğrul Özkök, Uğur Dündar, Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Sedat Ergin, Fikret Bila, Ali kırca, Fatih Çekirge, Zafer Mutlu...

28 Şubat sürecinin en utanılacak olayları:

Yargı mensuplarının kuzu kuzu askeriyeye brifing için gitmesi,

Başörtülülerin okullardan ve işinden atılması,

Üniversitelerde kurulan ikna(!) odaları,

Namaz kılan ve eşi başörtülü olan subay ve astsubayların ordudan ihraç edilmesi,

Dindarlar insanların hayattan soyutlanması ve ikinci sınıf insan muamelesi görmesi,

Bankaların hortumlanması ve yolsuzluklar...

28 Şubat sürecinin en takdire şayan siyasetçileri:

Necmettin Erbakan, Hasan Celal Güzel, Muhsin Yazıcıoğlu, Recep Tayyip Erdoğan, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan...

28 Şubat sürecinin en mazlum kişileri:

Başörtülü olduğu için okullarından atılan öğrenciler ve işinden atılan kamu çalışanları,

Namaz kıldığı veya hanımı başörtülü olduğu için ordudan atılan subay ve astsubaylar,

Salih Mirzabeyoğlu ve hapislere atılan tüm Müslümanlar...

28 Şubat sürecinin en yüz akı basın kuruluşları ve gazetecileri:

Yeni Şafak, Kanal 7, Akit...

Hasan Karakaya, Ahmet Taşgetiren, Abdurrahman Dilipak, Ali Karahasanoğlu, Sibel Eraslan, Yusuf Kaplan, İbrahim karagül, Hakan Albayrak...

28 Şubat sürecinin takdiri en çok hak edenleri:

Gencecik yaşlarına rağmen inancından taviz vermeyip başını açmadığı için okuldan atılan başörtülüler...

Tüm baskı ve tehditlere rağmen inancından vazgeçmeyip işinden, mesleğinden atılan Müslümanlar...

Bu liste daha çok uzar, ancak yerimiz bu kadar... Rabbim, bu millete bir daha 28 Şubatlar yaşatmasın!..

Not: Bu yazı 25 Şubat 2017'de Diriliş Postası'nda yayımlanmıştır.

Asansör de asansörmüş ha

Sütten çıkmış ak kaşık olan bir milletiz, içimizde kaşını kaldırıp karşı cinse şehvetle bakan yok; sen kalk kadın erkek ilişkileri konusunda fetva ver!.. Bak sen!..

Ben bu konuda art niyet ararım azizim. Olmaz böyle bir şey!..

Bu, resmen eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmektir!.. (Karpuz kabuğunu zaten düşünen eşşek -dikkat edin şeddeli yazdım- sayısının az olmadığını biliyoruz da maksat birilerine çakmak!..)

Asansöre binen kadın erkek arasında halvet olur mu, olmaz mı?

Bak, bak!.. Ah be Hocam, böyle fetva mı olur?

Bizim milletimizin bir kısmı -evli bekâr fark etmez- kadın erkek; aynı otel odalarında kalır, ıssız bir koyda denize birlikte bikinili mayolu girer de yine halvet ortamı oluşmaz. Sen kalk, bir iki dakikalık asansör yolculuğundaki halveti sorgula!..

"Halvet"in kelime anlamını bilmeyip olayı doğrudan cinsel ilişkiye bağlamalarındaki cahilliği, ahmaklığı, art niyeti ise hoş görmemek büyük ayıp olur.

Ya hu Hocalarım, bilmez misiniz ki biz hayatımızı İslam'a uydurmak için çalışan Müslümanlar değiliz, İslam'ı hayatımıza uydurmaya çalışan Müslümanlarız. Onun için bize böyle fetvalarla gelmeyin!..

Ramazan’da orucu nelerle açabiliriz?

Karımız varken kaç tane hatunla nikâhsız fink atabiliriz?

Faizi nasıl helal hâle getirebiliriz?

Hem evli hem de kimin eli kimin cebinde belli olmadan, hiç sınırlanmadan özgürce(!) bir cinsel yaşamın tadını nasıl çıkarabiliriz?

Hem cehennemlik bir hayat yaşayıp hem cenneti nasıl garanti edebiliriz?

