18 Mart 2017 Cumartesi

Ahlak, Siyasette de Gerekli

“Siyaset, politika, politikacı” denilince neden insanların ekseriyetinin aklına hep yalan dolan, kumpas, menfaat gelir. Neden insanlar, genel olarak siyasetçileri güvenilmez olarak görürler? Neden insanlar, siyaset için bazı değerlerden vazgeçilebileceğini düşünürler?

Peki, bu durum normal midir?

Bu durum, tabii ki normal değildir. Ancak yıllarca siyasetçilerin dürüst olmaması, işini yalan dolanla yürütmeye çalışması, anormal olan bu durumu normalleştirmiştir.

Seçime kadar Hakk’a ve halka yakın görünüp seçimden sonra Hakk’a isyanda, halka zulümde sınır tanımayanların ülke siyasetinde söz sahibi olması, milletin gözünde siyasetçilerin değerini düşürmüştür.

Seçim meydanlarına elinde Kur’an’la çıkıp milletin olduğu ortamlarda millete şirin görünmek için abdestsiz namaz kılıp seçimden sonra milletlin dinine sövenler; dinini diyanetini öğrenmesini, inandığı gibi yaşaması engelleyenler, ibadetlerini yasaklayan zihniyetin siyasetçileri, milletin siyasetçilerden uzaklaşmasına ve onlara güven duygusunu yitirmesine sebep olmuştur.

Her seçim öncesinde milletin aklını çelmek, oylarını çalmak için bölge şartları, ihtiyaçları gözetilmeden gereksiz yatırımlar başlatılıp seçimden sonra unutulup milyarlarca dolarların boşa gitmesine sebep olan siyasetçiler, millet nezdinden siyasetçilerin inandırıcılığını yitirmesine sebep olmuştur.

Siyasetteki bu algıyı yıkmaya çalışan, siyasetin dürüst kalınarak da yapılabileceğini gösterme gayretinden olan, inandığı doğruları siyasete taşımaya çalışan siyasetçilerimiz de -az da olsa- olmuştur tabii ki!..

Bu siyasetçilerin başında da tabii ki rahmetli Erbakan Hoca’mız gelmektedir. İnsanların “Allah” lafzını ağzına almaya korktuğu dönemlerde; inandığı doğruları, İslami eylem ve söylemleri siyaset sahnesine de taşımayı başarmıştır. Nasıl inanıyorsa, nasıl yaşıyorsa siyasette de öyle var olmaya çalışmış; siyaseti makam mevki, menfaat olarak görmemiş ve millete ve de ümmet hizmet için bir fırsat bilmiştir.

Aynı şekilde onun öğrencisi olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da siyaset sahnesinde inandığı değerlerle var olma savaşı vermiş, başka siyasetçiler gibi güç odaklarına değil de millete yakın olma derdinde olmuştur hep. Seçim meydanlarında da halkı kandırmaktan mümkün olduğunca kaçınmıştır

Son 15 yılda yapılanlara baktığımızda da vaat edilenlerin büyük oranda yerine getirildiğini görüyoruz. Dolayısıyla milletimiz, “Cumhurbaşkanımız, söylüyorsa yapar ya da o söylüyorsa doğrudur.” şeklinde bir kanaate sahiptir. Cumhurbaşkanımız ve AK Parti ile birlikte siyasetçilerin ve siyasetin itibarı artmış, bir söz veriliyorsa onun takibi yapılır ve gereği yerine getirilir olmuştur.

Referandum sürecinde de millet bu güvene dayalı oy kullanacaktır. Olmayacak başbakanla cumhurbaşkanı anlaşamayınca kriz çıkacağını, olması mümkün olmayan koalisyon sorunun çözülemeyeceği ve diktatör yalanıyla millete korku salmaya çalışanlara millet pabuç bırakmayacaktır.

Dolayısıyla yalan dolanla, ahlak sınırlarını zorlayanlarla, değerleriyle problemi olanlarla değil; hep kendine karşı dürüst olan, inancıyla, yaşam tarzıyla sorunu olmayan, ülkesinin itibarını artıranlarla yola devam edecektir bu necip millet!..

Sizce de öyle değil mi? Evet, sizin de aynı fikirde olduğunuzdan eminim!.. Selam ve dua ile!..

Kokuşmuş Batı, Pisliğinde Boğul!..

