11 Ekim 2017 Çarşamba

Bir taş attık ABD'ye, gitti değdi CHP'ye

Allah, CHP'yi bu milletin, devletin ve ümmetin başına büyük bir imtihan olarak musallat etmiş olmalı...

Her krizden, ülke için çok önemli olan her meseleden sonra ülke, millet ve ümmet çıkarının tam tersi noktada kendini konumlandırıp dış güçlerle aynı dili, argümanları kullanarak hükûmete ve devlete saldırıyor.

Son günlerin sıcak konusu da büyük şeytan ABD'yle yaşadığımız vize krizi oldu malumunuz olduğu üzere...

ABD, Türkiye vatandaşlarına vize kısıtlaması getirince Türkiye aynı şekilde mukabelede bulundu. ABD'ye verilen bu tepki cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş sertlikle bir tepkiydi. İnsanın yüreği soğuyor, gurur duyuyor ABD'ye karşı çantada keklik olmayan bir devletin ve ülkesini başı dik bir şekilde temsil eden devlet yöneticilerinin varlığını görünce... Aynı şekilde kahrından duvarları yumruklayası, başını taşlara vurası geliyor CHP gibi dış düşmana gerek bırakmayan bir muhalefetin varlığını da gördükçe...

Biz ABD'ye kafa tuttuk, hukukla yönetilen bağımsız bir devlet olmanın gereğini yaptık. Biz bir taş attık ABD'ye, gitti değdi CHP'ye!.. ABD lehine, Türkiye aleyhine açıklamalar havada uçuştu. Türkiye'nin gücüne, potansiyeline, tarihine inanmayan ama milletin vekili olan CHP'liler -her zaman olduğu gibi- yine devletin ve hükûmetin yanında yer almayıp salya sümük bir şekilde ABD'ye yalvarmaya başladılar.

Barış Yarkadaş denen vekil, asıl olanların yani milletin görüş ve düşüncelerinin tersi istikametinde aşağıdaki açıklamayı yaptı:

"Vize engeli çok ağır ve haksız bir yaptırımdır. AKP'nin yanlışlarının bedelini Türkiye'ye ödetemezsiniz. Türkiye AKP'den ibaret değildir."

Bu adam(!) ana muhalefet partisinin milletvekili... Bu milletin vekili olarak Meclis'e girmiş... Gelin görün ki milletin değil de ABD'nin vekili gibi...

Bu açıklamada ne diyor? Söylediklerinin ötesinde söyleyemedikleri, örtülü olarak bu cümlelerde aynen yer alan anlamlar şunlar:

"Biz AK Parti'den çok farklıyız. Sizin emirlerinizden hiçbir zaman çıkmayız. Ne yaparsanız yapın, sizinle her halükârda çok iyi geçiniriz. Herhangi bir konuda ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini değil, sizin emir ve görüşlerinizi önemser ve ona göre davranırız. Biz kimiz ki sizin gibi bir ülkeye kafa tutup menfaatlerinize aykırı tutum ve davranış içine girelim. Bizim menfaatlerimiz ve sizin menfaatleriniz çatıştığında sizin menfaatleriniz doğrultusunda hareket ederiz. Siz o kadar yüce, büyük, erişilmez bir güce sahipsiniz ki istediğinizi, istediğiniz zaman cezalandırır ve o ülkeye cehennemi yaşatırsınız. Ama bilin ki bu ülkede AK Parti ve ülkesini sevip her halükârda devletinin yanında yer alan insanlar dışında bizim gibi her halükârda Amerika'nın yanında yer alacak insanlar da var. Onun için ülkemizi cezalandırırken bizi göz ardı etmeyin ve onlarla birlikte bizi de cezalandırmayın."

Diğer CHP'lilerin açıklamaları da bundan geri kalmaz ama bu kadarını incelemek yeter. Bu parti bizi temsil etmiyor, bu görüşler bizi bağlamıyor.

ABD'yi önemseyen ABD'ye gitsin, ülkemizi önemseyen bizimle kalsın. ABD, sizin için vizede kolaylık sağlayıp özel izin verir zannımca...

Biz mesele vatan, millet meselesi olunca dışarıya karşı dimdik durmasını, bir olmasını, iri olmasını, diri olmasını bilen bir milletiz.

