2 Haziran 2018 Cumartesi

Kesin bilgidir yayalım, bu bilgiler AK Parti'yi bitirir!



Tuncay Özkan'ın "Marmaray neden suyun altına indi? Kim indirdi? Bülent Ecevit indirdi. Bülent Ecevit yaptı Marmaray'ı..." şeklindeki aydınlatıcı açıklamalarından sonra ben de yepyeni bilgilerle siz değerli okuyucularımızı bilgilendirme ateşiyle yanıp tutuşur oldum.

Marmaray'ın temeli 2004'te atılmış, 2013'te hizmete açılmış olsa da sorun değil; Tuncay abimiz, Bülent Ecevit yaptı diyorsa yapmıştır. Aksini iddia eden irticacı, gerici, yobaz ve AK Parti yalakasıdır. Tuncay abimizin tüm doğru bildiklerimizi ters yüz eden o kıymetli açıklamalarından sonra ben de sizlere yepyeni bilgiler açıklıyorum. Şimdi Reis'in cumhurbaşkanı olması, AK Parti'nin ve cumhur ittifakının mecliste çoğunluğu sağlaması imkânsız hatta vereceğim bilgiler AK Parti'yi bitirecek!..

Siz İstanbul'u kimin fethettiğini düşünüyorsunuz? İstanbul'u Mustafa Kemal Atatürk fethetmiştir. Ancak bize yıllarca Fatih Sultan Mehmet fethetti diye yutturuyor Ak Parti ve cumhurbaşkanımız!.. 1453'te fethedilmiş olması, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1881'de doğmuş olması sizi aldatmasın. Hatta üçüncü köprüyü, üçüncü havaalanını, Kanal İstanbul'u da Mustafa Kemal Atatürk hayata geçirmiştir. Kesin bilgidir yayalım!..

Malazgirt, Niğbolu, Varna, Kosova Savaşları; Mısır'ın Fethi vb. aklınıza gelen tarihî başarıların kazanıldığı tüm savaşlar CHP iktidarında kazanılmıştır. Tarihî gerçeklere uymuyor falan derseniz çok üzülürüm. Kesin bilgidir yayalım!..

Keban ve Atatürk Barajı'nı, GAP' yatırımlarını; Fırat Kalkanı Operasyonu'nu, Afrin Harekâtı'nı İsmet İnönü planlamış ve yapmıştır. 25 Aralık 1973'te vefat etmiş olması sizi yanıltmasın!.. Kesin bilgidir yayalım!..

Kıbrıs Harekâtı'nı Kılıçdaroğlu yapmıştır. Gürsel Tekin de hemen yanı başında yardımcısıdır. Yalan da yok hilaf da... Kesin bilgidir yayalım!..

Altay tankını, Atak helikopterini, MİLGEM gemisini, ANKA insansız hava aracını, Göktürk millî keşif uydusunu meşhur CHP valisi Nevzat Tandoğan yapmıştır. Kesin bilgidir yayalım!..

Bu kadarla kalsa iyi... Bir de insanlarımızın lanetle andığı ve CHP'yi suçlayarak CHP'ye oy vermeme sebebi gördüğü bugüne kadar yanlış aktarılan bilgiler var!..

Ayasofya'yı ve birçok tarihî camiyi kim müzeye çevirdi? Sıkı durun bombayı patlatıyorum!.. Tabii ki Recep Tayyip Erdoğan!.. Siz ne sanıyordunuz? 1935'te olması, o dönemde CHP'nin ve kurucularının iktidarda olması ve Reis'in henüz doğmamış olması sizi yanıltmasın!.. Cumhuriyet Dönemi'nde satılan, ahıra, pavyona, depoya çevrilen, yakılıp yıkılan tüm camilerin Sorumlusu da Recep Tayyip Erdoğan'dır!.. Kesin bilgidir yayalım!..

Şapka Kanununu çıkarıp başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere onlarca âlimi, Şalcı Bacı isimli kadında içlerinde olmak üzere yüzlerce insanı Şapka Kanuna muhalefetten asan; Rize, Maraş gibi illerimizi bombalayan da AK Parti'dir. İstiklal Mahkemelerini de AK Parti kurmuş ve masum binlerce insanı asmış ve sonra kılıf uydurmaya çalışmıştır. İstiklal Mahkemelerinin meşhur üç Ali'si de (Kel Ali, Kılıç Ali, Küçük Ali) AK Parti'nin kurucuları arasındandır zaten!.. Kesin bilgidir yayalım!..

Şimdi bu kadar bilgiden sonra AK Parti Meclis çoğunluğunu, Recep Tayyip Erdoğan da Reis-i Cumhurluğu alırsa ben bu millete ne diyeyim?

Tabii ki cahiller, bidon kafalılar, göbeğini kaşıyanlar, kömürcüler, makarnacılar derim. Hak etmiyorlar mı efendim?

Siz bu yazıyı okurken biz...



Seçim arifesindeyiz!.. Ülkemizde gündem çok yoğun...

Partilerde, milletvekili adaylarında bir heyecan bir heyecan...