Yılardır bize Batı’yı “medeniyetin merkezi, demokrasinin beşiği” vb. süslü ifadelerle pazarladılar. Batı’dan gelen her şeyi bize cici gösterip bizim olan her ne varsa tamamını ise “tu kaka” ilan edip bizi özümüzden kopardılar. Kendi değerlerimize, kültürümüze yabancılaştık.

Batı sevdası ne zaman başladı? Ne zaman ki Osmanlı, eski gücünü, otoritesini kaybetti; Batı karşısında gerilemeye başladık, bunun sebepleri araştırılmaya başlandı. Varılan sonuç, Batı’nın fen ve teknolojisinin alınması gerektiği oldu. Tanzimat sonrası Batı’ya onların fen ve teknolojisini öğrenip bize getirsin diye devlet eliyle adamlar(!) göndermeye başladık. Tanzimat’ın ilk dönemlerinde Batı’nın teknolojisiyle İslam kaynaştırılmaya çalışıldı. Sonraki yıllarda ise İslam’ın terakkiye mani olduğu dillendirilmeye başlandı. Kim tarafından Batı’nın ilmini ve fennini alsın diye devlet eliyle Batı’ya yolladığımız ama onların yaşam tarzını, kültürünü, sapıklıklarını bize transfer etmeye çalışan hatta eden satılmış, hainler tarafından… O hainler, şimdi gönüllü Batı u şaklığı yapan, aydın geçinenlerin dedeleriydi.

Biz de o gün bugündür Batı karşısında eziklik psikolojisi yaşıyoruz, bize ait olanları yerin dibine batırıp Batı’yı ve Batı’dan gelen her şeyi yüceltiyoruz. Batı’ya kafa tutan, onları ciddiye almayıp özümüze dönmemiz gerektiğini söyleyen liderlerimizi, kanaat önderlerimizi ise (Abdülhamid Han, Mehmet Akif, Necmettin Erbakan vb.) içimizdeki gönüllü Batı uşaklığı yapan gâvurlar eliyle linç ettiler. Ama bu defa millet bilinçlendi; Batı’ya kafa tutan ve bize kim olduğunuzu hatırlatan, öz güvenimizi yeniden kazanmamızı sağlayan Reis’i, ne Batı’ya ne Batı uşaklarına yem edecek bu necip millet… Ne demiş şairimiz: “Yürüyeceksin; millet yürüyecek arkandan...” Kutlu yürüyüş başlamıştır ve bu defa bizi Viyana kapılarında da durduramayacaklar inşallah!..

Hollanda’daki olayları ilk gördüğümde çok öfkelenmiştim. “Milletçe tükürelim,boğulsun ahlaksız Hollanda!” diye düşünmüştüm, sonra “Bırakalım pisliklerinde boğulsunlar!..” dedim. Deniz seviyesinin bile altında, çukur ya başkenti; ondan bu kadar çukur, ahlaksız olmaları. Karşımıza almaya kalksak, haydi savaşalım desek kiminle savaşacaksın? 16 milyon nüfusu var, 4 milyon küsuru eş cinsel… İneği dışında insanlığa hizmet eden bir şeyi olmayan böyle bir toplumdan insana yaraşır bir tavır, davranış, eylem beklemek beyhude değil mi?

“BATI’yorlar çünkü DOĞU’yoruz!” demiş, tarih öğretmeni dostum Ayhan Yılmaz. Evet, biz küllerimizden doğuyoruz; onlar pisliklerinde boğulurken, gittikçe yok olurken, onlar geceyi yaşayıp karanlığa gömülürken bizim için güneş yeniden doğuyor, aydınlık yarınlar kollarını açmış bizi bekliyor. Kokuşmuş Avrupa’nın üzerimize saldırması bundan…

Mehmet Akif ne diyordu? “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar/

‘Medeniyyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar…” Uluduklarına bakmayın, çok korkuyorlar bizden… Kalmış olan o tek dişlerini de sökeceğimizi biliyorlar ve korkularının sebebi bu!.. Batılı ülkeler; ülkemizi AK Parti, MHP ve Reis’ten daha çok sevdiğinden(!) mi HAYIR için bu kadar debeleniyor? Batı’nın HAYIR için yaptıkları içimizdeki “HAYIRCI”ları hâlâ uyandırmadı ise… Yapacak bir şey yok, mutsuz vak’a hepsi…

Kutlu yürüyüş başlamıştır ve bu defa bizi Viyana kapılarında da durduramayacaklar inşallah!..

