28 Aralık 2016 Çarşamba

Sarıkamış: Şehadetleriyle Ölümsüzleşenlerin Diyarı

Maalesef ki hem tarihî kaynakların yetersizliği ve tarafsız olmaması hem siyasi tavırlar, Sarıkamış Harekâtı ile ilgili doğru bilgilere ulaşmamızı engellemiştir yıllarca.

Sarıkamış'ta insanlarımız boş yere mi şehit olmuştur? Toplam kaç askerimiz şehit olmuştur? O günkü şartlarda başka bir şansımız var mıdır? Enver Paşa bir hain midir, yoksa kahraman mıdır?

Bu sorular yıllardır zihinlerimizi ve gündemimizi meşgul etmekte!.. Bir taraf -özellikle Kemalist tayfa- Sarıkamış'ı büyük bir hezimet olarak görüp sürekli Sarıkamış Harekâtı aleyhine yazıp çizmekte, Enver Paşayı ise "Acımasız, cani, vatan haini" olarak görüp göstermeye çalışmakta, karalamaktadır.

Bir kesim ise -benim gibiler- Sarıkamış Harekâtı'nı o günün şartlarına göre değerlendirmeye çalışmakta, Enver Paşa'nın bir hain olmadığını, aksine vatanperver, gözü kara, vatanı için her fedakârlığı yapabilecek bir mücahit olarak görmektedir.

Sarıkamış Harekâtına bir kesim sürekli saldırırken bir taraf da sürekli savunma yoluna gitmektedir. Dolayısıyla Sarıkamış'la ilgili tarafsız, tarihî gerçeklerle uyumlu, herkesi tatmin edebilecek bir araştırma yapılıp sonuçları hakkında insanlar bilgilendirilememektedir.

Peki, biz Sarıkamış Harekâtı'na nasıl bakmalıyız?

Bir defa Sarıkamış Harekâtı'nda şehit olan asker sayısı ile ilgili rakamları normalleştirmekle başlayabiliriz. Özellikle son yıllarda gür bir şekilde dillendirilen iddiadan biri şudur: "Sarıkamış'ta 90 bin askerimizin şehit olması mümkün değildir? Sarıkamış'ta harekâta 76 bin asker katıldı. Nasıl olur da 90 bini donarak ölür? Bu bir Rus propagandasıydı. 1926'da Enver Paşa'yı gözden düşürüp Türkiye'ye dönmesini önlemek için gündeme getirildi. İddialar tarihî gerçeklere uygun değil."

Sonrasında ise "Sarıkamış Harekâtı, bir zorunluluk mudur, keyfi bir harekât mıdır?" sorusuna cevap aranmalıdır. "O mevsimde Sarıkamış Harekâtına ne gerek vardı?" diyenlere karşı "Sarıkamış tamamen bir vatan müdafaasıdır ve kaçınılmazdır." diyenler çatışmaktadır.

Böyle bir harekâtın keyfi yapılamayacağı, mutlaka yapılmasını gerektiren şartların olduğunu düşünmek ve söylemek daha insaflı ve insani olacaktır. Çünkü Osmanlı Devleti'nin birçok toprağı işgal altındadır ve işgal gittikçe genişlemektedir. Bu durumda hem kaybedilen toprakları geri alabilmek hem de daha fazla zarar görmemek için bir şeyler yapmak gerekmektedir. Bunun için de alınabilecek riskleri almak ve hızlı hareket etmek şarttır!..

Sonuç olarak Sarıkamış Harekâtı niçin o kış şartlarında yapılmış olursa olsun, şehit olan insan sayımız kaç olursa olsun, bizim için, tarihimiz için önemli ve ibretlik hadiselerle dolu bir tarihî olaydır.

Sarıkamış, atalarımızdaki vatan sevgisinin sınırı olmadığının ispatıdır. Vatanını sınırsız sevenlerin "Allahü ekber!" nidalarıyla Şehadete koştuğu tarihî bir harekâttır.

Sarıkamış, hem gururumuz hem yaramızdır. Gururumuzdur, ecdadımızın vatan aşkının ne kadar büyük olduğunun ispatıdır; yaramızdır, çaresizliğin en acı fotoğrafıdır!..