Dün itibariyle milletvekili listeleri de YSK'ye sunulmuş oldu.

Yine aday tartışmaları, yerinden memnun olmayanlar, kendine partide yer bulamayanlar, kendini fasulye gibi nimetten sayıp da parti tarafından külfet görülüp yüzüne bakılmayanlar...

Yani anlayacağınız seçim öncesinin en hararetli günlerini yaşıyoruz bugünlerde...

Hayırlısıyla şu seçimi yapsak da vatan, millet ve Ümmet-i Muhammed için en hayırlı sonucu, bizi hayırlara ulaştıracak neticeyi alsak biz rahatlasak küffar ve küffarı dost edinenler çatlasa...

Evet, ülkemiz seçim ve seçime katılacak partilerin aday tercihleri dolayısıyla yoğun, hararetli ve heyecanlı günler yaşıyor.

Ama benim ve bir grup gazeteci dostumuzun ayrı bir heyecanı var bugünlerde: Filistin,Kudüs ve Mescid-i Aksa...

Siz bu yazıyı okuduğunuzda inşallah biz Kudüs'e ayak basmış ve kalbimizin hep orada olduğu ilk kıblemiz Mescid-i Aksa'ya bedenimizi de taşımış olacağız.

Ne diyordu Eşref Ziya bir ezgisinde?

Bekle beni, bekle #Kudüs bir sabah erken,
Sana gelirim gece yanarken,
Hasret giderip ağlarız yürek dağlarız,
Dua edip eller yanarken...
Kudüs nazlı çiçeğim,
Üzülmeyesin incinmeyesin,
Bekle beni bekle Kudüs bir sabah erken,
Sana gelirim gece yanarken...

Biz de öyle diyoruz!.. Bekle bizi Kudüs !..
• Kudüs, Mescid-i Aksa ve civarındaki Osmanlı eserlerinin kayıt altına alınmasını sağlamak,
• Osmanlı eserlerinin karşı karşıya kaldığı tehlikeler yıkım çalışmaları, amaç dışı kullanılan cami ve medreseleri onarmak,
• Kayıp ve tahrip edilmiş eserlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak,
• Kudüs ve civarındaki tarihi eserlerimizin aslına uygun olarak onarımını yapmak

gibi kutsal bir sorumluluğu üstlenmiş olan "Mirasımız Derneği"nin davetlisi olarak -Dirili Postası gazetemizi temsilen- inşallah otuz civarında gazeteci dostumuzla Çarşamba sabahı (23 Mayıs 2018-bugün) kalbimizin olduğu Kudüs'te bedenimizle de olacağız!..

Kudüs’te yaşananları, Mirasımız Derneği'nin ne gibi güzel çalışmalara imza atmış olduğunu ve atmaya devam ettiğini sizinle gazetemizde paylaşacağız.

Mescid-i Aksa'ya, Kudüs’e, Filistin'e gidebilmek için İsrail denen terör devletinden izin alma zilletini yaşadığımız hâlde büyük bir heyecanla o topraklara koşan biz Müslümanlar, o toprakların tekraren tek sahip olduğumuz günleri gördüğümüzde nasıl bir duygu yaşarız düşünebiliyor musunuz?

Rabbim, Ümmet-i Muhammed'e tez zamanda oradaki zararlı haşeratı, ot ve çöpleri temizleyip boynu bükük Mescid-i Aksa’yı, mahzun Kudüs'ü, mazlum Filistin'i kurtarmayı nasip etsin!..

İlk kıblemiz Kudüs, şimdi tüm Müslümanlar’a küs



Kudüs, ilk kıblemiz!.. Peygamberimizin miraca yükseldiği şehir!.. Müslümanların Mekke ve Medine'den sonra en çok değer verdiği üçüncü şehir!.. Ancak gelin görün ki bu kadar kıymet verdiğimiz, uğruna şiirler yazdığımız kutsal şehir uzun yıllardır işgal altında!.. Şimdi de büyük şeytanın küçük şeytana hediye olarak sunduğu ve elimizden tamamen çıkma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir şehir!..

“Kudüs, bir sınav kâğıdı her Mü’min kulun önünde…” demiş yıllar önce Cahit Zarifoğlu... Maalesef ki 1,8 milyarlık İslam Âlemi bu sınav kâğıdından hep kötü not alıyor yıllardır.

"Allah’ın evi esaret altındayken, Selahaddin nasıl kendi evinde yatar?" demişti büyük komutan Selahaddin Eyyûbî... Biz Müslümanlar öyle bir yatıyoruz ki ölüm uykusundayız hem de!.. Ne zaman uyanmaya kalksak bizi uyutacak bir yöntem buluyor küffar!..

Yavaş yavaş alıştırdılar bizi Kudüs'ün yokluğuna, Filistin'in işgaline, Mescid-i Aksa'nın elimizden kayıp gitmesine!..

"Önce yüreklerimizdeki Kudüs’ü işgal ettiler. Biz savaşı önce kendimizde kaybettik." demiş yine Cahit Zarifoğlu!..

