3 Aralık 2017 Pazar

CHP'ye başkan olmak istiyorum, her şey CHP için



Ey vefalı, sadık ama saplantılı CHP'liler!..


İçinde bulunduğunuz durumu; ülke, millet aleyhine yaptıklarınızı gördükçe içim acıyor. Aklıselimle düşünseniz sizin de içinizin acıyacağından ve "Ben bu partiye nasıl destek verebiliyorum?"diyeceğinizden eminim.


Sizi bu durumdan kurtarmak ve gönül rahatlığıyla destekleyeceğiniz bir CHP ortaya çıkarmak için kendimi feda etmeye hazırım.


Kendimi bir CHP'li olarak düşününce ben bile kendimden uzaklaştım; dostlarımın, çevremin, beni tanıyanların da anında benden uzaklaşacaklarından eminim ama mesele ülke ve millet menfaati olunca elimi taşın altına koymaya karar verdim.


Beni CHP genel başkanı seçtiğiniz takdirde sizi iktidara taşıyacak formüllerimi tek tek sıralıyorum:
Geçmişte millet aleyhine yapılan tüm uygulamalar için milletten samimi bir şekilde özür dileyip milletin inançlarına, değerlerine verdiğimiz tahribat için önce Hak'tan sonra halktan af dileyip nasuh tövbesi edip inanç ve değerlerin inşası için her türlü fedakârlığı göstereceğimize söz vereceğim.
Yasakladığımız Kur'an, Türkçeleştirip ucubeye çevirdiğimiz ezan; ahıra çevirdiğimiz, yaktığımız, yıktığımız, sattığımız cami, dergâh, vakıflar için pişmanlığımızı ifade edip başta Ayasofya olmak üzere müzeye çevirip canına okuduğumuz camilerin açılması, sattığımız camilerin iadesi amacıyla yasa teklifleri verip yaktığımız ve yıktığımız camilerin yeniden inşası için milletin parasıyla kurulup partimizin zimmetine geçirilen bankanın paralarını kullanacağız ve bankanın gerçek sahibi olan millete iadesini sağlayacağız.
Astığımız Başbakan ve bakanlar için, uyduruk bir Şapka Kanunu bahanesiyle darağaçlarında sallandırdığımız suçsuz, bîgünah hakikat önderleri, Hak yolu yolcuları (İskilipli Atıflar, Şallı Bacılar vb.) için tüm Türkiye'den özür dileyeceğim.
1960'tan günümüze darbe ve darbe girişimlerine verdiğimiz destekten dolayı kıvırmadan, "ama, fakat, lakin" demeden pişmanlığımızı bildireceğim.
Özellikle 28 Şubat'ta mağduriyetlerine sebep olduğumuz insanların mağduriyetlerinin giderilmesi, uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi için acil adımlar atacağız; bir daha böyle bir şeye sebep olmayacağımızı, sebep olmaya yeltenen densizlerle de mücadele edeceğimizi kamuoyuna deklare edeceğiz.
Muhalefetimizi sadece ülkenin daha güzel günlere ulaşması için yapacağımızı, ecnebilere karşı her zaman ülkemizi yönetenlerin yanında yer alacağımızı, birlik ve beraberliğimize halel getirmeyeceğimizi, vatanımıza ihanet edenlere arka çıkmayacağımızı, milletle ve değerleriyle sorunu olanlara partimizde asla yer vermeyeceğimizi taahhüt edeceğim.
Son olarak, bizi desteklemeyen milletimizi hiçbir seçimden sonra küçümseyip aşağılamayacağımızı ve asla milletin tercihlerini tartışmaya açmayacağımızı ilan edeceğim.


Bunları yapmanıza asla müsaade etmezler ve sizin başkanlığınız hayal mi dediniz?


O hâlde CHP'nin de milletle barışması ve iktidar olması mümkünsüz bir hayal, uyanılması imkânsız bir rüya!..


Neyse bu yazdıklarım, beni başkan seçmenize yetmese de bu vaatlerle milletin karşısına çıkacak, misyonu Hak ve halkın rızası olacak bir başkan adayı çıkmasına vesile olur belki!..


Allah'tan umut kesilmez!.. Selam ve dua ile!..

Aşk olsun, aşksız olmaz

Aşk nedir? Aşkı sevgiden ayıran nedir?