Vatanını, milletini, devletini önemseyip zor zamanlarda yalpalamadan dimdik duran güzel ülkemin güzel insanlarına selam olsun!..

İki koltuk, iki insan

Kendisini eğitim gönüllüsü ve neferi olarak tanımlayan, herkesle iyi geçinen, kimse için kötülük düşünmeyen kendi hâlinde bir eğitimciydi.

İnsanlara faydalı olmaya, nerede bir düşen varsa onu kaldırmaya çalışan bir güzel insandı.

Hiçbir zaman makam mevki, para pul, şan şöhret kaygısı içinde olmamıştı. Hiçbir göreve talip olmaz hatta kendisine teklif edilen makam, mevki ve görevleri hep "Benden daha layıkları vardır." diye reddederdi.

Ancak öyle bir gün geldi ki görevi reddedemedi. İkamet ettiği ilçenin belediye başkanlığını üstlenmesini istediler. Bin dereden su getirdi, daha ehil kimseler olduğunu söyledi, geçimsiz ve zor bir insan olduğunu ve ilçe sakinlerinin sıkıntılar yaşayacağını dile getirdi. Ama nafile!.. Eğitim işlerinin aksayacağını, bu alandaki hizmetlerinin yarım kalacağını ifade etti. Yine olmadı.

Başkan seçildi, yaptığı hizmetlerle bir efsane oldu. Makamına gelen hiçbir insan yoktur ki incinmiş olsun. Özellikle yanına gelen fakir fukara insanları, sıradan insanları öyle bir karşılar, onlara izzet ü ikramda bulunurdu ki kısa süreliğine de olsa kendilerini çok değerli hissetmelerini, önemli kişiler olduklarını düşünmelerini sağlardı. Konuştuğu kişinin gözlerine bakar, öyle içten ilgilenirdi ki yanına gelen kişiler, sorunları çözülmese de memnun ayrılırdı yanından.

Her dönem sonunda başkanlığı bırakmak istedi ama her dönemde başkanlığa zorla devem etmesi sağlandı. Tam üç dönem milletin zoruyla başkanlık koltuğunda oturdu. Üçüncü dönem sonunda artık torunlarını sevmek istediğini ve çok yorulduğunu söyleyerek kesinlikle aday olmayacağını ifade etti. Tüm ilçe arkasından ağladı. İlçede hâlâ "Efsane Başkan" olarak anılmaktadır.

Oturduğu koltuğa öyle bir değer katmıştı ki kendisinden sonra kimse o koltuğu dolduramadı.

Başkanın son döneminde başkanla yakın çalışmış ve bu dönemde insanlarla iyi bir iletişim içinde olmuştu. Tatlı diliyle insanların gönlünü kazanmış ve millet tarafından başkanın doğal halefi olarak görülmüştü.

Gel gelelim ki koltuğa oturunca durum değişti. Büyüklerine saygıda, küçüklerine sevgide kusur etmeyen, mütevazı adam gitti, yerine paçalarından kibir akan biri geldi.

Başta insanlara hitabeti olmak üzere tüm tavır ve davranışları değişti. Makamına gelip de fırça yemeyen, hakarete uğramayan kimse kalmadı... Hele ki önceki başkan zamanında el üstünde tutulmaya alışmış olan fakir fukara insanlar; değil yeni başkanla konuşmak, odasının kapısından geçemez oldular.

Yeni başkan, kendini halktan o kadar üstün görüyordu ki kendini koltuğa, makama o kadar kaptırmıştı ki ne kadar yalnızlaştığını fark etmedi bile!.. Çevresindeki çıkarcıların, yalakaların kendini çok sevdiğini zannedip onlara güvenerek tüm dostlarını kaybetti bir bir!..

Millet o kadar bıktı ki ilk seçimde onu başkanlıktan indirdiler. Oturduğu koltuktan değer almıştı ve koltukla beraber tüm itibarını da kaybetti, milletin gözünde beş kuruşluk değeri kalmadı. İlk olarak başkanlığı süresince peşinde pervane olanlar, öksürse emir telakki edenler terk etti. Başkanlığı süresince etrafında pervane olan hiç kimse yanına uğramaz oldu. Sokağa, caddeye çıktığında selam verip selam alabileceği, dertleşebileceği hiç kimse bulamadı.