Aşk Ayağa Düşünce

12. sınıf öğrencilerimden biri yanıma geldi. “Hocam, çok seviyorum; ben âşık oldum, ondan başka bir şey düşünemiyorum.” dedi. Yüzüne şöyle bir baktım, baştan aşağı iyice süzdüm, “Hiç inandırıcı değil.” dedim. Öğrencim şaşırdı, biraz da bozuldu ve “Niye ki hocam, neden inandırıcı bulmadınız?” dedi.

Ben de “Sende hiç âşıklık emaresi yok, sende hiç değişiklik göremiyorum.” dedim. “Âşık olunca insanda ne değişir ki aşk insanı nasıl değiştirir ki?” diye sordu. Ben de “Aşk adamı olgunlaştırır, adamı adam eder. Kişinin insani özelliklerini ön plana çıkarır. Kişi önce kendinden, sonra dünyadan geçer. Sende ise bu özelliklerin hiçbiri yok; hâlâ aynı sensin, sende olumlu hiçbir değişim göremiyorum.” dedim. İtiraz etti, kendisi hakkında yanlış değerlendirme yaptığımı ve kendine haksızlık ettiğimi söyledi. Ben de “Senin âşkını kim biliyor, kimlere söyledin âşık olduğunu?” dedim. O da neredeyse bütün arkadaşlarının ve yakınlarının bildiğini söyledi. Ben de buna karşılık, “Eğer ki gerçek âşık olsaydın sevdanı da sevdalını da böyle dile, ele vermezdin. Sevdanı kalbine gömer, yalnızca içine döner, bir mum gibi yanar, aşkından küle döner ve külü de yellere verirdin. Hâlbuki sen ne yapmışsın? Sevdanı dile (gönle) indiremeden dillere, aşkı ayağa düşürmüşsün, hâlbuki aşk yüceltilir ve kişiyi de yüceltir. Aşkı çevreye yayarak büyütmezsin, içinde yaşayarak büyütürsün. Ne kadar aşk acısı çekersen sen de o kadar büyürsün.” dedim. Öğrencim, biraz mahcup oldu; o pervasız, üst perdeden konuşan genç gitti. Yerine gözlerime bakamayan, bir an önce konuyu değiştirmek isteyen mahcup bir delikanlı geldi. Ama ben konuyu değiştirmeye pek niyetli değildim, devam ettirdim. “Aşk, insana daha önce yapmadığı şeyleri yaptırmıyorsa, bencillikten fedakârlığa, tembellikten çalışkanlığa, taştan pamuğa, maddiyattan maneviyata dönüş yaptırmıyorsa kişiye, o aşk yalandır, sahtedir; özde değil sözdedir, kalpte değil gözdedir.” diye devam ettim. “Bu ise aşk değildir. Leyla, Leyla derken artık Mevla, Mevla demeye; namaza, namazdan sonra sevdiğini söylediğin kişi için dakikalarca duaya, gizli gizli gözyaşı dökmeye başlamamışsan sende aşk da yok, âşıklık istidadı da yok.” diyerek bombanın pimini çekip gencin eline bıraktım.

“Şairler aşk ile ilgili neler demiş bilir misin?” dedim; bilmeyeceğini, bilse de artık hatırlayacak ve dile getirecek takatinin kalmadığını bile bile… “Ya Rab, bela-yı aşk ile kıl âşina beni/Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni…” ya da “Aşk imiş her ne var âlemde/İlim bir kıyl ü kal imiş ancak…” beyitlerini hatırlattım. “Mende Mecnun’dan füzun âşıklık istidadı var/ Âşık-ı sâdık menem, Mecnun’un ancak adı var.” diyebiliyorsan bana aşktan bahset demeyi de ihmal etmedim.

Son olarak “Aşk insanı inşa etmiyor, imha ediyorsa onun adı aşk olmaz. Bundan sonra gözüm üzerinde olacak; okul başarın artıyor mu, daha bir insan olabiliyor musun, çevrende bıraktığın intiba değişiyor mu?” dedim. Bundan sonra çok farklı bir kişi göreceksiniz hocam, diyerek ayrıldı yanımdan.

Sonra şöyle mırıldandım: İnsanlar; vatanını sevdiğini söylüyor vatana ihanet ediyor, bir kadını sevdiğini söylüyor kadına ihanet ediyor, çevreyi sevdiğini söylüyor çevreye ihanet ediyor. Her gün biriyle aşk yaşadığını söyleyip fuhşiyata sürükleniyorlar.

Aşk, hiç bu kadar ayağa düşmemişti...

