25 Mart 2016 Cuma

Gariplikler Ülkesiyiz

Bir kanaldaki evlendirme programında -gerçi bu programlara çiftleştirme programı demek daha yerinde olur- başı örtülü(!) ama edebi ve hayâsı çırılçıplak bir kadın, taliplisinin kendine hediye ettiği Tarkan CD'si ile kendinden geçiyor. CD'yi öpüp başına koymalar, yere diz çökmeler, höykürerek ağlama numaraları... Ne günlere kaldık Rabbim!.. Örtü dindarlığın, hassasiyetin, "Bana bakma!" demenin sembolü iken ne hâle getirildi. "Ahlak örtüsü olmayanı başörtüsü dindar yapmaz." diyordu Nureddin Yıldız Hocamız ya böylelerini gördükten sonra söylemiş olmalı bu sözü... Belki şöyle tamamlamak lazım sözü: Başörtüsü, kadını dindar yapmaz ama dindar kadın da başörtüsüz olmaz."

Bu çiftleştirme programları ile ilgili de devlet kurumları ne zaman adım atacak acaba? Yetkili ve etkili kişiler, bakıyorsunuz şikâyetçi bu rezaletten ama atılan hiçbir adım yok. Sizi sıradan vatandaşlar gibi şikâyet edin, ağlayıp sızlayın diye mi getirdiler o makamlara? "Vatandaş da izlemesin." gibi saçma bir savunma da yapılmasın. Yetkisi dâhilinde olan konularda şikâyetçi olup da yaptırım uygulamamak, bizim ülkemize has olsa gerek... "Zırva tevil götürmez." atasözü bu durum için iyi gider sanki...

İstanbul Kartal'da sahil yolunda trafikte hafriyat kamyonu sürücüsü, bir cip sürücü ile tartışıyor. Cip sürücüsü, telefonla arkadaşlarına haber vererek hafriyat kamyonunu takip ediyor. Trafikte yaşanan kovalamaca sonunda dayak yiyeceğini anlayan kamyon şoförü, hafriyatı yola döküp yolu trafiğe kapatıp kaçarak dayaktan kurtuluyor. Güzel ülkemin güzel insanları, sıkışınca pratik çözümler üretmekte çok mahir gerçekten. Dünyanın hiçbir milleti bu konuda elimize su dökemez.

Türkiye'nin çeşitli yerlerinde etek giyip kaçan PKK'lıları görmeye alışmıştık. Bir erkeğin cesaretini ortaya koymak yerine, korkunun esaretine teslim olup anasının entarisini üstüne geçirip kalleşlik yapan teröristleri garipsemez olmuştuk. Bu defa garipseyeceğimiz bir manzarayla karşılaştık: Adana'da PKK yandaşları ile polis arasında çatışma çıkıyor. Polis üç erkeği gözaltına alıyor ama o da ne? Gözaltına alınan üç erkek, kadın çıkıyor bu defa. Her yerde etek giyip tüyen PKK'lı oğlanlar yerine, Adana'da PKK'lı kadınlar, erkek kılığına girip polise saldırıyor. Ülkemizin havasından mıdır, suyundan mıdır nedir bir gariplik var ama...

Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, PKK'ya destek veren ve terör operasyonları için "Bu suça ortak olmayacağız." diyen akademisyenlerle ilgili soruyu yanıtlarken okuma oranı arttıkça kendisine afakanlar bastığını söyledi ve cahil, okumamış halka daha çok güvendiğini ifade etti. "Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Çünkü zihinleri berrak, üniversite ve sonrası durum çok vahim... Çünkü gidişatı okuyamıyorlar, zihinleri bulanık." dedi. Bir profesörden bunları duymak garip belki ama çok daha garip olan, Bülent Hoca'nın tespitlerinin çok yerinde olması... "Cehalet mutluluktur." sözü de pek boş söz olmasa gerek bu durumda...