Oturduğu koltuğu ve kendisini öylesine değersizleştirmişti ki yerine odun koysanız koltuk itibar kazanırdı.

Sana hayvan diyemem, yasalar; insan diyemem, vicdanım izin vermiyor

Bildiğiniz gibi 29 Eylül'de, İstanbul Ataşehir'in Ferhatpaşa Mahallesi'nde bir yaratığın başörtülü bir hanımefendiye saldırdığı görüntüler düştü ajanslara. Yolda yürürken omuz attığı kadının "Yavaş olur musunuz?" diye insanca ikaz etmesiyle bu ikazdan çok rahatsız olup yumruk atan şahsiyet/siz ise kısa sürede yakalandı.

Olay, basına yansıyınca tepki büyük oldu ama bence olaya daha farklı yaklaşmak gerekir:

Birincisi; insan olmayan, insanlıktan nasibini almamış olan bir yaratığın, insanlar için yapılmış olan kaldırımda yürümesinden dolayı öncelikle belediye ve kamu kurumları sorumludur. Bu yaratığın insanların içine çıkmış olmasından dolayı gerekli tedbirleri almamış olanlar hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.

İkincisi; yumruk atılmış olan hanımefendiyi suçlu buluyorum. Size çarpmış olan yaratığın nasıl bir mahlûk olduğuna dikkat etmeden insanca bir uyarı yapmakla çok büyük bir hata etmişsiniz. Tipine bakınca saldırabileceğini, normal bir insan emareleri taşımadığını fark etmeliydiniz ve bulduğunuz en sert cisimlerle bu saldırgan yaratığı kendinizden uzak tutmalıydınız.

Üçüncüsü; bu yaratığı yıllarca okullarda tutup da insanlığa kazandıramayan eğitim sistemini ve öğretmenleri sorumlu tutuyorum. Bu adam olamamış şahsiyet/siz/i ya insanlığa kazandırmalı ya da insanların olduğu ortamlardan çıkarıp insanlığa hizmet edebilmeliydiniz.

Dördüncüsü; aile bu yaratığı sokaklara salarken neden gerekli tedbirleri almamıştır? Haydi bu yaratığı eğitip topluma kazandıramadınız, en azından boynuna "Dikkat saldırabilir, tehlikelidir!" gibi bir levha falan assaydınız ya!..

Bir de bu kişi Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisiymiş. Aman Allah'ım!.. Bunun okulu bitirip bir hastanede, bir sağlık kuruluşunda görevlendirildiğini düşünebiliyor musunuz? Bunun eline düşen hastanın, hasta yakınlarının hâli nice olur? Bu konuda da kurumlarımız gerekli tedbirleri alıp hasta ruhlu birine hasta teslim etmek gibi bir garabetin önüne geçmeli!..

"Mey biter saki kalır,

Her renk solar haki kalır,

Diploma insanın cehlini alsa da;

Hamurunda varsa eşeklik, baki kalır..."

diyen Fuzuli, hiç de fuzuli konuşmamış.

"Bed asla necâbet mi verir hiç üniforma,

Zer-dûz palân vursan eşek yine eşektir.”

der yine Ziya Paşa!..

Bu kadar cehalet ve insafsızlık ancak tahsille mümkündür. Anadolu'nun cahil, mektep görmemiş ortalama insanının hiçbirisinin bu kadar insanlıktan çıkacağını sanmıyorum.

Saldırgan tutuklandıktan sonra abisinin açıklamaları vardı. Bu konuda ailesini kesinlikle suçlamıyoruz, onlar da mağduriyet yaşıyor belki, Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Ama açıklamadaki bir detay, insanı çileden çıkarıyor. Kardeşinin asla böyle bir insan olmadığını ve psikolojik sıkıntıları olduğunu söylüyor. Tiksiniyorum bu savunmadan!.. Her türlü haltı ye, sonra psikolojik rahatsızlığı var diye bir rapor sun ve cezadan yırtsın!.. İnşallah, bu bahaneyle salıverilmez.

Gerçekten rahatsızsa da hastaneye yatsın ve bir deliye yapılan muamele yapılsın. Akıllı bir insanın faydalanabileceği hiçbir aktiviteye katılamasın ve toplum içine başıboş salınmasın!..

Yoksa deliler yüzünden akıllıların hayatı zindan olmaya devam edecek!..