Sinsi sinsi, aşama aşama ç/aldılar Filistin'i bizden!.. Uyuttular, uyuşturdular bizleri!..

"Mekke iddiamız, Medine davamız, Kudüs bitmeyen duamız; İstanbul son durağımız, son sığınağımız, koruyucu kalkanımızdır. İstanbul Kudüs’ündür, Kudüs İstanbul’un... Şam ve Bosna, Üsküp ve Kudüs emanettir bize. Emanetine sahip çık ey Türkiye!.. Ey Müslümanlar!.. Kudüslü bacılarım kadar dik durun. Dik durun ki dünya Müslüman’ın ne olduğunu öğrensin artık. Kudüs’ü savunmak, gerçek bağımsızlığı savunmaktır." demişti Üstad Nuri Pakdil!.. Ve arkasından eklemiş, "İmanımdan vazgeçmedikçe, Kudüs’ten vazgeçemem!.."

Bize ne oldu? Kudüs mü önemini yitirdi, biz mi imanımızdan vazgeçtik?
Hayır, ne Kudüs önemini yitirdi ne biz imanımızdan vazgeçtik!.. Üzerimizdeki ölü toprağını elbette atacağız, elbette kalkacağız ayağa.

"Biz Müslümanlar için mübarek beldelerimizi korumak imkân değil, iman meselesidir." diyor ya Cumhurbaşkanımız. Belki imkânımız kıttır ama şuna imanımız tamdır: ErbakanHocamızın, "Bir gün gelecek İsrail’e öyle bir tokat atacağız ki bütün hayatı gözlerinin önünden GAZZE ŞERİDİ gibi geçecek!.." dediği günler yaklaşıyor inşallah!..

"Eğer Amerika, İsrail’i bu kadar çok seviyorsa Güney Amerika’da yer versin. Müslüman topraklarında İsrail’in yeri olamaz." demişti yine Erbakan Hocamız!..

Söküp atacağız topraklarımızdaki bu ayrık otlarını, kalbimizdeki bu hançeri inşallah!..

Ayağa kalktığımız gün hiçbir güç önümüzde duramayacak, bir sel olup İsrail'i de Amerika'yı da onlarla işbirliği yapıp iş tutan Müslüman görünümlü tüm münafıkları da söküp atacağız İslam coğrafyasından!..
"Yıkılasın İsrail, enkazını göreyim; sana ülke diyenin, yüzüne tüküreyim!.." demiş ya Necip Fazıl üstad!..

İnşallah tez zamanda hem İsrail'in enkazını göreceğiz hem de İsrail'le iş tutan Arap dünyasının işbirlikçi yönetimlerinin yüzüne tüküreceğiz!..

İşte o gün İsrail de bitecek tüm Batı/l da bitecek, onları destekleyenler de bitecek!..

İlk kıblemiz Kudüs, Şimdi tüm Müslümanlara küs belki ama yakında bağrına basacak bizi, yeniden barışacak bizimle!..

NOT: Bu yazıyı daha önce gazetemizde yayımlamıştık, ancak güncel durum hasebiyle yeniden yayımlamayı uygun gördük.

Yıkılasın İsrail, enkazını göreyim/Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim



İnsanları yerinden yurdundan eden, savunmasız çocukların üzerine bomba yağdıran, her gün masum onlarca Filistinli kardeşimizi şehit eden katil sürülerinin kurmuş olduğu İsrail, bir devlet değildir.

İsrail; büyük bir terör grubudur, bir çetedir. Dünyanın büyük şeytanının ve tüm Batı'nın sınırsız desteğini arkasına almış; iyice vahşileşmiş, canavarlaşmış ve günden güne kendi sonunu hazırlamaya girişmiştir.

6 milyonluk lanetli kavim İsrail'in bu kadar barbarca soykırım, katliam yapması çok acı!..

Daha acı olan ise 2 milyarlık İslam dünyasının aciz, çaresiz, korkak ve pısırık olması!..

Biz Müslümanlara bu utanç yeter!.. Bu zihniyetle devam edersek bizde söylem, katil sürüsü İsrail'de eylem bitmez!..

Allah'ım başta Filistinli kardeşlerimiz olmak üzere yüreğinde Kudüs hassasiyet, Filistin acısı taşıyan tüm Müslüman kardeşlerimize sabır ve zafer versin!..

Katil İsrail kahrolsun ama onlarla birlikte başta Arap ülkeleri olmak üzere İslam dünyasının başındaki işbirlikçi, kukla yöneticiler de kahrolsun!..

Filistin İslam'ın kalesidir, Kudüs Müslümanlarındır!..
Katil İsrail, önünde sonunda Kudüs'ten de de tüm Filistin'den de defolup gidecektir!..

Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in İsrail için söylediği aşağıdaki sözler, az da olsa içimizdeki öfkeyi teskin etmekte ve bizi rahatlatmakta!..

"Yıkılasın İsrail enkazını göreyim,
Sana ülke diyenin Yüzüne tüküreyim!.."

İsrail'in bu kadar vahşetine, altmışa yakın insanı şehit edip binlerce insanı yaralamış olmasına rağmen dünyadan kayda değer bir tepki gördünüz mü?

