21 Temmuz 2016 Perşembe

Darbe Güzelmiş, Ancak!..

15 Temmuz akşamında 22.30 civarlarında uyanıkken bir kâbus görmeye başladık. Önce her şey kötü bir şaka gibiydi. İstanbul'da köprülerin tutulması, havaalanlarının ve belli başlı polis merkezlerinin basılması, TRT'nin ele geçirilip ekranlardan bildiri okutulması vb. olaylar arka arkaya gelişmeye başlayınca olayın ciddiyeti iyice ortaya çıkmaya başladı.

Sonrasında özellikle Ankara'da alçaktan uçan F16'lar, halkın üzerine sürülen tanklar, halkın üzerine ateş açan helikopterler, meclisi ve önemli bazı noktaları bombalayan uçaklar!..

Olayın bir darbe girişimi olduğu netleştikten sonra ilk düşündüğüm şey, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın rehin alınıp alınmadığıydı. İlerleyen dakikalarda özellikle Cumhurbaşkanımızın güvende olduğu ve olayları takip ettiği anlaşıldı. O zaman rahatladım ve bu kalkışmanın başarılı olmasının mümkün olmayacağını düşündüm. Çünkü Cumhurbaşkanımızın hiçbir şekilde meydanı bu çapulculara bırakmayacağından, şehadet şerbetini içmeden mücadeleden vazgeçmeyeceğinden emindim. Nitekim Cumhurbaşkanımız, TV'lere bağlanarak halkı meydanlara davet etti ve kendisinin de meydanlarda halkın içinde olacağını deklare etti. O andan itibaren de olayların seyri değişti!..

Şükürler olsun ki 200'den fazla şehit vermemize, birçok maddi zarara rağmen darbe girişimi dört saat gibi çok kısa bir sürede bertaraf edildi. Darbe girişiminin bertaraf edilmesinde başta Cumhurbaşkanımızın cesareti, liderliği, hızlı karar verip uygulaması; başbakanımızın ve kabinenin dik duruşu, milletimizin cesaretle tankların, uçakların, askerî araçların üzerine gitmesi etkili oldu. Bu bir milattır; bundan sonra hiçbir çete, cunta, darbeci, bu millete rağmen darbe yapmaya cesaret edemeyecektir; etse de başarıya ulaşamayacaktır.

Ancak darbe savuşturulduktan sonra sosyal medyada dikkat çeken, insanı hayrette bırakan paylaşımlar yapılıyor. Şehit olan yüzlerce vatandaşımıza değil de darbeye katılan ve ölen birkaç askere ağlayanlar... Darbecilerin vahşetini dile getirmektense darbeye karşı çıkanların öfkeyle yaptığı birkaç davranışa dikkat çekerek algı operasyonu yapanlar... Güya birkaç erin halk tarafından darp edilmesine üzülüyor gibi gözüküp darbeyi savuşturan kahraman milletimize hakaretler yağdırıyorlar. Doğrudan "Darbenin başarısız olmasına üzüldük." diyemedikleri için de dolaylı yoldan darbeyi destekliyorlar. Ulusal bir kanalda haber sunan biri, kafası kesilen asker diye bir paylaşım yapıp olayı da ajite ederek algı operasyonu yapıyor. Sonra resmini kullandığı asker, olayı yalanlayan bir paylaşım yapıyor. Bu haberci gibi darbeyi destekleyip milletin başarısını sulandırmaya çalışanlar, en kısa zamanda içeri alınmalı ve yaptıkları yanlarına kâr bırakılmamalıdır.

Darbeden sonra dikkat çeken bir başka detay da şu: Paralelci olduğu şüphe götürmeyen, ciğerine kadar bildiğim FETHULLAHSEVER birçok kişinin darbe başarısız olunca DARBESAVAR gibi sokaklara çıkıp halkın içine karışmasıdır. Bunlar için de hem milletimiz hem devletimiz gereğini yapmalıdır. Bunları artık bu milletin içinde ve devlet kurumlarında barındırmamak gerekir.

Son olarak Rabbim, bu millete bir daha böyle günler yaşatmasın!.. Darbe güzelmiş, ancak darbecilere millet darbe yapınca güzelmiş!..