Ver papazı, al papazı

ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la yaptığı görüşmede Türkiye'de kasım ayından bu yana FETÖ'den tutuklu olan Papaz Andrew Brunson’ın serbest bırakılmasını istemişti. Reis, "Papazı verin, diyorlar. Bir papaz da sizde var bize verin biz de onu size verelim." şeklinde karşılık verdi. Peki, verirler mi? Pensilvanya'daki bu papaz sayesinde Türkiye'de tutuklu bulunan "Andrew Brunson" gibi kaç tane papaz yetiştirdiler, yetiştiriyorlar, yetiştirecekler biliyor musunuz siz? Altın yumurtlayan tavuğu keser mi hiç Amerika?

Kuzey Irak referandumu

Kuzey Irak'ta yapılan referandumun yankıları devam ediyor. Kafalar bir hayli karışık doğrusu. Birçok insan savaşa mı giriyoruz kaygısında... Vatanına, milletine bağlı olduğunu bildiğimiz bazı dostlar, Türkiye'nin referanduma bu kadar müdahil olmasına karşı çıkıp referandumun Irak'ta yapıldığını, Türkiye'nin bu kadar müdahil olmasının anlamsız ve gereksiz olduğunu söylüyorlar. Hatta bir Kürt devleti olması gerektiğini söylüyorlar. Ben de şöyle diyorum: Bu devlet, Kürt kardeşlerimizin de devleti değil mi? Bu ülkede hangi Kürt kardeşimiz, şu anda benden farklı bir muameleye tabii tutuluyor? Milletvekili mi olamıyor, bakan mı olamıyor, bürokrat mı olamıyor, memur/amir mi olamıyor? Bu ülkede Kürt de Türk de aynı yaşam standartlarına, haklara sahip değil mi şu anda? Bu ülke hepimizinse niye başka arayışlar içine giriyoruz? Irk temelli yaklaşımları biz nasıl ve ne zaman terk edeceğiz? İslam dünyasındaki bu kadar bölünmüşlük yetip de artmıyor mu? Yeni bir devletçik İslam dünyasının hangi sorununa çözüm üretecek, hangi yarasına merhem olacak? Gerçekten merak ediyorum ve aklıselim bir düşünceyle hiçbir makul cevap bulamıyorum.

Ver/gi/diyorum

Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın son MTV ile ilgili yaptığı zam açıklaması, ciddi bir tepkiyle karşılandı. %40 zammın pek makul görülecek bir tarafının da olduğunu sanmıyorum. Düzenlemeyle belki lüks araçlar ve halk arabaları arasındaki vergi dengesizliği de giderilmek istenmiştir ama maalesef bu bile doğru bir şekilde anlatılamadı. "Bu yıl 500 lira ödeyen birisi, gelecek yıl 575 lira ödeyecekti. Şimdi vatandaşlarımıza 700 lira diyoruz." şeklinde bir ifade kullandı bakanımız. İyi de zaten vatandaşımız oldukça fazla vergi ödüyor, bu vergi artışları hükûmetin kendi ayağına sıkması olmuyor mu?

Yine Gelir Vergisi üçüncü diliminde memurun ödediği %27'lik oran, %30'a çıkarıldı. Memurun cebine girmeden parayı alan devlet, keşke aynı cevvalliği büyük holdinglerde, ülkemizde sınırsız para kazanıp da sınırlı vergi bile ödemeyen büyük sermeye sahibi iş adamları ve şirketler için de gösterebilse!.. Bu vergi dilimlerinden dolayı temmuzda yapılan zammın hiç faydasını görmeyen memurlar var. Hatta üçüncü vergi dilimine girdiği için yapılan zamdan daha çok kesinti yapılan memurlar var. Kimler mi? Mesela öğretmenler... Vergi dilimi konusunda hem vergi dilimleri arasını geniş tutmasını hem de vergi dilimindeki oranın azaltılmasını beklerken hükûmetin tam tersi uygulamalara girmesi bir hayal kırıklığı...

Vergi diyorum, fazla oluyor; birileri ver gidiyorum deyip halkı bezdirmeye ve Reis'in işini zorlaştırmaya mı çalışıyor?

Reis, bir el atmalı sanki bu vergi meselelerine!..