Dünyayı geçtik, Türkiye dışında İslam dünyası liderlerinden somut en ufak bir adım var mı? Tabii ki yok!..

Sadece Cumhurbaşkanımızın yaptığı yüreklere su serpen açıklamalar ve Türkiye'nin attığı adımlar var:

Türkiye'de üç gün ulusal yas ilan edildi.

İslam İşbirliği Teşkilatı toplantıya çağrıldı.

Tel Aviv ve Washington büyükelçileri ülkeye çağrıldı.

Meclis Genel Kurulu özel gündemle toplanacak.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıya çağrıldı.

18 Mayıs Cuma günü Yenikapı'da miting yapılacak.

İşi gücü Reis nefreti, kini pompalamak olan solcu, komünist, din düşmanı kesimi geçtik de başta Saadet Partisi olmak üzere dindar(!) muhaliflere sözüm:

Bir bakın, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan dışında "Katil İsrail" diyebilen başka bir lider var mı?

İttifak halinde olduğunuz CHP, Akşener, HDP mi Ümmet-i Muhammed için çırpınıyor; yoksa İslam düşmanlarıyla birlik olup yok etmeye çalıştınız Recep Tayyip Erdoğan mı?

Allah size de sizin peşinizden gidenlere de akıl, fikir, insaf, izan, merhamet, feraset, basiret versin!..

Hepimizi Hakk'ı Hak bilip Hak yoldan ayrılmayan, batılla irtibatını kesip onlara karşı Müslümanların yanında saf tutan feraset, basiret sahibi Müslümanlardan eylesin!.. (Amin)

“Kudüs özgür değilse dünya tutsaktır!..”

Bisikletli o adam, bu adammış



Ne zaman yolum Ankara'ya düşse takım elbiseli bir adamın bisikletle telaşlı telaşlı yol alışı çarpardı gözüme!.. Adamın kıyafetine bakardım: Oldukça düzgün giyinmiş, takım elbiseli, kravatlı bir adam; ama hep bisikletle yol alıyor hem de bir yerlere yetişme telaşıyla hızlı hızlı pedal çevirerek!..

Kışın o Ankara soğuğunda, ayazında, tipisinde üşümüş ve sırılsıklam olmuş şekilde; yazın o sıcağında ter sırtından çıkmış, saçları gözünün üstüne düşmüş ve şakaklarına yapışmış şekilde!..

Acırdım zavallıya... Altımdaki halk arabasını ona verip ben bisikletle yol almak isterdim hep... "Kimdir acaba bu adam?" derdim. Öğrendim sonra, biraz geç de olsa öğrendim.

Bu adam, "Halk tipi bir cumhurbaşkanı olacağım. Ankara’da trafik aksamayacak. Bisiklete binen, simitçide oturabilen, esnaf lokantasında yemek yiyen, pazara giden, pazardan alışveriş yapan olacağız. Türkiye geleneklerine geri dönecek." diyen Muharrem İnce'den başkası değilmiş.

Koskocaman milletvekili 16 yıl, yazıyla on altı yıl, Meclis'e bisikletle gelip gitmiş de haberimiz yokmuş. Meğer Sayın İnce hep halk adamıymış!.. Hep halkın için de gezermiş. Birkaç defa da esnaf lokantasında, birkaç kamyoncuyla kuru fasulye yerken görmüşlüğüm de vardır hani!..

Yine bir gün pazara çıktığımda önümde köy tavukları ve köy yumurtaları vardı, baktım takım elbiseli biri satıyor bunları, Akşamüzeri bir baktım aynı adam; pazardan bir poşet hıyar, biraz domates, havuç, mandalina, elma almış evin yolunu tutmuş gidiyor. Kim diye merak ettim, “Pazardaki bu kişi de kim? diye sordum etraftakilere... CHP Milletvekili Sayın İnce, dediler!.. “Çok ince(!) bir adam, bu adam yakında cumhurbaşkanı olur.” dedim ki üstümü açık unutmuşum, üşüyüp tam o anda uyandım.

Eee şimdi Sayın İnce'ye haksızlık yapmayacağız öyleyse... 16 yıldır Meclis'te milletvekili iken "halkın ve Hakk'ın adamı" olup Meclis'e bisikletle geldiyse, esnaf lokantasından başka yerde yemek yemediyse, pazardan alışveriş yaptıysa cumhurbaşkanı olunca da doğal olarak koruma ordusuyla gezmeyecek, Meclis'e bisikletle gidip gelecek, pazardan alışveriş yapacak!..

Bunların hiçbirini yapmaz mı dediniz? Şaka yapıyorsunuz herhâlde? Milletvekiliyken yapmadıysa halkın içine karışmadıysa cumhurbaşkanıyken nasıl karışacak o hâlde? Bu sözleri verdiğine göre cemaziyülevveli böyle olmalı!..

Ne demiş Ziya Paşa: “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde!..”

Biz de o zaman Muharrem İnce'nin yaptıklarına mı bakacağız, sözlerine mi? Ziya Paşa'yı dinlersek yaptıklarına bakacağız.