19 Temmuz 2016 Salı

Anadolu, Hayat Dolu

Okulların kapanmasıyla birlikte biz de yaz tatilini fırsat bilerek İstanbul'dan ayrılanlardanız. Geçen yıl çeşitli sebeplerle İstanbul'dan ayrılma fırsatı bulamamıştık. İstanbul'un bizi bir hayli yorduğunu fark ettik. Bu yıl bulduğumuz ilk fırsatta İstanbul'dan ayrılıp baba ocağının yolunu tuttuk. Bayramdan önceki cumartesi gece sahurdan önce İstanbul'dan Adana'ya doğru yola çıktık. Çıktık ama ne çıkış!.. Bolu'ya 13 saatte, Adana'ya 23 saatte ulaşabildik. İftara ulaşmayı düşündüğümüz yere ancak sahurda ulaşabildik. Ancak ulaşmak zor olsa da ulaştıktan sonra her şey güzeldi.

Buralarda İstanbul gibi büyük şehirlerin monotonlaşmış, resmîleşmiş, soğuklaşmış insan ilişkileri yerine hâlâ canlı, samimi ilişkiler devam ediyor. Hâlâ yolda karşılaştığınız insanlar size selam veriyor. Bir hastanız varsa konu komşu, akraba, tanıdık mutlaka ziyaret ediyor. Öncelik burada iş, menfaat değil; öncelik hâlâ insanda... Bir hastayı ziyaret etmek için insanlar işini gücünü bırakıp hasta ziyaretine, yardıma muhtaç kişinin yardımına koşuyor. İnsan, akraba, eş dost için iş terk ediliyor; iş için insan, akraba, eş dost terk edilmiyor buralarda... Bu manzarayı görünce insan, hayata daha bir umutla bakıyor. Gelecekten umut kesenlere tavsiyem; umudunuzu tazelemek için Anadolu'nun en ücra -teknolojinin, kapitalizmin pek uğramadığı- kasabalarına, köylerine, yaylalarına düşürün yolunuzu... Oralarda üç beş gün geçirin... İnsanlarla sohbet edin, aralarına katılın, hayata bakışlarını gözlemleyin, nelerle, ne kadar küçük şeylerle mutlu olduklarına dikkat edin... Anadolu'da insanların ne kadar kolay mutlu olduklarını, mutlu olmak için adeta vesile aradıklarını göreceksiniz. Hayattan, insanlardan beklentileri o kadar az ki az olan beklentilerinin de az bir kısmı karşılandığında mutlu oluyorlar. Burada şunu bir kez daha görüyoruz ki biz insanları mutsuz eden beklentilerimiz!.. Hep daha iyi durumda olanlara bakıp hep daha fazlasını bekliyoruz, beklenti arttıkça karşılanma oranı düşüyor, karşılanma oranı düştükçe de mutluluk bizden fersah fersah uzaklaşıyor.

Hâl böyleyken bizim için İstanbul gibi büyük şehirlerde lüks olan şeyler ise burada o kadar sıradan, olağan bir şey ki... Meyveyi dalından koparıp yiyorsunuz; domatesi, salatalığı, biberi bahçeye inip kendiniz topluyorsunuz. Hatta tuzunuzu yanınıza alıp salatalığı, domatesi koparıp bahçeden akan suda yıkayıp yiyorsunuz. Sütü gözünüzün önünde keçiden, koyundan, inekten sağıp hemen süzerek pişirip anında sofraya koyuyorlar. Yoğurdunu kendi yapmayan ev yok ya yoksa da sorun etmenize gerek yok, konu komşu ve akrabalarınızdan biri mutlaka sizi düşünüp yoğurdunuzu, sütünüzü size getirecektir. Buradaki insanların cömertliğini görünce cömertliğin zenginlikle pek alakalı olmadığını da anlıyorsunuz. Buradaki insanların size ikram edeceği hep bir şeyleri var, cepte yok belki ama gönülde çok... "Azı çok etmek" burada sadece bir deyim değil, hayat felsefesi... Burası neresi mi? Adana'nın Feke ilçesine bağlı Gaffaruşağı köyü!.. Ben buradayken gelirseniz ikramlarınız hazır...