Tam bağımlılık ve köleleşmeye götürecek referandum

25 Eylül 2017 Pazartesi günü Kuzey Irak Kürt Yönetimi, referanduma giderek Irak'tan tamamen ayrılma konusunda bir adım daha attı.

Referandumu açıktan destekleyen İsrail dışında ülke yoktu. Karşı gibi duran, ertelenmesi yönünde açıklama yapan ama gizli kapılar arkasında ise referandumu yapması konusunda Barzani'ye cesaret veren ikiyüzlü Batı ülkelerinin ise hiçbir zaman İslam ülkeleri için dost olmayacağını unutmamak gerekiyor.

Referandum karşıtı açıklamalar yapıp büyükelçisini bile hazırlayan ABD'ye ise ayrı bir parantez açmak gerek.

Batı dünyasının tek bir gayesi olmuştur tarih boyunca: İslam dünyasını bölüp parçalayıp yutmak, yutamıyorsa rahat yönetmek.

Son Kuzey Irak referandumunu da böyle okumak gerekiyor. Irak'ta yapılan referandum, gerekli tedbirler ivedilikle alınıp Barzani attığı bu fitne ve ayrılık ateşini körükleyen adımından vazgeçirilemezse ne Kürtler ne Türkler ne Araplar ne de İslam dünyası için hayırlı olacak sonuçlar ortaya çıkacaktır.

İslam dünyasının sıkıntısı zaten bölünüp parçalanmışlık... Bunu derinleştiren ve körükleyen hiçbir adımı normal karşılamamız ve desteklememiz beklenemez.

Türkiye'nin tepkisini de böyle okumak gerekiyor. Ülkemizdeki bazıları, olayı Kürt karşıtlığı üzerinden okuyup Türkiye'nin Kürtlere karşı tutumu olarak değerlendiriyor. Kesinlikle yanlış bir okuma ve zihin dünyasındaki karışıklığın göstergesi...

Kuzey Irak'ta referandum sonrası, halk böyle istedi diyerek oldubittiye getirip ilan edilecek bir bağımsızlık, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinde büyük sıkıntılar doğurabilir. Ayrılık ateşini körükleyip büyük fitnelere yol açabilir. Birleşip bütünleşip güçleneceğimiz yere bölünerek yok olma süreci hızlanmış olur. Yarın Kürt vatandaşlarımızın yoğun olduğu yerlerden de böyle referandum talepleri gelirse ne yapacağız? Şu anda Kuzey Irak'taki referandum konusunda Türkiye'nin tavrını eleştiren gazetecilerimiz ve entelektüellerimiz, o zaman nerede duracaklar? O zaman da bırakın ayrılsınlar mı diyecekler.

İslam kardeşliğinden, ümmet olabilmekten bahsedip de ümmetin önemli parçası olan milletleri karşı karşıya getiren, ayrılığı körükleyen adımları desteklemek nasıl bir garabettir?

"Herkesin devleti var, Kürtler’in neden olmasın?" diyen İslami hassasiyet sahibi insanlarımıza şu soruyu sorma hakkına sahibiz:

Türkiye, Kürtler’in de devleti değil midir? Kürt cumhurbaşkanımız, bakanlarımız, bürokratlarımız olmadı mı, olmuyor mu? Kürt vatandaşlarımız, ülkemizde istedikleri, hak ettikleri her makama ve mevkie gelemiyorlar mı?

Irk temelli yaklaşımlar, tehlikelidir; şeytanlaşmış Batı/l düşüncesidir. Zehir size bal içinde sunulur, o zehir size seve seve içirilir ve siz o zehrin farkına bile varamazsınız. "Referandum, bağımsızlık" vb. kavramlar da kulağa hoş gelebilir ama sonucunda ortaya çıkacak olan şey zehirlenmedir. Bağımsız olacağını düşünenler, İsrail'e, Batı'ya, Amerika'ya tam bağımlı hâle gelecektir ve felaketler yakalarını bırakmayacaktır. Herkes, aklını başına alıp aklıselimle hareket etmeli!..

"Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır. Birlikten kuvvet, ayrılıktan felaket doğar."

Eğitim sorunumuz yok, öğretmen sorunumuz var!..

Cumhurbaşkanımızın TEOG'la ilgili açıklamaları ve arkasından MEB'in TEOG'un kaldırılmasıyla ilgili açıklamalarından sonra eğitim tartışmaları yine gündemin önemli başlıklarından biri oldu.