Aşk, sevginin küpşümüş hâli midir?

Yapabilen var mı aşk denen şeyin tanımını?

Her tutku aşk mıdır?

Sevda mı, aşk mı daha iyi ifade eder insandaki tutkuyu?

Aşk, âşık, maşuk kavramları ne anlama geliyordu, şimdi ne anlamlar yüklendi?

Aşk nedir, âşık kimdir, maşuk ne anlama gelir?

Ne kadar çok aşk var, herkes âşık, herkes en âlâsından maşuk!.. Herkes aşk adamı, herkes aşk kadını!..

Küçük bir problem var: Hiçbir âşık ilelebet sürdüremiyor aşkını, maşukuyla hem dem olup onda yok olamıyor; hiçbir maşuk yok ki âşığına sadık olup ona bende olsun, hiçbir aşk yok ki dimağlarda uzun süre yer etsin!..

Teknoloji çağında, ışık hızındayız ya aşkların da ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini anlayamıyoruz!..

Televizyonlar, gazeteler, haber siteleri hep aynı iğrenç haberleri veriyor, hep aynı kokuşmuşluğu gündemde tutuyor:

"Filan kişi falanla yaşadığı aşkı bitirdi, falanla aşk yaşamaya başladı." Aşk, aşk yaşamak, aşkı bitirmek!..

Kendi âşık değil, karşıdaki maşuk değil, yaşadığı aşk değil, bitirdiği ise aşk değil!.. Kendisi hayvani nefsini tatmin etmekten öte bir şey bilmeyen zavallı, karşısındaki bu işe gönüllü bir pespaye, bitirdiği ise insanlığı... Bunun adı aşk değil, çok başka bir şey!..

Günümüzün sorunu aşksızlık!.. Aşkımızı kaybettik!..

Hiçbir şeye aşkla bağlanamıyoruz, hiçbir şeyi aşkla yapamıyoruz!..

Günümüz kadını ya da erkeğinin karşısındakine beslediği duygu aşk olmadığı için arzularını tatmin edince aşk(!) bitiyor. Yeni aşklara(!) yelken açıyor!..

Öğrenciysek dersimize, okulumuza aşkla bağlanamıyoruz!..

Öğretmensek öğrencimize, mesleğimize aşkla bağlı değiliz!..

Çalışansak işimizi aşkla yapmıyoruz!..

Ülkemize aşkla bağlı değiliz, insanları aşkla sevemiyoruz.

Ailemize, çocuklarımıza aşkla bağlanamıyoruz.

İbadetlerimizde bile aşk yok!.. Aşkla kılınan namaz, aşkla tutulan oruç, aşkla yapılan zikir bizi kötülerden, kötülüklerden uzak tutmalı!.. Tutmuyorsa kıldığımız namaz değil, tuttuğumuz oruç değil, çektiğimiz zikir değil!.. Ama bakıyoruz ki hem bunları yapıyoruz hem dünyaya tapıyoruz!.. Ortada büyük bir çelişki var!..

Aşk ile yapılan her şeyin nihayeti güzel olur, aşk olmayan hiçbir şeyin ise değeri olmaz.

Fuzuli, "Aşk imiş her ne var âlemde, ilim bir kıyl ü kâl imiş ancak" der. Yani, dünyada her ne var ise kaynağı aşktır, ilim ise -içinde aşk yoksa- boş bir iştir, der.

Yine Fuzuli, "Ya Rab, bela-yı aşk ile kıl âşina beni / Bir dem belâ-yı aşktan etme cüda beni"derken Allah'tan kendisini aşkla tanıştırmasını ve aşk belasından uzak tutmamasını ister.

Yine Fuzuli, "Yar için ağyara minnet ettiğim aybeyleme / Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur" der.

Şimdi kimse yok ki sevdiği, aşkı için ayıplamalara, sıkıntılara katlansın. İlk zorlukta terk etmek varken kim âşık olduğunun kahrını çeker, ayrılıp yeni aşklara yelken açmak varken kim aşkta vefa arar.

Yunus emre ise,

"Aşkın pazarında canlar satılır,

Satarım canımı, alan bulunmaz,

Yunus öldü deyu sela verirler,

Ölen beden imiş, âşıklar ölmez" der.