Sayın İnce, "Türkiye, geleneklerine geri dönecek." demiş bir de!.. Bu da önemli bir vaat ama sormadan edemiyor insan tabii:

Mensubu olduğun partinin müsebbibi olduğu 28 Şubat geleneğine mi, başörtülü gencecik kızları okullardan atma ve okul önlerinde coplama geleneğine mi, darbelere alkış tutup bakan, başbakan asan geleneğe mi; camileri müzeye çevirme, yakıp yıkma geleneğine mi; Kuran okumayı yasaklayıp okuyan ve okutana ağır ceza verme geleneğine mi; ramazan ayında yatlarda aleni içki içme geleneğine mi, Türkiye'yi yakıp yıkan Gezi Eylemleri geleneğine mi? Yoksa ziyarete gittiğiniz evlere ayakkabıyla girme geleneğine mi?

Bu geleneklerden hangilerine dönülmesini istersiniz?

Bence halkla bu kadar iç içe olan bir parti ve adayı kesin Cumhura başkan seçilir!..

Yeni bir 7 Haziran vakası yaşanmasın



Türkiye, 7 Haziran 2015 seçimlerine giderken AK Parti’ye ve hükûmete yönelik ciddi eleştiriler vardı. Bu eleştirilerin bir kısmı haklı, bir kısmı ise algı operasyonu yapmaya ve insanların tercihlerini değiştirmeye yönelik karalamalardı.

AK Parti, milletin önüne çıkarken hep geçmişten bugüne neler yaptıklarını anlatıyordu, neler yapacaklarına yönelik ise pek ele avuca gelen bir şeyler söylemiyordu.

Millete yönelik de şöyle bir bakış açısı vardı: Biz sizin için neler yaptık? Sizi nereden alıp nerelere getirdik, yaptıklarımıza bakarsanız bizi seçmeye mecbursunuz?

Millet ise AK Parti’ye ve hükûmete -kendileri anlamasa ya da anlamazlıktan gelse de- şu mesajı veriyordu: Evet, sen benim için çok şey yaptın. Ülkeyi uçurumun kenarından alıp belli bir refah düzeyine ulaştırdın, ekonomiyi düzelttin, devletimizin itibarını artırdın, Ümmet-i Muhammed’in umudu oldun ama sen bunları yaparken ben de seni hep en güçlü şekilde destekledim, hep senin yanında oldum, seni zor zamanlarında hiç yalnız bırakmadım. Sen iyi işler yaparken millete de hep yakın durur, milletten kendini üstün görmezdin ama şimdi öyle değilsin. Kendine çekidüzen ver, sesime kulak ver, farklı dengeler uğruna beni ihmal etme!.. Devletimiz büyürken refahtan bizim payımıza düşeni de ver, yaşanan olumsuzluklarla ilgili şikâyetlerimi dikkate al ve düzeltme yoluna git!.. Beni sana mecbur görüp bana tepeden bakma, seni desteklemek zorunda olduğum mesajını verme bana; ihtiyaçlarımı ve beklentilerimi göz ardı erme!..

Millet bu mesajı vermişken AK Parti ise yılların getirdiği aşırı özgüvenle her yaptığını doğru görüp eleştirilere ve uyarılara kulağını tıkayıp “Biz yapıyorsak en doğrusu budur, bizden daha iyisini yapacak kimse yok.” diyerek geleceğe yönelik umut aşılayan açıklamalar yapmadı. Varsa yoksa geçmişten bugüne ülke için yaptıkları… Aday tercihlerinde de millete rağmen belirlenen adaylar olunca hüsran kaçınılmaz oldu. Millet, seçimlerde sarı kartı gösterdi.

Yeniden seçim kararı alınıp 1 Kasım seçimlerine giderken ise AK Parti ve hükûmet, millete daha yakın durdu. Muhalefet partilerinin vaatlerinin de getirdiği bir ivmeyle yeni vaatler ve üç aylık bir plan açıklandı: Asgari ücrete ciddi bir zam yapıldı, millete yansıyacak ekonomik düzenlemeler yapıldı vb.

Sonuç: AK Parti, millete kulak verince, ekonomik anlamda milleti rahatlatan düzenlemeler yapınca millet tekrar AK Parti’yi tek başına iktidara taşıdı.

Ancak şimdi de AK Parti kadrolarında 7 Haziran seçimleri öncesindeki gibi bir atalet, vurdumduymazlık, aşırı özgüvenin getirdiği kibir var sanki. Yine milletin sesi olmaktan uzaklaştıkları, beklentileri karşılamaktan uzak oldukları, bazı yanlış uygulamalarda -en iyisini biz biliriz mantığıyla- inat söz konusu gibi.