Bizdeki eğitim öğretim öyle bir şey ki bu alanda uzman olmayan, söyleyecek sözü bulunmayan hiç kimse yok. Herkes, eğitimden çok iyi anlıyor. Herkes, eğitim konusunda en iyi fikrin kendisine ait olduğunu düşünüyor.

"Ah şu MEB'i bir yıllığına bana verseler tüm eğitim sorunlarını çözerim!.." diye düşünenlerin haddi hesabı yoktur zannımca.

Herkes eğitimdeki sorunları ve çözüm yollarını çok iyi biliyor ama gelin görün ki düzeltmek için ellerinde imkân yok. Ah o imkân ellerine bir geçse neler yapacaklar, neler!..

Herkes eğitimden bu kadar anlarken, eğitim konusunda uzmanken bir kesim var ki eğitimden zerre miskal anlamıyor; eğitim nedir, nasıl yapılır bilmiyor. Bu kesim eğitimdeki sorunlardan bîhaber, çözüm önerileri hakkında fikir sahibi değil. Bu sebeple eğitimle ilgili bir şey konuşurken de, sistemsel değişiklikler yapılırken de bu kesimin fikirlerine hiç ihtiyaç duyulmaz. Fikirleri sorulmaz da hasbelkader sorulduysa da kale alan bulunmaz.

Daha da ötesi bu kesim olmasa eğitimin sorunları da olmayacak, her şey yolunda tıkır tıkır gidecek ve herkes mutlu olacak!..

Kim mi bu kesim? Amaaannn, bilmeyen mi var? Tabii ki öğretmenler!..

Başarı varsa hiçbir zaman ortak edilmeyen, sorun varsa tek müsebbibi olarak lanse edilen kesim...

Öğrenci başarısızsa sorumlu öğretmendir!..

Öğrenci sorumsuzsa sorun öğretmendir!..

Okulda problem yaşanmışsa sorumlu öğretmendir!..

Üstleriyle sorun yaşasa suçlu öğretmendir!..

Kısacası yolunda gitmeyen her şeyin sorumlusu öğretmendir ama yolunda giden hiçbir şeyde emeği olmayan kişidir.

Kısacası, eğitim sorunu diye bir sorun yoktur; öğretmen sorunu vardır(!)..

Dolayısıyla sorunlu(!) olan bu öğretmenlerin icabına bakarsak eğitim dünyası güllük gülistanlık olacaktır.

Neler yapabiliriz mesela öğretmen sorununu halletmek için?

Öğrenciye değil, öğretmene not ve karne verilsin.

Öğretmen öğrenciye değil, öğrenci öğretmene ödev versin.

Öğrenci başarısız olunca önce öğrenci, sonra sırasıyla veli, müdür, ilçe millî eğitim müdürü, kaymakam, il millî eğitim müdürü, vali, millî eğitim bakanı öğretmenden tek tek hesap sorsun.

Öğretmenliği sadece okulla sınırlı kalmasın, 7/24 öğrenciyle vakit geçirsin öğretmen. Kendi ailesi, çocuğu, eşi, dostu mu dediniz? Ne gerek var canım, yaptığı iş kutsal onlar da olmayıversin!..

Devletten maaş almasın, alacaksa da asgari ücret neyine yetmiyor, zaten aylarca yatıyorlar.

Başı dik gezen öğretmen kalmasın. Öğretmenin ezik olanı makbuldür; başını kaldıranın başını eğdirin, ezin!..

Öğretmeni eğitim sisteminin içinden çekip çıkarsak eğitim sorununu kökten çözeceğiz. Öğrenci rahatlayacak, veli rahatlayacak, idareciler rahatlayacak; sistem rahatlayacak ve sorun kalmayacak!..

Yapmayın Allah aşkına!.. Eğitim sorunlarının olduğu su götürmez ama bunun öğretmen sorunu olarak algılayıp hedefe öğretmeni koyup çözemezsiniz. Eğitimin öznesini itibarsızlaştırmak, rencide etmek, işine odaklanmasını engellemek için bu kadar çaba fazla!..