Bundan dolayı Ferhat ve Şirin öldü, aşkları yaşıyor; Leyla ve Mecnun öldü, aşkları baki; Arzu ile Kanber öldü, aşkları hayatta...

Aşk olsun!.. Aşkınız ziyade olsun!.. Aşkla kalın efendim!..

Adı Nur, kendisi baştan sona kusur

Allah yolunda canını feda eden bir Müslüman'a şehit denir.

"Şehit; nefsini Allah’a satıp, Allah (cc) yolunda savaşandır!"

“Allah (cc) yolunda öldürülen şehittir. Allah (cc) yolunda ölen şehittir.” (Müslim)

TDK Sözlüğü'ne "şehit" yazınca ise "kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse" diyor.

Bizde de vatan kutsaldır; vatanı korumak, vatan için mücadele etmek kutsaldır. Dolayısıyla vatanı, milleti, devleti için mücadele edip ölenler de şehittir.

“En şerefli ölüm, şehit olarak ölmektir.”

Ebu Hureyre'nin (ra) aktardığına göre, Peygamberimiz (sav) “Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal’e kasem olsun; Allah (cc)yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim.” (Buhari) buyuruyor.

Yani şehitlik makamı, öyle bir makam ki Allah'ın peygamberi bile o makama erişmeyi can-ı gönülden istiyor.

Bizler bu topraklarda, ülkemizde huzurlu ve güvende olalım, rahat uyuyalım diye ana kuzuları şehit oluyor.

Kimisi henüz nişanlanmış, kimisi yeni baba olmuş; kimisi yolu dört gözle beklenen, ailesinin tek umudu, tek evladı... Ancak vatanı, milleti, devleti için geride bıraktıklarını bir saniye düşünmeden şehadete koşmuşlar!..

Onlar şehit, bizler de onların şehadetine şahit!..

Onları gıptayla izliyoruz, elde ettikleri makamı kıskanmıyoruz desek doğru olmaz!..

Ancak bu şehitlerimiz sayesinde huzur ve güven içinde yaşayan, ticaretini yapan, milletin sırtından geçinen, üç kuruşa mal ettiği bir kıyafeti üç milyona satan bir terzi, kalkıp kendine şehitlerimiz olduğuna dair verilen habere vefasız, düşüncesiz, vurdumduymaz bir şekilde cevap veriyor hatta tepki gösteriyor.

"Ne yapayım Allah Allah, şehitler mehitler aman yeter!" diyor.

Orada oturduğu koltuğu, rahat yaşadığı evini, lüks ve şatafat içinde sürdürdüğü hayatını o şehitlere borçlu olduğunu bilmiyor. Bilmiyor demek yanlış oldu, biliyor da önemsemiyor.

Gelen tepkiler üzerine ise garabet bir açıklama yayımlıyor. Yaptığı açıklama ise neresinden tutarsan tut, elinde kalıyor.

Ne demiş? "Benim hayata bakışımı, duruşumu beni uzaktan yakından tanıyan herkes bilir. Ucuz bir yanıltma taktiğiyle beni tüm sevenlerimin gözünde karalamaya çalışan kötü ruhlar asla sevinmesinler çünkü ben o kalıplara sığdırılamayacak kadar büyük yüreği olan bir kadınım... Benim ülkeme, vatanıma, bayrağıma saygımı ve minnetimi karalamaya kimsenin gücü yetmez. Allah ıslah etsin onları diyorum ve takdiri siz değerli kamuoyuna bırakıyorum. Saygılarımla."demiş.

Ah, ne kadar üzüldük sana yapılan haksızlığa!.. Kesinlikle sana karşı algı operasyonu yapılıyor, sen aslında bunları söyleyecek biri değilsin!.. Sen ki o şehitler için gece gündüz gözyaşı dökersin, uykuların kaçar, gecen gündüze karışır!.. Tabii ki ıslah olması gereken sen değilsin, sana karşı bu algı operasyonun yapanlar ıslah olmalı!..

Adı Nur, sanı kusur!.. Adı Nur, kendisi baştan sona kusur!..

Kendi rahat etsin diye şehadete kavuşanlar için üç beş dakika da olsa rahatına kıyamayanlara akıl, vicdan, merhamet versin Allah'ım!..