“Aşk adamı olgunlaştırır, adamı adam eder. Kişinin insani özelliklerini ön plana çıkarır…

Vatan da Vatan Sevgisi de Başka Bir Şey Azizim

Vatan nedir? Nerede başlar, nerede biter? “Bir halkın üzerinde yaşadığı, kültürünü oluşturduğu toprak parçası” tanımı yeterli mi vatanı tarif etmek için?

Belki varlığı sadece kendi milletiyle sınırlı olan devletler ve o devletlerin vatandaşları için bu tanım yeterli olabilir!.. Ancak bizim gibi binlerce yıldır dünyaya nizam, dünya siyasetine yön vermiş; çağ açıp çağ kapatmış, onlarca devlet kurmuş, yüzlerce devletin varlığına son vermiş, özellikle son bin yıldır mazlumların umudu, zalimlerin korkulu rüyası olmuş bir millet için bu tanım, çok yetersiz ve çok sınırlayıcı!.

O hâlde bize vatan diye çizilen ve dışına çıkmamamız ısrarla öğütlenen T.C. sınırlarından ibaret olmamalı bizim için vatan mefhumu... Tabii ki bu sınırlar içindeki vatan bizim ve ilelebet bizim kalacak inşallah; ancak bu sınırların fersah fersah ötesine, katbekat fazlasına ulaşıyor bizim sınırlarımız.

“Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?

Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.”

demiş ya şairimiz; bu sınırlar bize çok dar, bu sınırlar bizi sınırlandırmak için çizilmiş. Yine Ziya Gökalp,

“Vatan ne Türkiye’dir Türkler’e, ne Türkistan Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir:

Turan” diyor. Bizim sınırlarımız ise Türk coğrafyası “Turan”la da sınırlı değil, biz o sınırları aşmışız geçmişte; şimdi daha azına razı olmak olur mu? Hele de dünya Müslümanlarının, zulme uğrayan tüm mazlumların umut bağladığı bir ülke iken, başımızda da tüm bu milletlerin lider belleyip umut bağladığı bir lider varken!..

Bu milletin tarihinden bîhaber, kültürüne yabancı, inancına düşman, insanını küçümseyen; beyni işgal edilmiş, ahlakı iğfal edilmiş, insaniyetini kaybetmiş, maneviyatını maddiyata değişmiş, kıblesi Batı, kalbi taştan katı olmuş kişilerin vatan kavramından anladığıyla bizim anladığımız çok çok farklı...

Onlar “gönül coğrafyamızı” ve gönül bağıyla bağlı olduğumuz kardeşlerimizi unutalı çok oldu, bize de unutturmak için her yolu deniyorlar. Tüm bu sebeplerle bizim İslam coğrafyasıyla ilgilenmemizi, Müslüman kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmemizi anlayamıyorlar. Onların yabancı gördüğü Şam’ın, Bağdat’ın, Libya’nın, Cezayir’in, Bosna’nın, Endülüs’ün, Doğu Türkistan’ın, Somali’nin, Arakan’ın, Açe’nin bizim için vatan toprağı, gönül coğrafyamız olduğunu kavramaktan acizler.

Bu sebeple, “Bizim Suriye’de, Irak’ta, Somali’de ne işimiz var?” diyebilme aptallığını yapıyorlar. Cühela cüretkâr olur, demişler; cesaretleri(!) cahilliklerinden geliyor. “Ülkemiz Suriyeli, Afganistanlı, Iraklı doldu.” diye yaygara koparabilmelerinin sebebi; insaniyetlerini yitirmiş, İslamiyet’i kafalarında bitirmiş olmalarıyla alakalı... O milletler ve insanlar için bizim ne ifade ettiğimizi, onların gözünde bizim yerimizin ne olduğunu tayin edememeleriyle alakalı...

Yahya Kemal, “Kökü mazide olan âtiyim.” der ya, hepimiz mazideki kökümüzü unutmadan geleceğe yol almalıyız.

Bizim için vatan coğrafyası, gönül coğrafyamızdır!.. Anadolu ne kadar bizimse Bosna, Doğu Türkistan, Trablusgarp, Irak, Suriye, Mısır, Balkanlar, Türki Cumhuriyetler de o kadar bizimdir.

O hâlde bu coğrafyayı yabancı görmeyenleri, EVET bu insanları kardeş bilenleri, onlara umut olanları desteklemeliyiz değil mi? EVET mi dediniz?

Bu millet sevilmez mi ya hu!..

Yahya Kemal, “Kökü mazide olan âtiyim.” der ya, hepimiz mazideki kökümüzü unutmadan geleceğe yol almalıyız...