Örneğin,
Ekonomik anlamda millete yansıyacak -emekliye bayram ikramiyesi gibi- yeni düzenlemeler gerekiyor. Devletin kârını tabii ki düşünecek hükûmet ama devlet, millet için vardır. Devletin zenginliği, millete -özellikle de orta ve alt sınıfa- daha çok yansıtılmalı.
Seçilen vekiller, bakanlar, başkanlar ve bürokratlar daha ulaşılabilir ve millete hizmet noktasında daha mütevazı olmalı.
Sözleşmeli öğretmenlik gibi denenmiş ama başarısız olunmuş, sıkıntıları artılarından fazla olmuş uygulamaları bir an önce sonlandırıp sıkıntı çekmiş olanların gönlünü almalıdır.
Özellikle FETÖ sebebiyle yaşanan mağduriyetlere daha hızlı çözüm üretip kurunun yanında yaşın da yanmasına daha fazla müsaade etmemelidir.
Seçim atmosferine girilmişken devleti düşünme refleksiyle milletin öfkesini çekmemelidir. Milletin beklentilerini daha fazla ciddiye alıp çözüm odaklı adımlar atmalıdır.
Sırf AK Parti’nin at/a/madığı adımlardan dolayı seçmen küsüp farklı tercihlere yönelirse ülkemiz ve milletimiz için hiç de iyi sonuçlar ortaya çıkmaz. Yarın belki inat, belki ekonomik kaygılar, belki yanlış yönlendirmeler sonucunda istenmeyen sonuçlar ortaya çıkarsa millet lehine daha fazla fedakârlık yapmayan bu kadrolar yüzünden millet de devlet de çok daha fazla bedel ödeyebilir.

Allah korusun, bu milletin de devletin de yeni bir 7 Haziran sendromu yaşamaya tahammülü yoktur. Ne olur Milletin sesine daha çok kulak verin!.. Milletin isteklerini, beklentilerini karşılamaya dönük daha yapıcı adımlar atın.

Bu milletin ve Ümmetin Reis’e ve AK Parti’ye, Reis’in ve AK Parti’nin ise bu millete ve ümmete daha çok ihtiyacı var.

Sözleşmeli öğretmenlik, daha fazla zulme dönüşmeden son bulmalı



AK Parti Hükûmeti ve MEB, ilk atamalarda iyi niyetli olarak eğitimle ilgili sorunları çözmek ve özellikle doğu illerimizde eğitimde devamlılığı sağlamak amacıyla "sözleşmeli öğretmenlik"kavramını ortaya attı.

Ancak gelinen noktada görüldü ki sözleşmeli öğretmenlik, sorun çözmekten ziyade önemli bir sıkıntı kaynağı...

Uygulamalardan da görülüyor ki devletimiz bile sözleşmeli öğretmenlik kavramına henüz hazır değil. Sözleşmeli öğretmenlik devam ettirilecekse de bununla ilgili ciddi bir alt yapı çalışması yapılmalı ve sadece öğretmenler için değil, tüm kamu çalışanları için uygulanabilir hâle geldikten sonra hayata geçirilmelidir.

Şu aşamada sözleşmeli öğretmenlik, "Ben yaptım oldu." mantığıyla sürdürülebilir olmaktan uzak...

Sözleşmeli öğretmenlik, niçin sürdürülebilir değildir ve son bulmalıdır? Birkaç maddeyle açıklayalım:
Aile bütünlüğüne darbe vurduğu için son bulmalıdır.

Eşinden, çocuğundan ayrı kalmak zorunda olan sözleşmeli öğretmenlerin sayısı azımsanamayacak kadar fazla... Hatta ayrılıp ailesi dağılan öğretmenlerin, evlenmek isteyip de önünü göremediği için evlenemeyenlerin sayısı da az değil.
Adalet kavramını zedelediği için son bulmalıdır.

Aynı işi yapan kadrolu ve sözleşmeli öğretmen arasında özlük hakları açısından adaletsizlik var. Kadrolu bir öğretmene göre sözleşmeli öğretmen daha az ek ders ücreti alıyor; izin hakları, tayin hakları, maaşları, vergi dilimleri vb. aynı değil.
Özelde 15-20 yıl öğretmenlik yapmış bir öğretmenin hizmet yılları kadroya geçene kadar sayılmadığı için yeni başlayan öğretmenle aynı maaşa talim etmek zorunda olduğu için son bulmalıdır.
Öğretmenler odasında, öğretmenler arasında, idarecilerin sözleşmeli öğretmenlere bakışında problem olduğu için; sözleşme, öğretmenin kafasının üstünde Demokles'in kılıcı gibi sallandığı için ve yeterince rencide edici olduğu için son bulmalıdır.

Bunların dışında sayılabilecek o kadar çok sıkıntı var ki... Ama amaç hasıl olduğu için bu kadarla yetinelim.

Sayın Millî Eğitim Bakanımız, sözleşmeli öğretmenliğe devam edileceğini ve bundan sonra da öğretmenlerin sözleşmeli alınacağını söyledi. En büyük gerekçe de doğu bölgelerimizdeki hızlı öğretmen sirkülasyonu... Evet, böyle bir sorun var ama bunun çözüm yolu, insanları zorla bir yerlerde tutup bir faydası için pek çok mahzurunu göz ardı etmek değildir. Buna farklı çözüm yolları bulunabilir; polis, asker, doktor gibi meslek gruplarındaki uygulamaların benzeri getirilebilir. Daha insani çözümler üretmek de devletimizin ve devlet adamlarımızın görevidir.