Dolayısıyla Sarıkamış Harekâtı'nın 102'nci yıl dönümünde tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet dilerken sizlerden de hepsi için bir Fatiha istirham ediyorum…

Üst Akıl ABD, Taşeron FETÖ, Maşa Bir Polis

Ankara'da bir sergide Rusya büyükelçisi öldürülüyor. Öldüren bir polis, "Katiller!" diyerek ve "El Nusra" marşından Arapça bazı bölümler söyleyerek ateş ettiği söyleniyor. Birileri de hazır hemen olayı El Nusra diye örtbas etmeye ve Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya!..

CHP milletvekili, ''Adam bağırarak El Nusracı olduğunu söylemiş, koca koca adamlarsa saatlerdir onu başka örgütlere pazarlamak için çalışıyor. Nusra sevicileri!'' şeklinde tweet atıyor. Eğer ki bu tweeti atan FETÖ mensubu değilse ve FETÖ'yü aklamak, FETÖ bağlantısını gizlemek için bilerek atmamışsa akıl, mantık, muhasebe yeteneği sıfır!.. Ne diyecekti katil? "Ben büyükelçiyi FETÖ adına öldürüyorum, böylece Türkiye-Rusya ilişkilerinin bozulup Türkiye'nin terör ülkesi olarak dünyada itibar kaybetmesini istiyorum." şeklinde mi bağıracaktı? Gerçi o zaman da şu andaki pozisyonun tam tersini savunur, "Katil, algı yönetimi için FETÖ mensubu olduğunu söyledi." şeklinde tweet atarlardı.

Katil, Aydın Söke'de FETÖ''nün dershanesine gidiyor, masraflarını FETÖ'den aranan firari iş adamı karşılıyor, FETÖ'den aranan eski Todays Zaman yazarının evinde kalıyor.

Tüm işaretler FETÖ'yü göstermesine rağmen bizdeki FETÖSEVERLER olayı farklı yönlere çekmek için canhıraş bir gayret gösteriyorlar. Rusya, bizim muhalefetten de bizdeki Kemalist-Laikçilerden de daha tarafsız ve soğukkanlı yaklaşıyor olaya!.. Olayın Türk-Rus ilişkilerini bozmak için planlandığını, böyle bir cinayetin Türkiye'ye bir şey kazandırmayacağını bizimkilerden daha iyi kavrayıp ona göre açıklamalar yapıyorlar.

Bizimkiler, "Acaba buradan hükûmete çakabilir miyiz? Putin, Recep Tayyip Erdoğan'a savaş açar mı? Cumhurbaşkanı itibar kaybına uğrar da zor durumda kalır mı, bize de buradan bir ekmek çıkar mı?" diye el ovuşturuyorlar. Ben söyleyeyim hemen size: Buradan da size ekmek çıkmaz, yine avucunuzu yalarsınız. Ülkeye yaptığınız ihanetle kalır. Ne kadar güvenilmez olduğunuzu perçinlemiş, sizden devlet adamı ve vatansever olamayacağını ispatlamış olursunuz.

Bu olayı planlayan kesinlikle Batı merkezli bir üst akıl!.. Amerika bu işin merkezinde, Almanya işin içinde AB ülkelerinin önemli bir kısmı haberdar!.. Üst akıl onlar, planın uygulayıcısı taşeron FETÖ, kullanılan maşa ise mankurtlaşmış, iradesini FETÖ''ye ipotek ettirmiş bir polis memuru!..

O katilin bu eylemi yaparken öleceğini bilmesi ise korkunç bir şey ve bunu da orada dillendiriyor. Yani bu eylem, bir intihar eylemi!.. Haşhaşilerin metodu!.. Hasan Sabbah, büyük devletlerin elçileri geldiği zaman fedailerinden birini çağırır, kendisini Alamut Kalesi'nin Burçlarından atmasını söylermiş. O da bunu çekinmeden yapar ve cennet'e(!) uçarmış. Böylece fedailerinin kendine ne kadar bağlı olduklarını gösterir ve onlara korku verirmiş. Şimdi Lanetullah da işin bu aşamasına geçti sanırım. Fedailerini böyle intihar eylemlerine yollayarak bizlerin ve devlet yöneticilerinin içine korku salmaya çalışıyor. Ama unuttuğu bir şey var:

Onun fedailerinin kendine bağlılığının binlerce katı Allah'a bağlılık var bizde!..

