9 Nisan 2016 Cumartesi

Her "Doğan" değil, "Er Doğan" Makbuldür

Zamanında mahalle değiştirmiş, şimdilerde "Yaradan"a değil de sıradan bir "Doğan"a hizmet eden Coşkun gazeteci; "Ensar, cihat, Allahu ekber" başlığıyla bir yazı kaleme almış birkaç gün önce. Bu kavramların içinin boşlatılmasından şikâyetçi olmuş ve içini boşalttığını düşündüğü kişilere beddualar etmiş. İnsanların "Allahu ekber" sözünü duyunca korktuğundan bahsederek "Allahu ekber gibi kutlu bir sözü, bu hâle getirenlerin Allah belasını versin" demiş. Normal şartlarda, normal bir insan bunları yazsa "eyvallah" der altına da imzamızı atarız. Ancak bu arkadaş; bu kavramların içini boşaltanların, İslam'ı çağrıştıran her ne varsa ona kin kusup bu kavramları itibarsızlaştırmaya çalışanların çöplüğünden beslenip onların borazanlığını yaptığından habersiz sanıyor bu milleti galiba. "Amiral Gemi" dedikleri gazetelerinin "General Abi" bülteni gibi çıktığı, askerler eliyle hükûmete; yaptığı yalan, çarpıtma, iftira haberlerle bu milletin kutsallarına darbe yaptığı günleri unutmadık. "Ensar, cihat, Allahu ekber" kavramlarının içinin boşlatılmasından şikâyetçi olacak en son kişi sen ve içinde debelendiğin darbesever gruptur. Ayrıca dikkat et, beddua bumerang gibi dönüp dolaşıp o bedduayı en fazla hak eden içinde bulunduğun grubu vurmasın.

Bir başka Coşkun gazetecinin yine aynı gün yayımlanmış olan "Paşa, Çok Yaşa…" başlıklı yazısı da oldukça eğlenceli(!) bir yazıydı. Genel Kurmay Başkanlığının "darbe" söylentilerini boşa çıkaran açıklamasına fena bozulmuş bu emmi de... " Laf aramızda bir şey söyleyeyim; zaten sizin darbe marbe yapmayacağınızı biliyorduk… 'Yapacağız' deseniz, bir tek inanan çıkmaz…" diyor. Açıktan, "Darbe yap/a/madığınız için size karşı kin ve nefret doluyum." diyemediği için de darbeye yanaşmayan askeri hafife alma ve aşağılama yöntemiyle kışkırtmaya çalışıyor. Biz, senin ve saz ekibinin darbe korosunda ezelden ebede gönüllü olduğunuzu ve millet iradesine, milletin kutsal değerlerine nasıl düşman olduğunuzu çok iyi biliyoruz. Ancak sizin çizdiğiniz rotaya göre yol alan askeri erkân da, sizin ağzınızdan çıkanlara göre eylem ve söylem belirleyen başkan da başbakanlar da yok artık. "Dert etmeyin!" diyeceğim ama alışmış olduğunuz buyurgan üslup ve içinde bulunduğunuz çıkmaz karşısında dert etmemeniz imkânsız.

Cumhurbaşkanımız, ABD'ye gitti geçen hafta içinde bildiğiniz gibi. ABD'de yuvalanmış olan paralel çetesi ve tüm müzmin muhalifler, Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ı ve ülkemizi zor durumlara düşürmek için yine elinden geleni ardına koymadı. Ancak hamdolsun ki her şey yolunda gitti ve Cumhurbaşkanımız ülkeye döndü. Hem de nasıl döndü? Yıllardır ABD'de yaşayıp topladığı milyarlarca dolar himmete(!) rağmen bir tek cami yapmayan, fitne kazanını kaynatmakla uğraşan çetebaşına nazire yaparcasına ABD’nin ilk çift minareli camisi olma özelliği taşıyan Amerika Diyanet Merkezi’nin de resmi açılışını yaparak döndü.

Ne diyelim, "Yiğidim, Allah sana hayırlı uzun ömür versin! Varlığın Müslümanlara güven, fitnecilere ve düşmanlara korku veriyor."