Söyleyecek çok şey var ama...

Siz tüm şehitlerimiz için birer Fatiha okuyuverin lütfen!..

Öğretmenler Günü kutlamak da ne oluyor, öğretmenlere gününü göstermek lazım!

Yine bir 24 Kasım, yeni bir 24 Kasım geliyor.

Öğretmenlerimizi seven ne kadar çok insan var. Öğretmelerimizin işini kolaylaştırmak için herkes seferber olmuş.

Herkes öğretmen aşığı... Herkes öğretmenin ne kadar kutsal bir iş yaptığını, ne kadar fedakârane çalıştığını ve hak ettiği değeri görmediğini söyleme yarışında...

Herkes, eski öğretmenlerini hatırlayıp farklı bir şekilde gündem olma derdinde!..

Bürokratından vekiline, genel müdüründen bakanına, valisinden başbakanına herkes bulursa eski bir öğretmeninin -medya önünde olmak koşuluyla- elini öpme ve ona övgüler dizme derdinde!..

Tüm şirketler, AVM'ler, bankalar, kurumlar öğretmene olan sevgisini gösterme ve pozitif ayrımcılık yapma telaşında...

Herkes öğretmeni anlama konusunda ne kadar da istekli, öğretmenin çektiği sıkıntıların farkında, öğretmenin daha verimli çalışabilmesi için bir şeyler yapılması gerektiği konusunda hemfikir!..

Öğretmenin yaptığı işe karşılık aldığı ücretin yetersizliği hatta komik olduğu fikrinde olmayan yok gibi... Yaptıkları iş, peygamberlik mesleği sonuçta; çok kutsal bir görev ifa ediyorlar. "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." diyen Hz. Ali (ra) ne kadar da doğru konuşmuş. O zaman öğretmenin maaşına zamla başlayıp çalışma şartları düzeltilmeli, öğretmenliğin itibarı artırılmalı, öğretmenlerimizin daha verimli çalışabilmesi için her şey yapılmalı!.. Bla bla bla...

Ancak 24 Kasım geçtikten sonra durumlar, algılar, fikirler bir anda değişiyor. Yılda bir kez övgü alan öğretmenler için başlıyor yergi yarışı...

Eğitimle ilgili sorun mu yaşanıyor? Tek sorumlusu öğretmendir ve eğitimi düzeltmek denilince akla öğretmeni düzeltmek geliyor.

Bilmem şu kadar maaş alıyorlar ama yan gelip yatıyorlar!..

Eğitimden ve öğrencinin dilinden anlamıyorlar, işlerini düzgün yapmıyorlar. Şu öğretmenlere işini nasıl yapması gerektiği öğretilmeli...

Öğretmeni hizaya getirmenin yolları bulunmalı... Öğretmenin not verdiği kişiler de öğretmene not vermeli!..

Bir şikâyet olduğunda öğretmen hemen açığa alınabilmeli, şikâyet edenin art niyetli olup olmadığına bakılmaksızın şikâyet edilen öğretmen hakkında işlem yapılmalı... Öğretmen, peşinen suçlu ilan edilip onun da bir itibarı var mı, çevresine karşı rezil olacak mı, hayatı kararır mı diye düşünülmemeli...

Diğer memuriyetler için düşünülmeyen, teklif dahi edilemeyen pozisyonlar, kurallar, sınırlandırmalar öğretmenler için uygulanabilir. Sözleşmeli öğretmen olsun, sözleşme Demokles'in kılıcı gibi başında sallansın!.. Hiçbir şeye sesini çıkaramayacak şekilde şartları düzenlensin!.. Hatta devlet bile maaşından tırtıklasın, ek dersinden kessin, eğitim ödeneğinden kessin!.. Devlet bile öğretmenini korumayıp öğretmenini kollamazsa özel sektöre, her şeye kapitalist anlayışla yaklaşanlara ne diyeceksiniz?

Bence ortada ne günü kutlanacak bir meslek ne de günü kutlanacak bir meslek erbabı var!.. Öğretmenler günü kutlamak da ne oluyor, öğretmenlere gününü göstermek lazım!..

Ama memnun olacaksanız yine de kutlayayım kutsal(!) gününüzü!..

Öğretmenler Günü'nüz kutlu olsun!..