Bu Manzaralara Yürek Nasıl Dayansın?

Halep'te yaşanan insan/sız/lık dramıyla ilgili görüntüler, videolar düşüyor ekranlara, sosyal medyaya!.. İnsan, bakamıyor bile!.. İzleyebildiklerinizde -varsa tabii- vicdanınız paramparça oluyor, gözyaşlarınız, istemsiz şekilde yanaklarınızdan süzülüyor!.. Zaten o görüntüleri, çok ağlamaktan gözyaşı pınarlarınız kurumamışsa ve gözyaşı dökmeden izleyebiliyorsanız insanlığınızı sorgulamalısınız, insanlığınızı büyük ihtimalle kaybetmişsinizdir, hemen aramaya çıkın!.. Bizim izlemeye dayanamadığımız sahneleri, görüntüleri oradaki çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç on binlerce masum insan her gün yaşıyor. Bir de hiçbir şekilde medyaya düşmeyen görüntüler var tabii!..

Turgay Güler'in programında ekranlara getirdiği bir video var: Beş yaşlarında bir çocuk yaralanmış, acil ameliyat edilmesi gerekiyor ama ne narkoz var ne ilaç var ne neşter var elde!.. Çocuğu narkozsuz, ilaçsız, bir bıçak yardımıyla ameliyat etmeye çalışıyorlar; çocuk acıya dayanmak için Beyyine Suresi’nden ayetler ve Tebbet Suresi’ni okuyor. Allah'ım bu çocuğa yaşatılanlara; o çocuğun metanetine, bilincine nasıl gözyaşı dökmezsiniz, buna yürek nasıl dayanır? Allah'ım sen o Müslüman kardeşlerimize yardım eyle, sen bizi affet!..

Babası şehit edilmiş Suriyeli bir çocuk görüntüsü düşüyor yine ekranlara: Baba şehit edilmiş bir yardım gönüllüsü!.. Uzanmış bir sedyenin üzerinde yatıyor, yüzünde şehitlere has bir aydınlık ve gülümseme!.. Kafasından akan kan sakalına süzülmüş!.. 7-8 yaşlarındaki oğlu ağlayarak geliyor. Babasını görünce üzerine kapanıyor, o kanlı başını, gözünü, yanaklarını öpüyor, öpüyor, öpüyor!.. "Baba, bırakma beni!.. Allah rızası için beni tek başıma bırakma!.. Allah'ım bana sabır ver!.." diye feryat edip ağlıyor, babasına sarılıyor, onu öpüp kokluyor!.. Allah'ım bu çocuğun feryadını duymayan kulağı ne yapalım? Bu çocuk için, onun gibi masumlar için yaş dökmeyen gözün ne gereği var? Bu manzara karşısında parçalanmayan yüreğin, sızlamayan vicdanın varlığına nasıl inanalım?

Yine yürek yakan başka bir video: Sedyede yatan bir mücahit!.. Şehadet şerbetini içmek üzere, başında annesi!.. Annesi, artık oğlunun şehit olacağını; ruhunu Allah'a teslim edeceğini anlamış. Oğluna son nefesini verirken kelime-i şehadet getirmesi için telkinde bulunuyor. "La ilahe illallah!" de, "Şehadeti söyle, parmağını oynat, yüreğin selamete ersin ey ömrüm! Ben söyleyeyim sen tekrar et canım!.. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. Ey Allah'ım, senin hükmüne itirazımız yoktur ey Rabbim!.. Allah'ım sen razı olana dek sana hamdolsun!.." diyerek nasıl da çırpınıyor oğlunun başında!.. Tek kaygısı, oğlunun imanla ruhunu teslim etmesi!.. Allah'ım bu annedeki imanın, metanetin, teslimiyetin onda biri geri kalan biz Müslümanlarda olsa dünyada zulüm namına bir şey kalmaz!..

Daha bunlar gibi binlerce örnek var ama yerimiz dar!..

Bu mazlum, masum insanlar için hiçbir şey yapamıyorsanız en azından üzülün, gözyaşı dökün, dua edin!.. Bunları da yapmıyorsanız insanlıktan istifa edin ki sizinle hemcins olmanın üzüntüsünü yaşatmayın bize!..