Aklıma gelen birkaç çözüm önerisi:
Az tercih edilen bölgelerdeki öğretmenlere ek ödeme yapmak,
Öğretmenlerin ek derslerini artırmak,
Erken emeklilik, kademe atlatma, emeklilikte ek tazminat vermek vb. teşvikler, buraları cazip hâle getirecektir.

Bu durumda hem bu bölgelere giden öğretmen kendi isteğiyle tercih yapacak hem de işine daha bir sıkı sarılacak ve bunun olumlu yansımaları görülecektir.

Öğretmenlerin ve ailelerinin ciddi bir tepkisi söz konusu... Yanlıştan dönmek bir erdemdir ve insanlar için daha fazla zulme dönüşmeden "sözleşmeli öğretmenlik" uygulamasından vazgeçmelidir.

"Bu insanlar bilerek geldi." gibi pek de hakkaniyetli olmayan gerekçelerle insanları "işi ve eşi arasında tercih yapmak" gibi mecburiyetlere düşürmemelidir. Çünkü bu insanların başka alternatifi yoktu ve işe ihtiyaçları vardı.

Siyaset buysa...



Ülkemizde siyaset meydanı çok hareketli... Yeni bir seçim arifesindeyiz ve olağanüstü bir zaman ve zeminde olağanüstü günler yaşıyoruz.

Bir insan olarak kabul edemeyeceğimiz şeyler dönüyor siyasette... Bireysel olarak insani ilişkilerimizde kabul edemeyeceğimiz girişimler, siyasette normalmiş gibi yapılıyor ve bunları bizim de normal karşılamamız isteniyor.

Hayır efendim!.. Biz siyasetin insan için yapıldığına inanıyoruz ve gayri insani olan siyaset tarzını da, dönen dolapları da, ahlaksızca yapılan hamleleri de kabul etmiyoruz.

Kaç siyasetçi var, vekilliğinin çoğunu seçildiği bölgenin insanına ayıran, kendini meclise yollayan insanların sofralarına oturan, onların dertleriyle yakından ilgilenen?

Vekillerin çoğu, seçimden sonra unutur seçildiği bölgeyi, bölgenin insanlarını ve sıkıntılarını... Ne zamana kadar? Yeni seçim kararı alınana kadar!..

Seçimden önce vaatler havada uçuşmuştur, sokaktaki sümüklü çocuğa bile büyük bir içtenlikle(!) sarılmıştır vekil adayımız ama değil o sümüklü çocuğa, benim diyen kelli felli adamlara bile yüz vermemiştir meclise girdikten sonra...

Yani asıl olan millete, onun vekil tayin ettiği kişi tepeden bakar olmuştur. Hâlbuki her yerde asıl üstündür, vekil onun yedeğidir. Ancak siyasette bu kural tersten işliyor. Asıl değersiz, vekil değerli(!) oluyor.

Hâl böyle olunca da insana yakışmayan, normal bir insanın kabul edemeyeceği olaylarla, durumlarla karşılaşıyoruz siyasette!..

İnsanın midesini bulandıran iki gayri insani olayla soyut olan fikirlerimizi somutlaştırıp yazıyı sonlandıralım!..

Birincisi:

Ana muhalefet liderinin 15 vekilini kurbanlık koyun gibi fikirlerini almadan rakip bir partiye peşkeş çekmesi...

Bu olay, neresinden bakarsanız bakın, nasıl tevil ederseniz edin; utanç verici bir olay ve yıllarca konuşulacak cinsten...

Kılıçdaroğlu, daha önce aynı olayın Ak Parti ve MHP arasında yaşanacağını söyleyip haklı olarak bunu ahlaksızlık olarak nitelemiş. Bu iki parti arasında böyle bir şey olmuyor ama kendisi, ahlaksızlık dediği şeyi yapıyor. Bunu da hüsnü talil yaparak demokrasiyi kurtarma yalanıyla açıklıyor. Ama Akşener'le cumhurbaşkanı adaylığı konusunda anlaşamayınca kurbanlık koyun gibi pazarladığı vekilleri geri çağırıyor.

Siyaset buysa,

"Euzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase..."

İkincisi:

Abdullah Gül'ün Reis'in karşısına aday olarak çıkmaya yeltenmesi ama "geniş bir mutabakat sağlanamaması" sebebiyle aday olamaması!..

Abdullah Gül'ün deyimiyle insan gerçekten hayret ediyor, küçük dilini yutuyor.

Düşünün ki bir dostunuz, kardeşiniz var. Sizi sürekli kendi nefsine tercih etmiş. Size bir sürü kapılar açmış, kendisinin gelebileceği makamlara sizin geçmenizi sağlamış.