20 Mart 2016 Pazar

Kazandıkça Kaybeden Muhafazakârlar

Müslümanlar, son yıllarda İslamcılıktan muhafazakârlığa terfi(!) etti. Bakıyorsunuz dünyalık hiçbir zevkten mahrum kalmak istemeyen, İslamla gönül bağı dışında pek alakası olmayan, Müslümanım demeye dili varmayan kişiler de kendisini "muhafazakâr" olarak isimlendiriyor. Hele AK Parti'nin kendini "muhafazakâr" olarak nitelendirmesi, toplumdaki muhafazakâr(!) sayısını bir hayli artırdı...

Muhafazakârların sayısı, parası, Ankara'da dayısı hızla arttı. Ancak samimiyeti, hassasiyeti, hissiyatı azaldı. Şimdi muhafazakârların neyi muhafaza ettiği pek belli değil. Parayı muhafaza etmeyi öğrenen muhafazakârlar, değerlerini muhafaza etmeyi unuttu sanki. Müslümanlar mı paraya sahip oldu, para mı Müslümanlara sahip oldu; Müslümanlar mı paraya hükmediyor, para mı Müslümanlara hükmediyor? Bu konuda maalesef ki gözlemlerim Müslümanların aleyhine... Gözünü para, makam, mevki hırsı bürüyen muhafazakârların özünü muhafaza edebilmesi zordu zaten.

Müslümanlar "El kârda, gönül yârde." olamadı maalesef. Ya da "Kâr ettikçe yâri değişti Müslümanların." demek çok mu ağır kaçar bilmem ki... Eğer ki öyleyse "kâr" ederken telafisi mümkün olmayan büyük bir zararda Müslümanlar...

Müslümanlar para kazandıkça ahireti kazanmak için çabalamayı bıraktı sanki... Ya da parayla her şeye sahip olabileceğini düşünen Müslümanlar, sahip olduklarını da yitiriyor bir bir...

Muhafazakârların sahip olduğu ya da yönettiği kurumlarda çalışanların hakkının hukukunun gözetilmeyişi, daha fazla kazanmak için çalışanların sürekli ezilmesi, "Çalışanın hakkını alın teri kurumadan veriniz." diyen Peygamberimiz’in (sav), "çalışanın hakkını çatır çatır yiyen" kodaman ümmeti var karşımızda. Daha fazla kazanmak için çalışanını daha çok çalıştıran, çalıştırdıkça hakkından kısan, bunu yaparken de "piyasa koşulları" yalanına ve insafsızlığına sığınan, vicdan yoksunu Müslüman kodamanlar hâkim maalesef ki piyasaya...

Yıllardır eğitimin içindeyim. Eğitim kurumlarında muhafazakâr ailelerin çocuklarını yakından gözlemleme imkânım oldu. Çocukların ve ailelerin hayata, olaylara, eğitime bakış açısı da aynı şekilde çok büyük sorunlar barındırıyor. Ailesinde gözlemlemiş olduğu "sonradan görme" hâllerini çocukları da aynı şekilde çevresine yansıtıyor. Vaktinden erken zengin olmuş Müslümanların çocukları, maalesef ki maneviyat, insaniyet, nezaket yönünden çok fakir. "Parasıyla değil mi her şeyi yaparım! Param var, her şey benim hakkım! Param var, ben güçlüyüm!" diye ortalıkta gezen, insani ve İslami hassasiyetten mahrum, duyarsız, duygusuz, ruhsuz bir nesil gümbür gümbür geliyor. Aileden geleneksel "aile terbiyesini" alamamış, "kul hakkı, büyüğe saygı, küçüğe sevgi, alın teri" kavramlarından bîhaber bir muhafazakâr nesil yetiştiriyoruz.

Ar bellemesi gereken şeyleri kâr belleyen muhafazkârlar, tez zamanda kendine çekidüzen vermezse yarın her şey için çok geç olacak.

"Eli kârda, gönlü yârde" Müslümanların arttığı günlere tez zamanda ulaşabilmek duasıyla... Yine de umudumuz taptaze...