“Aydın Doğan” Karanlık Yaşayanlar ve “ErDoğan” Tayyip* Yaşayanlar

Her insan doğar, büyür, yaşar ve ölür.

Kimisi zillet içinde yaşar, millete illet olur. Kimisi adalet, merhamet, hakkaniyet ölçüsünde yaşar; milletin sevgisi onun için sel olup taşar.

Kimisi dünyalık her şeye sahip olur ama bir insan için elzem olan şeref, namus, haysiyetten mahrum olur; vatanına ihanet eder, ihanet edenlere kol kanat gerer, sıkışınca ipe un serer, rezilce bir hayat sürer.

Kimisi hayatının her döneminde engellenir, haksızlığa uğrar, iftiralara kurban gider ama hiçbir güç karşısında eğilmez; şerefiyle, onuruyla yaşar; Rabb’imin inayetiyle de başarıdan başarıya koşar.

Rabb’im, hiçbirimizi “AYDIN” görünüp “karanlık” içinde yaşayanlardan, bu topraklarda “DOĞAN” ama başka ülkeler, odaklar için ölenlerden eylemesin.

Rabbim, hepimizi “ER DOĞAN”, yiğitçe yaşayan, ülkesi ve milleti için her fedakârlığı yapan ve ömrünü “TAYYİP” olarak nihayete erdirenlerden eylesin.

Bir insan düşünün ki elinde dünyalık her türlü güç bulunsun: Basını, televizyonu, şirketleri, holdingleri...

Bu ülkede, bu milletin sırtından Karun kadar zengin olsun ama bulduğu her fırsatta onların aleyhine faaliyetlerde bulunsun.

Milletin kutsallarıyla, dini ve millî değerleriyle problemleri olsun. Millete hakaret etmek, kutsallarına saldırmak için fırsat kollasın, bulamazsa fırsat oluştursun.

Hep zalim olsun, zalimlerden yana olsun ama hep mazlum rolünü oynasın.

Ülkede vesayet rejiminin sürmesi için çevirmediği entrika kalmasın; TV’lerinde terör propagandası, gazetelerinde darbe çığırtkanlığı yaptırsın ama hiçbir yaptırıma tabii tutulmasın.

Sahibi olduğu gazeteleri, televizyonları silah olarak kullansın; çalışanlarını iş takipçisi yaptırsın, ihale peşinde koştursun, sonra da basın ilkelerinden bahsetsin.

Kendine muhalif olanları sahip olduğu yazlı ve görsel basın imkânlarıyla itibarsızlaştırsın, insan içine çıkamaz etsin; diz çöktüremediği kişilerin tepkisiyle, dik duruşuyla karşılaştığı zamanda karanlık odaklarla işbirliğine gitsin.

28 Şubat gibi 27 Nisan gibi darbe ve darbeye teşebbüs günlerinde demokrasiden yana değil de demokrasiyi ve insan haklarını katledenlerden yana olsun ama kendini hep en demokrat olarak satsın.

Darbe yapmaya yeltenen olursa hep onların safında yer tutsun, darbe yapacak kimse ortalıkta görünmediği zamanlarda ise darbe çığırtkanlığı yapıp karanlık odaklara darbe davetiyesi çıkarsın.

Sonra da bütün bu yaptıklarının yanına kâr kalacağını, bunların hesabının sorulmayacağını, hep karanlık odaklar tarafından korunacağını düşünerek yaşasın.

Artık devir eski devir değil; oyun oynadığı, kumpas kurduğu, alt etmeye çalıştığı lider de kadrosu da daha önce başını yediği ya da diz çöktürdüğü siyasilere, devlet yöneticilerine benzemez.

Millet de artık eski millet değildir; öyle televizyonlarında, gazetelerinde pişirip piyasaya sürdüğü yalan, iftira haberleri sorgulamadan kabul eden, aba altından gösterilen sopalarla sindirilen millet de yok artık karşısında!..

Ey devletin ve milletin sırtındaki illet!..

Devletin de milletin de sana ve saz arkadaşlarına tahammülü kalmamıştır bilesin!..

Güvenip sırtını dayadığın güç odakları, istediği kadar baltaları çıkarıp bıçakları bilesin!..

Senin ve çok güvendiğin servetinin yok olması için küçük bir kıvılcım kâfidir, yeter ki Rabb’im dilesin!..

Bu ülkede, bu milletin sırtından Karun kadar zengin olsun ama bulduğu her fırsatta onların aleyhine faaliyetlerde bulunsun…

* Tayyip: Çok temiz
A