Öyle bir gün gelmiş ki dostunuzu öldürmeye, yok etmeye ahdetmiş düşmanları size diyor ki biz o adamı yok edemiyoruz, ortadan kaldıramıyoruz; sana yardım edelim ve sen onu ortadan kaldır. Ortalıkta dolanan söylentiler var ama herkes, sizin böyle bir düşüklük yapmayacağınızı düşünüyor. Ama öyle bir gün geliyor ki siz, dostunuzu öldürmek için düşmanlarıyla işbirliğine gitmeye karar verdiğinizi ama dostunuzun düşmanlarının size yeterince yardımcı olamadığı için dostunuzu ortadan kaldırmak için harekete geçemediğinizi ve bundan sonra da geçemeyeceğinizi itiraf ediyorsunuz.

"Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça..."

Siyaset buysa,

"Euzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase..."

Çatı uçtu, temel bozuk



Türkiye seçim atmosferine girince AK Parti ve MHP dışındakilerin aday arayışları da hızlandı.

Siyahla beyaz gibi birbirinin zıddı olan partileri ve siyasileri bir araya getiren tek bir ortak nokta var: Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı...

Amansız Reis ve Ak Parti düşmanları, Reis'i devirecek bir aday bulup etrafında kenetlenmek için var güçleriyle çalışıyorlar!.. "Recep Tayyip Erdoğan gitsin de gerekirse ülke batsın!.."diyerek hiçbir ilke, usul, ahlak, etik sınırı tanımadan her odakla gönüllü işbirliği yapıyorlar!..

2014 seçimlerinde Reis'in cumhurbaşkanı olmaması için abidik gubidik ne kadar parti, oluşum varsa bir araya gelmiş ama Reis'in yanına bile yaklaşamamışlar; buldukları çatı, Reis'in rüzgârıyla uçup daha sonra MHP'nin dalına konmuştu.

24 Haziran 2018'deki Reis-i Cumhur seçimi için de cumhuru hiç kale almadan bir çatı adayı arayışına girdiler. Hem cumhura reis seçiyorlar hem cumhurun ne dediğine bakmadan cumhura rağmen reis seçmeye kalkıyorlar.

Körler sağırlar birbirini ağırlar, diyerek her gün biri diğerinin kapısını aşındırıyor. Hiçbir ortak yönleri olmamasına rağmen ortak aday çıkarmaya çalışıyorlar.

Biri 0,7'lik oy oranıyla dünyanın kendilerinin etrafında döndüğünü sanıyor ve devletin kendilerine teslim edilmesini istiyor.

Biri içlerinden bademi aday gösterse %25 oy alıyor, âdemi aday gösterse %25'i geçemiyor; delisi aday olsa %25, velîsi aday olsa en fazla %25 oya ulaşıyor ama kendilerini hâlâ ülkenin ve milletin tek sahibi görüyorlar.

Diğeri kendi milletine ve değerlerine yabancılaşmış milliyetçilerle(!), ana muhalefetin bağışladığı kelepir 15 vekille seçime katılıp milletin parasından 25 milyon TL'yi cukka edip milleti aptal yerine koyarak millete cumhurbaşkanı seçmeye çalışıyor.

Biri İslamcı, biri milliyetçi, biri ulusalcı geçinen, hemen hemen hiçbir ortak noktası olmayan bu troyka; bir yerlerden aldıkları talimatla bir çatı kurmaya, ortak aday çıkarmaya çalıştı. Ama bu defa Reis'in karşısına çıkamadan, Reis'in rüzgârına gerek kalmadan koltuk ihtirası, makam hırsı, şişmiş egoları çatıyı uçurdu gitti. Gül beklerden dikeni kaldı ellerinde!..

Abdullah Gül'ün Çatı adaylığını garantilemek ve Erbakan Hoca'nın şahs-ı manevisinden yararlanmak için Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, alelacele bir program düzenleyip "Erbakan Ödülleri" dağıttı. Programa Abdullah Gül'le birlikte girdi, Gül de etrafa bol bol "Gül"ücük dağıttı. Programa Millî Görüş'ün yegâne dostları(!) özellikle davet edildi. Erbakan Hoca'ya sağlığında her türlü zulmü, hakareti edip iftirayı atarak Erbakan Hoca'nın cennetteki makamını artırmayı amaçlamış ve ona hepimizden daha fazla iyilik yapmış kişiler programa onur konuğu olarak davet edilmişti: Namaz Avcısı Uğur Dündar, İslamcıların sırtındaki hançer Ruşen Çakır, mahalle kaçkını Levent Gültekin varken Erbakan Hoca için yapılan programa Millî Görüşçü kardeşlerini çağıracak değiller ya!..

Bu yıl göremedik ama seneye Emin Çölaşan, Osman Özbek, İ. Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Kemal Kılıçdaroğlu, Kemal Gürüz, Vural Savaş vb. eksik olan Erbakan dostları(!) mutlaka çağrılıp ödüllendirilmeli!.. Yoksa bu isimlere vefasızlık edilmiş olur ve bu da çok ayıp çok!..

Söylenecek çok şey var da anlayacak kimse yok karşımızda!.. En iyisi susmak!..

Anlayacağınız ÇATI uçtu, TEMEL bozuk... Bu yapı beş kuruş etmez!..