Öğretmene yüklendiniz; öğretmeni itibarsızlaştırdınız, rencide ettiniz olmadı. Bir de öğretmenin yanında durun, öğretmeni destekleyin, itibarını artırmayı deneyin; belki olur!.. Ne dersiniz?

Salağa yatmayın; hepiniz oradaydınız, onlarlaydınız!..

Ülkemizde FETÖ davaları devam ediyor. FETÖ’cüler, öyle savunmalar yapıyorlar ki "Bunların suçu yok, salıverin hepsini. Tek suçlu darbeye direnenler ve onları şu anda yargılayanlar." diyeceğiz neredeyse. O kadar saflar, masumlar(!) ki son dakikaya kadar değirmenine su taşıdıkları FETÖ'den, bizzat planladıkları ve içinde yer aldıkları darbeden haberleri yok/muş. Bunların bu aymazlıkları, yüzsüzlükleri, pişkinlikleri yüzünden mağdur durumda olanlarla gerçekten suçlu olanları ayırmak zorlaşıyor. O kadar iyi rol yapıyorlar ki masum olduğundan emin olduğun bir kişiye bile "acaba" diye yaklaşıp kefil olamıyorsun!.. Varlıklarında mağdurlar ordusu oluşturmuşlardı, yok edilirken de maalesef büyük mağduriyetlere sebep oluyorlar.

Ali Bulaç da pazartesi günü hâkim karşına çıktı. Kökten FETÖ’cü teröristlerden farksızdı savunması. Savunmasında, “Ne yasa dışı bir fiilim oldu ne FETÖ ne de başka yasadışı örgüte üye oldum. Benim FETÖ tarafından üyeliğe kabul edilmem mümkün değildir. FETÖ'nün beni örgüt üyesi yapması, darbe teşebbüsünde bana rol vermesi hayatın olağan akışına aykırıdır." demiş ve şunu da eklemiş: "Dışı hayli süslü cemaat vazosu, 15 Temmuz’da bir darbe ile yere düştü, paramparça oldu. İçinden yüz kızartıcı ayıplar, kusurlar, illet ve cürümler orta yere saçıldı."

Doğruları konuşmamış, kıvırmış, salağa yatmış yine!.. Özellikle 17-25 Aralık sürecinden sonra orada kalmaya devam edip darbe gününe kadar algı yönetimine hizmet edip şimdi hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yapması; en basit ifadeyle yalandır, aptala yatmaktır, milleti de aptal yerine koymaktır!.. Ürettikleri CD'leri, iftira toplantılarını, yaptıkları hakaretleri; insanların namusuna, onuruna, haysiyetine, ailesine uzattıkları dilleri herkes gördü. Onun içlerinde bulunup da bunları fark etmemesi mümkün değil. Yazdığı gazetede, içinde bulunduğu medya grubunda her gün Reis'e ve hükûmetine karşı tehditler, şantajlar havada uçuşuyordu; Ali Bulaç da onların istediği gibi yazıp çiziyor, Reis'i ve kadrosunu yıpratmak, yok etmek için var gücüyle çalışıyordu. Kendisine dostane yapılan eleştirilerin hiçbirine kulak asmıyor, FETÖ ağzıyla algı yönetimine son sürat devam ediyordu. Şimdi ise masum, mağdur ve saf!..

Mümtaz’er Türköne ise savunmasında çok daha ileri gidip "15 Temmuz darbesinin arka planda engellenmesinde çaba harcayan kim var diye sorarlarsa ilk sırada ben varım. Benim büstümün dikilmesi gerekiyor. Vasiyetimdir, öyle bir şey olursa büstümü Çağlayan Adliyesi'nin önüne diksinler." demiş. Hay hay!.. Lanetullah'ın büstüyle yan yana dikelim mi?

Darbe tehdidinde bulunan, Reis'in idamını isteyen kendisi değildi sanki...

Benzer savunmaları; Nazlı Ilıcak, A. Turan Alkan, Hidayet Karaca, Şahin Alpay, Mustafa Ünal, Altan kardeşler vb. kişilerden de gördük ve göreceğiz.

Hepsi yalan söylüyor, ikiyüzlü davranıyor, kıvırıyor, salağa yatıyor ve bizleri de salak yerine koyuyor.

Hepsi oradaydı ve onlarla beraberdi. Darbe başarılı olsaydı; onlar dışarıda ve hizmetlerinin karşılığını almış olacaklar, bizler ise içeride olacaktık…

Fe eyne tezhebun?/Bu gidiş nereye?