Bize bunların yolunu gösterin, böyle fetvalarla gelin, sizi baş tacı edelim!..

Doğan doğmayan, Oda moda, Halk malk, Sözcü gözcü, Cumhuriyet milliyet aklınıza ne gelirse her medyamıza Birgün değil, her gün konuk edip köpürtelim sizi.

Bu ülkede asansör fantezisi, ilk defa sizin fetvanızdan sonra insanların aklına geldi.

Damacanaya tecavüz eden adamlar da bu ülkeden çıkmadı zaten.

Üç yaşındaki bebeye, 4 yaşındaki kendi öz kızına tecavüz girişiminde bulunan hayvanlar, zaten bulunmaz bizde.

Taciz, tecavüz olaylarının haberlere dahi konu olduğunu hatırlayanın olacağını da sanmam.

Herkes dini konularda her şeyi bilir ayrıca!.. Herkes en âlâsından din âlimi, herkes en âlâsından fetva makamı iken ne gerek var hocalarım sizin fetvalarınıza?

Ortada bir sapık, bir de sapık görüş var da bu sapığın kim olduğu ve asıl sapık görüşün hangisi olduğu konusunda henüz anlaşamadık.

Aslında sapık olanlar da dâhil sapığın kim olduğunu, sapıklığın ne olduğunu herkes biliyor da kimisi itiraf edemiyor, kimisi hedef saptırıyor, kimisi de sapıklara sapık demeye cesaret edemiyor.

Ama olayların güzel(!) bir tarafı var:

Dindarı da hocaları konuşuyor, dinsizi ve donsuzu da!..

Yani hocalarımız, âlimlerimiz çok medyatik maşallah son zamanlarda!..

Hocalarımız da durumdan rahatsız mı, yoksa "Reklamın iyisi kötüsü olmaz!.." deyip şan ve şöhretin tadını çıkarmakla mı meşguller, şimdilik anlayamadım!..

Ama şunu biliyor ve söylüyorum ki hocalarımızın ve âlimlerimizin bu kadar medyatik olması, her konuyu medyaya taşımaları ve söylediklerinin, olur olmaz herkes tarafından tartışmaya açılıyor olması itibar kaybına sebep oluyor.

Hocalarımız ve âlimlerimiz, medyanın şehvetine kendilerini kaptırmamalı!..

Bir fetva da ben vermiş oldum, inşallah başıma bir şey gelmez.

Bunlar sizin eseriniz, eserinizle ne kadar övünseniz azdır

Son günlerde insanı insanlığından çıkaran, midesini bulandıran, "Batsın bu dünya, bu dünya hâlâ niye dönüyor ki?" dedirten haberler düşüyor gazetelere, televizyonlara, haber sitelerine!..

Bizim yazarken utandığımız, okurken yüreğimizin dayanmadığı hadiseleri yaşayan bedenler var maalesef!.. Hele ki bu bedenler, henüz bebeklikten çocukluğa yeni adım atmış masumlar olunca insan kahroluyor, insanlığından utanıyor.

Sapıklığın da bir ölçüsü olmalı, insanlıktan çıkmanın da bir sınırı olmalı, hayvanlaşmanın da bir sonu olmalı!.. Ama duyduklarımıza, yaşananlara bakınca bunların bir sınırı olmadığını görüyoruz.

İnsan azmanı aşağılık biri, henüz dört yaşındaki bir çocuğa nasıl kötü emeller besleyip zarar verebilir, nasıl o masuma kıyabilir, nasıl onun çaresizliği, sessiz çığlığı karşısında yüreği sızlayıp kendine gelmeden kafasına koyduğu iğrençliğe devam edebilir? Bu kadar mı hayvanlaştın, bu kadar mı insanlıktan nasipsizsin?

Aklım, havsalam, mantığım hiçbir açıklamayı, hiçbir mazereti kabul etmiyor!.. Aramızda insan diye dolaşan hiçbir mahlukat bu kadar aşağılıklaşamaz!..

Neye kızıyorum biliyor musunuz? Bu olaylardan sonra sosyal medyada, meydanlarda "İdam istiyoruz!.." diye höykürüp güya bu sapıklığa karşı çıktığını söyleyerek sesi en fazla çıkanların kimliğine baktıkça dünyanın kirlenmişliğinden bir kez daha tiksiniyorum!..