Devletimizi Kim Yönetiyor, Kararları Kim Alıyor?

Köklü bir devlet geleneğimiz var ve haklı olarak bununla övünüyoruz.

Çok zorlu süreçlerden, felaketlerden, büyük sıkıntılardan alnımızın akıyla çıkabiliyoruz hamdolsun!..

Fransa gibi bir ülkede orta ölçekli bir terör saldırısı sonrasında aylarca OHAL ilan ediliyor, ülke aylarca şoktan çıkamıyor. Biz ise sürekli terör saldırılarına maruz kalıyoruz, sayamadığımız kadar terör örgütüyle ve terör destekçisi ülkeyle mücadele ediyoruz.

Yetmiyor, içimizdeki tasmalı hainlerin dışarıdaki sahiplerinin talimatıyla yapmaya çalıştığı darbelerden -15 Temmuz Darbe Girişimi- kurtuluyoruz. Bütün bunlara rağmen normal hayatımıza devam ediyoruz.

İçimizdeki gâvurların post-modern darbe yapıp milletin inancına, değerlerine savaş açtığı ve "Bin yıl sürecek!.." dedikleri 28 Şubat gibi lain süreci on yıl gibi kısa bir sürede neredeyse bitiriyoruz.

Hamdolsun ki fırtınalı günlerde okyanusu geçmeyi başarıyoruz da her şeyin yolunda gittiği, tüm şartların lehimize olduğu zamanlarda küçük su birikintilerinde boğulma tehlikelerine maruz kalıyoruz.

Yaşanan bazı olaylara, maruz kaldığımız bazı olumsuzluklara, devletin müdahale etmekte yetersiz kaldığını düşündüğümüz bazı saçmalıklara baktığımızda isyan etme noktasına geliyoruz.

Neler oluyor, nereye gidiyoruz, bizi kimler yönet/em/iyor, bazı kararları kim alıyor ya da alamıyor?

Suçlular, geçmişin sabıkalıları, millet düşmanları, millet lehine olan konularda seslerini öyle yükseltiyorlar ki hem suçluluklarını unutturuyorlar hem de millet lehine olan uygulamalarda geri adım attırıyorlar.

Tokat'ta bir okula isim verme olayı da tam bir acziyet göstergesi... Okula "Mustafa Sabri Efendi" ismi veriliyor patronu firari ve tescilli FETÖ’cü olan sol görünümlü FETÖ’cü gazete, "Atatürk düşmanının ismi okula verildi!" diye haber yapıyor ve bizim devlet yetkilileri, anında okulun ismini değiştiriyor.

Haberin sorunlu olmasına mı, haberi yapanların kimlik/sizlik/lerine mi, düşünmeden karar alanlara mı, yoksa aldıkları kararın arkasında duramamalarına mı yanalım?

Televizyonlardan güya evlilik programları kalktı... Ama mevcut programlar da en az onlar kadar iğrenç... Milletin değerlerine, inançlarına, ahlakına bilinçli bir saldırı var ve devlet kurumları ve yetkilileri, maalesef ki bu konuda çok pasif ve duyarsız. Ne kadar çarpık ilişki, ahlaksızlık varsa TV programları yoluyla özellikle gündeme getirilip normalleştiriliyor. Bu konuda devletimiz, bu kadar mı çaresiz, bu milleti ve değerlerini bu hükûmet ve devlet korumayacaksa kim koruyacak?

Yine aşırı laik gazetenin, aşırı laik yazarlarından biri ensest ilişki sonrası yakalanınca densizin biri, "Türkiye'de ensest ilişki oranı %40" diye tweeti atıyor. Bu, tamamen olayı normalleştirmek için atılmış bir adımdır. Devlet, bunun hesabını neden sormaz? Böyle bir ahlaksızlığın milletin neredeyse yarısının sorunu olduğunu iddia eden, ya iddiasını somut verilerle ispat etmeli ya da cezasını çekmelidir!..

Yazacak daha çok şey var da yerimiz bitti... Daha sonra bu konulara devam edelim inşallah...

Devletimiz ve devlet yöneticilerimiz, milletimizi ve değerlerini koruma konusunda daha duyarlı olmalı ve milletimize ve değerlerine kastedenlere karşı acımasız olmalıdır!..