Eğitim, Öğretmenlik, Çocuk ve Aile

Bir öğretmen olarak bugün eğitim konusundaki gözlemlerimi paylaşmak istiyorum sizlerle… Öğretmenlik, gerçekten zor bir meslek ve eğer ki eğitimci olarak belli bir idealiniz, toplumsal bazı kaygılarınız yoksa parası pulu için yapılacak bir meslek değil. Öğretmenlik, sadece dersinizi anlatıp işinizi sınıfta, okulda bırakabileceğiniz bir meslek değil. Ders anlatmak belki de işin en kolay kısmı...

Öğretmenseniz bir defa sabır konusunda çok iyi olmalısınız, sinirlerinizi aldırmalısınız. Kendinizi çok iyi ifade edebilmelisiniz. Haksızlıklara açık olmalı, gelebilecek suçlamalara karşı her an savunmaya hazır olmalısınız. Verdiğiniz ve vermediğiniz notları, çok iyi hesaplamalı; bunun hesabını önce öğrenciye, sonra aileye, yerine göre de idareye çok iyi verebilmelisiniz. Çünkü şimdiki ailelerin geneline göre notu öğrenci almıyor, öğretmen veriyor. Bu bakış açısına göre de ya ortaya şişirilmiş notlar çıkıyor ya da hakkaniyeti gözeten ve eğitimi ders notundan ibaret görmeyen öğretmen, “sorunlu öğretmen” oluyor.

Öğretmenseniz insan yönetiminde kusursuz olmalısınız; sınıfta veya okulda bir öğrenci, yaramazlık yapıyorsa bu öğretmen olarak sizin kusurunuzdur. Evde çocuk aşırılıklar yaptığı zaman anne ve baba çocuğa kızabilir, yerine göre anneden terlik, babadan tepik yiyebilir. Ama bu çocuğun yaramazlığındandır ve anne baba hep haklıdır. Ancak siz okulda aynı çocuğa sesinizi yükseltemezsiniz. Annesi çocuğu avutamamış, babası büyütememiş, çevresi çocuktan illallah etmiş, ancak siz o çocuğu okulda, sınıfta muma çevirmeli, hem çocuğu memnun etmeli hem başarılı kılmalısınız. Eğer ki olmuyorsa öğretmen olarak siz işinizi yapamıyorsunuzdur(!)

Eskiden sorunlar, okul-öğretmen-aile işbirliği ile çözülmeye çalışılırdı. Şimdi ise öğrencinin bir hatası, sıkıntısı olduğunda aileye aktaramazsınız, diyelim ki aktardınız, "Bu sorunu nasıl çözeriz" diyen değil de "Sorunu nasıl örteriz" ya da "Sorunu nasıl başkasının üzerine yıkarız" diye düşünen ve kendi çocuğuna toz kondurmayan aile tipleriyle karşılaşyorsunuz genellikle.

Herkesin çocuğu kral, kraliçe; herkesin çocuğu sütten çıkmış ak kaşık... Peki, bu kadar sorunlu çocuk kimin? Çocuklarımızın doktor, mühendis, avukat olmasını değil de insan olan bir doktor, bir mühendis, bir avukat olmasını istiyorsak çocuklarımızı iyi tanımalı, olumsuz özelliklerini törpüleye törpüleye, olumlu özelliklerini ön plana çıkara çıkara çocuklarımızı eğitmeliyiz. Çocuklarımızın başarılı olmasından önce insan olmasını istemeli, en azından başarısı için gösterdiğimiz çaba kadar insani özelliklerle donanması için çaba göstermeliyiz.

Eğitimde okul-aile-öğretmen koordinasyonu iyi sağlanmalı, aileler çocuklarını "Sütten çıkmış ak kaşık" olarak görmemelidir. Çocuklarıyla daha iyi iletişim hâlinde olmalı, bir sorun olduğunda öğretmeni, eğitim kurumunu suçlamamalı; öğrencideki sıkıntıları gidermeye çalışmalıdır. Aile, kendi sorumluluklarını öğretmene, eğitim kurumuna yıkarak istediği sonucu elde edemez.

Hiçbir öğretmen, anne ve babanın; hiçbir eğitim kurumu aile kurumunun yerini tutamaz.