Biz ne güzel bir millettik.

Tüm insanlar elimizden, dilimizden, belimizden emindi.

Kimsenin malında, mülkünde, namusunda gözümüz olmazdı.

Herkesin inancına, yaşam tarzına, fikirlerine saygı gösterir ve bunlar için kimseyi yargılamaz, rencide etmez ve dışlamazdık.

Hoşgörü deryasıydık; intikam peşinde koşmaz, hatası olanları affeder, doğru yola sevk etmeye çalışırdık.

Özgürlüğü sadece kendimiz için istemez, herkes için hürriyet talep ederdik.

Bu topraklarda insanlık, her şeyden önce gelirdi; Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Zaza, Ermeni, Rum, hatta Yahudi birbiriyle hiç sorun yaşamadan mutluluk, huzur ve güven içinde hayatını sürdürürdü.

Derdi olanın derdini paylaşarak azaltır, sevinci olanın sevincini paylaşarak çoğaltırdık.

Namaz kılmasak da namaz kılana, oruç tutmasak da oruç tutana, camiye gitmesek de camiye gidene, cemevine gitmesek de cemevine gidene, kiliseye gitmesek de kiliseye gidene saygıda kusur etmezdik.

Gayrimüslim olsak da Ramazan’da sokaklarda, caddelerde yemek yemeyecek, çocuklarımızı elinde yiyecekle sokağa yollamayacak kadar inanca, insana saygılıydık.

Kimseye benzemeye çalışmazdık ama kimseyi zorla kendimize benzetmeye de çalışmazdık.

Kutsallarımız vardı, kimse dokunamazdı ve kimsenin kutsalına da dokunmazdık.

Büyüğe, küçüğe, ölüye, diriye, anaya, bacıya, akrabaya, misafire kısacası insana değer verirdik; yaratılanı severdik Yaradan'dan ötürü...

Ne oldu bize? "Fe eyne tezhebun?" Bu gidiş nereye?

Bilen var mı ya da izah edebilecek bir kişi?

İnsanlığımızı, İslamlığımızı yitiriyoruz!..

Artık kimse bizim elimizden, dilimizden, belimizden emin değil!..

Haram ve helal birbirine karışmış durumda, dikkat eden kalmamış.

İnsanların yaşam tarzına, inancına, değerlerine saldırmakta beis görmüyoruz!..

Herkesi tek tipleştirme, aynileştirme, kendimize benzetme gayreti almış başını gidiyor.

Derdi olanın derdini artırmak, sevinci olanın sevincini kursağında bırakmak, serveti olanın servetini yağmalamak, muhtaç olanı ölüme mahkûm etmek için uğraşıyoruz âdeta!..

Kutsallarımız hayatımızdan çekiliyor bir bir, değerlerimizi değersizleştiriyoruz her geçen gün; inandığımız gibi yaşa/ya/mıyoruz, ne göründüğümüz gibi olabiliyoruz, ne olduğumuz gibi görünebiliyoruz. "Mış gibi" yaşayıp gidiyoruz!..

Sevmekten, sevilmekten korkuyoruz; nefret tohumları ekiyoruz kalplere, gönüllere!..

Son cenaze olayı ürküttü beni, korktum geldiğimiz noktadan.

Ölüye, anaya hürmet göstermeyecek kadar insanlıktan, İslamlıktan çıkmış olamayız biz.

Bunun, bu topraklarda yetişen ortalama insanımız tarafından yapılabilecek bir davranış olduğuna hiç ihtimal vermiyorum. Hiçbir insanımız, bu kadar vicdansız olamaz. Bu, planlı ve programlı bir provokasyondur... Kokusu yakında çıkar... Aklıselimle düşünüp hareket etmeliyiz hepimiz... Peygamber efendimiz (sav), cenaze geçerken ayağa kalktı. "Ya Resulallah, Yahudi cenazesidir o!.." dediler. Efendimiz "İNSANDIR..." dedi!..

(Müslim, Cenaiz, 78,Hadis No: 1596)

Biz kimi örnek alıyoruz? Bir Peygamberimize (sav) bakın, bir de bize...

"Fe eyne tezhebun?" Bu gidiş nereye?