Siz siz olun Anadolu'yla irtibatınızı koparmayın, bulduğunuz her fırsatta yolunuzu Anadolu'da bir köye, kasabaya, yaylaya düşürün. Çünkü Anadolu, hayat dolu...

Kur'an Müslümanları(!) ve Tekfir Müessesesi

Bugün alanım olmayan, beni uzun zamandır rahatsız eden bir konuda birkaç kelam edeceğim... Haddimi aşacağım kısacası... Benim haddimi aşacak olmamın sebebi, öğrendiği üç beş Arapça kelimeyle kendisini Kur'an âlimi, yaşayagelmiş tüm âlimleri de cahil ya da kâfir ilan eden, din konusunda ahkâm kesen, haddini bilmez densizler!..

Son zamanlarda özellikle sosyal medyada "Kur'an Müslümanlığı" diye bir akım ortaya çıkarıldı ve belli kesimler arasında da oldukça popüler... Ha bu söylemin yeni olmadığının farkındayım, yeni olan bu kadar popüler olması ve aleni olarak kendilerinden farklı düşünen Müslümanların inançlarına saldırmaları, değerli buldukları her şeyi küçümseyip onlarla dalga geçmeleri... "İndirilmiş din ve uydurulmuş din"diye de kendilerince bir slogan üretmişler, kendileri gibi düşünmeyenleri anında tekfir ediyorlar. Kendileri indirilmiş dine mensup, onlar dışındaki biz Müslümanlar ise uydurulmuş dine göre yaşayan kefereler(!)... Hepimiz patates dinine inanıyoruz bu densizlere göre...

"Bize Kur'an yeter." diyerek Kur'an dışında tüm kaynakları reddediyorlar. Onlara kalırsak sünnet gereksiz, hadisler uydurma, âlimler boş beleş adamlar, tasavvuf şirk...

Herkes, Kur'an-ı Kerim'i çok rahat şekilde anlayıp hüküm çıkarabilir. Her şey Kur'an-ı Kerim'de açıkça yazıldığı için de hadise, meale, tefsire, mezheplere hiç gerek yok!..

Bir atasözünü, özlü sözü, bir şiiri bile anlayabilmek için alanında uzman birinin açıklamasına, daha iyi anlayan birinin yönlendirmesine ihtiyaç duyan zavallılar; mesele Kur'an olunca herkesi Kur'an âlimi, Kur'an-ı Kerim'i de -hâşâ- bakkal defteri yerine koyuyorlar... Bir ilacın üzerindeki prospektüsü (tarife) okuyup anlamaktan aciz, anlamak için uzman bir doktora ya da eczacıya ihtiyaç duyan acizler; mesele Kur'an olunca 1400 yıldır yaşamış olan tüm âlimlerden daha âlimler hatta onlar sapık, bunlar onların yanlışlarını düzelten allame-i cihanlar... Bir belagat şaheseri olan Kur'an-ı Kerim'i herkes okuyunca şıp diye anlayacak öyle mi? Hangi ayet, hangi olay üzerine, nerede vb. inmiş hiç önemi yok onlara göre...

Herkesin Kur'an-ı Kerim okuması gerek bizce de... Okuyan herkesin Kur'an-ı Kerim'den nasibince, ilmi ölçüsünde bir şeyler alacağını, anlayacağını da inkâr etmiyoruz. Bize göre de Kur'an duvarlara asılsın, ölülerin arkasından okunsun diye indirilmedi. Biz de Kur'an-ı Kerim'in emir ve buyruklarının hayatımıza tatbik edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ancak bu demek değildir ki Kur'an okuyan herkes; Kur'an-ı Kerim'i eksiksiz anlar, ondan hüküm çıkarır, onu hayatına uygular...

Hâşâ hadisler uydurma, sünnet gereksiz, dinî ritüellerin tamamı şirk(!) Bu din, bu kitap; basit bir kurallar manzumesi mi? "İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasalarına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulüne göre yargılanan, Fransa idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen" T.C. vatandaşlarının tabi olduğu, yamalı bohçaya dönmüş anayasa kitapçığı mı birader?

Allah, bu dini, Kur'an-ı Kerim'i ve Müslümanlar’ı sizlerden korusun!..