Kim mi beni bu kadar çileden çıkaranlar!..

Hani hükûmet kürtajı yasaklamak için -yasaklamak değil de sınırlandırmak aslında daha doğrusu- yasa çalışması yaptığında sokaklara çıkıp "Sevişirim evlenmem, hamile kalırım doğurmam!.." diye eylem yapan aşağılık zihniyetin temsilcilerini gördükçe kahroluyorum.

"Namus mu kirletmeden duramam!.." diye pankart açan zihniyetin şimdi sapıkları kınamış gibi yapmasını, o mağdur ve masumlar üzerinden hâlâ kendilerine alan açıp menfaat elde etme, çıkar sağlama, topluma yön verme manevralarını gördükçe insanlığın geldiği noktadan bir kez daha tiksiniyorum.

Bu yaşananların birinci sorumlusu sizsiniz!.. Bu sapıklar, bu sapıklıklar sizin eseriniz!.. Eserinizle istediğiniz kadar övünebilirsiniz!..

Yine Antalya'nın Manavgat ilçesinde öz babasının dört buçuk yaşındaki kızına yaptıklarını duyunca feleğim şaştı. Yanlış duyduğumu, yanlış okuduğumu, haberin yanlış olduğunu düşündüm. Bu kadarı da olamazdı!.. Sanmıyorum ki hiçbir hayvan kendi yavrusu bu kadar savunmasızken ona bu kadar zarar versin!.. Biz ne zaman insanlığımızdan bu kadar uzaklaştık? Bizi bu hâllere düşürecek ne gibi günahlar işledik?

Ama bu haberi ilk duyuran kişinin ve medya grubunun ismini duyunca öfkem katbekat arttı!..

O medya grubu ki dindar insanlara, İslami değerlere savaş açan, normal gazete ve televizyonlarında sürekli pornografi yayımlayan, alçakça haberleri alçakça üslupla reklamını yaparcasına sürekli piyasaya süren, kadın bedeni üzerinden köşeyi dönen medya grubu!..

7-8 yaşında namaz kılan, başını örten çocuklar gördüğü zaman salya sümük saldırıp aynı çocukları makyaj manyağı yapıp yarı çıplak şekilde programlara çıkarıp o körpecik bedenleri üzerinden parayı kıran medya grubu ve avaneleri!..

Siz kim, sapıklıklara ve sapıklara cephe almak, sapıklara söz söylemek, sapıklar aleyhine protesto yapmak kim?

Bu yaşananların birinci sorumlusu sizsiniz!.. Bu sapıklar, bu sapıklıklar sizin eseriniz!.. Eserinizle istediğiniz kadar övünebilirsiniz!..

Şehit Yasin Börü'yü katledenler ve katlettirenler

Yasin Börü; vicdanı kara, eli kanlı, yüreği nasırlı, insanlığı iğdiş edilmiş katil sürüsünün kararttığı coğrafyanın yüzü nurlu, özü temiz, yüreği aydınlık şehidi!..

Kapısını çalan kimseleri kalmamış kimsesizlerin, fakirlerin kimsesi olmak, onlara kurban etinden pay dağıtmak isterken kurban edildi.

Yalnız değildi, yanında kendisi gibi şehit edilen üç abisi daha vardı. Ahmet Dakak 18, Riyat Güneş 27 ve Hasan Gökgöz 29 yaşındaydı o gün... Hasan, geride gözü yaşlı bir çocuk ve hamile bir eş bırakmıştı. Riyat ise bir yaşında bir kız çocuğu ve çocuğuna sarılıp koca hasretini dindirmeye çalışacak bir hanım...

Bir de son anda ağır yaralı olarak kurtulan Yusuf Er... Yusuf, yaşanan vahşetin tek canlı şahidiydi!.. Belki de şehitlere şahit olsun diye onu muhafaza etmişti Rabbim!.. O da şehit olsa kim şahitlik edecek, kim ortaya çıkaracaktı yaşanan vahşeti? Kim eli kanlı teröristlerin, delikanlı Müslüman yiğitleri avını canlı yiyen sırtlanlardan daha vahşi bir şekilde katlettiğini anlatacaktı?

Yaşanan vahşeti ben okumaya, yazmaya imtina ederken insanlıktan çıkmış ya da hiç nasibini almamış katil sürüsü, evlerine sığınan gençleri teröristlere teslim etmiş, defalarca bıçaklamış, binadan aşağı atmış, üstünden arabayla geçmiş, yakmaya kalkışmış... Katlettikleri yetmemiş gibi bir de cesetlerine işkence etmişler!..

Bu vahşetin sorumluları yok mu peki? Sorumluları bir kurdun avını parçalamasından, bir sırtlanın avına yapacağı işkenceden daha ağırını yapan birkaç kan emici vampir mi sadece?

Bu kana susamış katil sürüsünü sokaklara çağıran, devlete karşı kışkırtan, kendilerinden farklı düşünen tüm Kürt vatandaşlarımızı hedefe koyan siyasi iradeyi, terör örgütünün gönüllü taşeronluğunu yapanları ne yapacağız? Asıl bunlar hesap vermeli, asıl bunlara yaşadıklarını yaşatmalı değil mi?

Kobani bahanesiyle sokaklarımızı Kobani'ye çeviren ve çetelerini, teröristlerini sokaklara yakıp yıkmaya çağırıp bir gecede elliden fazla vatandaşımızın ölümüne sebep olanları görmezden mi geleceğiz? Böyle bir şeye ne Hakk'ın ne halkın rızası olur!..

Devletin “Çözüm Süreci” sebebiyle alttan aldığı, insanlığa kazandırmak için bir şans verdiği kişi/liksiz/ler, bunu devletin acziyeti olarak algılayıp şımardıkça şımarmışlardı. Doğu'da bilmem kaç km2'lik alanı bebek katili PKK'nın kontrol ettiğini söyleyip devlete ve devlet yöneticilerine meydan okuyacak kadar pervasızlaşmışlardı.

Demirtaş, perşembe günü hâkim karşısına çıktı ve “Yasin Börü'nün vahşice katledilmesi bir barbarlıktı. Bunu yapanlar insanlıktan nasibini almamış demektir. İddia edildiği gibi bunda benim de katkım varsa eğer aynı alçaklık bana da bulaşmış demektir. Demirtaş'ın çağrısıyla sokağa döküldüler, 54 kişiyi katlettiler, yönündeki haberlerle aleyhimde kampanya yürütüldü.” demiş.

Bunlar, insanların aklıyla dalga geçiyor. Bu olayların meydana gelmesinden, tırmanmasından, o kadar insanımızın ölmesinden, Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesinden birinci derecede sorumlu olanlar, PKK'yla arasına mesafe koymayıp insanları sokaklara davet edenlerdir.

Yasin Börü ve arkadaşlarını katledenlerin aldığı cezaların katbekat fazlasını azmettirenler, ortam hazırlayanlar da almalıdır.

Yoksa o annenin yüreği nasıl soğur?

Bu öğretmenlerden, Akşemsettin; bu öğrencilerden, Fatih Sultan Mehmet çıkmaz


Bir haftadır gündemimizi meşgul eden bir olay var malum!..

Tekirdağ Çorlu'daki bir okulda bir grup öğrencinin -bunlara öğrenci demek, öğrencilere büyük haksızlık- imza attığı bir rezalet var.

Edep, terbiye, ahlak, insaniyet, İslamiyet eğitiminden geçmeyen; insanlığı öğrenmeden sadece bilgiyi öğrenip bir mesleğe atılsın diye yetiştirilen nesillerin geleceğimiz için ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne seren bir manzara!..

Aristo, “Kalbi eğitmeden aklı eğitmek, eğitim değildir; vicdan olmadan bilgi sahibi olmak, tehlikelidir.” diyordu ya tam da bu tehlikenin ortasında olduğumuzu gösteren bir manzara!..

Görüntüler sosyal medyaya düştükten sonra izlerken utandık, öfkelendik!.. Bir öğretmenin ne hâllere düşürüldüğünü, öğretmenin çaresizliğini, yalnızlığını gördük orada!.. Öğretmenin oradaki acziyeti, ne sınıf yönetimini bilmemesinden ne bilgisizliğinden ne de kendinden kaynaklanan başka bir eksikliktendi.

Öğrenciyi bu denli şımartıp öğretmeni çaresiz bırakan sistemdir ve yapılan uygulamalardır maalesef... Öğretmeni sürekli tartışmalı hâle getiren, elindeki tüm yetki ve etkiyi alan, her problemin tek müsebbibi görüp gösteren bakış açısı ve basiretsiz idareciler; eğitimi laçkalaştırdı, öğretmeni oyuncak hâline getirdi.

Bu öğretmen hakkında soruşturma açılmış bir de niye idareye bildirmedin diye... Eminim ki idareye bildirse öğretmenliğini sorgulayıp "Sen sınıfına nasıl hâkim olamazsın?" diye yine öğretmeni suçlayacaklardı, muhtemelen bunu bildiği için de bildir/e/memiştir. Eğitimden çok anlayıp(!) sınıfı, öğrenciyi bilmeyenlerin öğretmeni suçlayıcı tarzda yazdıkları da zaten bu tezimizi destekliyor.

Bu öğrencilerin bunları yapabiliyor olmasının birinci sorumlusu; öğretmeni itibarsızlaştıran uygulamalar, ikincisi veliler, üçüncüsü ise okul yönetimidir. En masum olan burada öğretmendir. Hep yalnız, çaresiz ve hedefe konulan kişidir. İyi bir eğitim; güçlü ve itibarlı öğretmenlerle yapılır, itibarsızlaştırılıp çaresiz bırakılan öğretmenle kaliteli bir eğitim VE-Rİ-LE-MEZ!..

Tarihî bir hikâyeyle olayı somutlaştıralım:

Fatih Sultan Mehmet, tabii o zamanlar sadece Şehzade Mehmet, sınıfta hiç akıllı durmaz, bağırır çağırır. Hocası Akşemsettin bir şey dediği zaman ise “Sen bana bir şey diyemezsin, ben Padişah'ın oğluyum.” diye tehdit ederdi. Akşemsettin, bir gün her şeyi göze alıp Sultan 2. Murat'ın huzuruna çıktı ve olanları ona sıkılarak anlattı. Padişah, durum karşısında bir müddet düşündü ve planını Akşemsettin’e açıkladı. Ertesi gün yine Şehzade Mehmet, derste yaramazlık yapıyordu. Akşemsettin’in uyarısına yine aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah, ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemsettin, hiddetlenerek Padişah'a bağırdı ve bir tokat atarak bu şekilde sınıfa giremeyeceğini, izin istemesi gerektiğini söyleyip sınıftan kovdu. Padişah, mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür dileyip dışarı çıktı. Olaylar karşısında Şehzade Mehmet’in nutku tutulmuş, ne yapacağını şaşırmıştı. Hocası, koskoca Padişah olan babasını tokatlamıştı. Şehzade Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahcup bir şekilde içeri girip özür diledi. Plan muhteşem işlemişti… O günden sonra Şehzade Mehmet asla yaramazlık yapamadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı, padişah olan babasını bile dövebilen hocası kendine ne yapamazdı?

Şimdiki çocukların pek çoğu Şehzade Mehmet, velilerin ve idarecilerin hepsi padişah ama hiçbiri Sultan 2. Murat değil.

Akşemsettin yani şimdiki öğretmenler, Şehzade Mehmet'in yaptıklarını şikâyet ettiği zaman hepsi Şehzade Mehmet'in yanında... Akşemsettin'i sınıfı yönetememekle, öğrenciye hâkim olamamakla, işini doğru yapamamakla suçluyorlar. Şehzade Mehmet'i yani öğrencileri; daha da şımartıyorlar, şımarttıkça şımartıyorlar. "Sen şehzadesin, geleceğin padişahısın, kimse senin kılına dokunamaz; sana dokunana hayatı zindan ederiz." diyorlar!..

Sınıflara izinsiz dalıp Şehzade Mehmet'in önünde Akşemsettin'i tokatlıyorlar!.. Şehzade Mehmet'in yaptıklarının hesabını Şehzade Mehmet'ten değil, Akşemsettin'den soruyorlar!..

Manzara bu olunca bu Şehzade Mehmetlerden 21 yaşında İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmetler çıkar mı?

Peki, önüne gelenin tokatladığı öğretmenlerden Akşemsettin olmalarını beklemek büyük haksızlık değil mi?