27 Mayıs 2016 Cuma

Ey Müslüman Türk Kadını, Müslüman Türk Erkeğinin Kıymetini Bil!

Ey Müslüman Türk Kadını!..

Son yıllarda seni çok Batılı ve batıl düşüncelerin esiri görüyorum, gittikçe de esaretini perçinleyip seni özgürleştiren İslam kadını kimliğinden uzaklaşıyorsun. Müslüman kimliğinden uzak düşüp sana dayatılan sahte dünyaların, Batı/l fikirlerin, yalancı vaatlerin peşinde koşup kimlik bunalımı yaşıyorsun.

Etme!..

Seni sen yapan değerleri tek tek terk ediyorsun. Sana değer verenleri, koruyup kollayanları geride bırakıp senin üzerinden hesap yapanlara, seni bir metadan farksız görenlere yaklaşıyorsun. Özüne dön, evine dön; sana değer verenlere; senin olanlara dön.

Gitme!..

Sen, Müslüman Türk erkeği olarak bizlerin başımızın tacısın, gönlümüzün ilacısın. Bize önce anne, sonra kardeş, sonra eşsin; yerin dolmaz, alternatifin bulunmaz, eşsizsin.

Unutma!..

Müslüman Türk erkeğini kötüleyip abartarak olumsuz yönlerini ön plana çıkarıyorlar. Sana sahte kahramanlar, ışıltılı dünyalar, renkli simalar gösterip seni senden, seni bizden alıp değersizleştiriyorlar.

Kanma!..

Sen fedakârdın, cefakârdın, vefakârdın, kanaatkârdın!.. Yalnız kocana yâr, dışındakilere ağyardın. Gözün dışarıda, gönlün hovarda, aklın parada, fikrin firarda değildi. Annenden öğütlü, yuvanda mutlu, ahirinden umutluydun. Gözün gönlün toktu, uçuk kaçık beklentilerin yoktu; kocana muhabbetin çoktu.

Değişme!..

Mutlu edilmeyi beklemez, mutlu etmek için uğraşır; mutlu edince mutlu olacağını bilirdin. Şimdi hep mutlu edilmeyi bekler, kocandan bir güler yüzü esirger, saygıda kusur eder, burnunun dikine gider, en ufak şeyde kin güder, âdeta bir acı biber olmuşsun.

Yapma!..

Çok düşkünsün artık gösterişe, ziynete; önem vermez olmuşsun kişiliğe, karaktere, tıynete!.. Dışarıda süslü, neşeli, şaşaalı; evde paspal, eli maşalısın. Yabancıya gül, kocana dikensin; ellere cemalini, kocana celalini gösterir olmuşsun.

Gösterme!..

Aslından uzaklaşıp yabancıya özendikçe yüzün gülmüyor. Sen mutsuz olup surat astıkça evde huzur olmuyor. Sen bizler için baharda açan sümbül, koparılmaya kıyılamayan bir gül, koklamaya kıyılamayan menekşesin.

Ne olur solma!..

Sen olmayınca aile olmuyor; evden çok dışarıda yaşıyorsun, evdeki yerin dolmuyor. Erkeğin sana muhtaç, çocuklar sana aç; varlığın evin ihyası, yokluğun ailenin iflası...

Artık anla!..

Evdeki erkek egemenliğinden, ataerkillikten şikâyet eder olmuşsun sen de... Bunu empoze eden Batı'da, kadın, kocası dışındaki erkeklere bende; sırtını dayayacak bir erkekten yoksun... Oradaki kadınlar gibi olsan çalışmazsan aç, çalışırsan toksun. Beden güzelliğin kadar var, yaşlanıp güzelliğin gidince yoksun. Sakın onlar gibi olmaya çalışma, sana gösterilenler büyük bir yalan!..

İnanma!..

Her geçen gün artan sıkıntılarını erkeğin egemen, erkeğin otorite olduğu bir dünyada yaşamana bağlıyorlar ya!.. Yalan!.. Erkeğin egemen olamamasından, otoritesini kaybetmesinden; erkek yerine sana benzeyen erkeğimsilerin türemesinden kaynaklanıyor tüm sorunlar. Sana bir tane daha sen değil, seni tamamlayacak bir yâren lazım!..

Not: Kızmayın, Çarşamba günü sayfanın diğer yüzünü çevireceğim...

22 Mayıs 2016 Pazar

Krizler Geçiren Değil, Krizler Geçirten Devlet - Nereden, Nereye?

Cumhurbaşkanı, Başbakan'a kitapçık fırlatınca batma noktasına gelen ülkeden; Başbakan değişirken kılını kıpırdatmayan ekonomi, keyfine bozmayan millet, aksamadan işleri yürüyen devlet...

Kişilere değil, sisteme bağlı olan; kriz geçiren değil, kriz geçirten güçlü bir devlet... Milletini tehdit unsuru gören devlet zihniyetinden; kriz bekleyen, krizden medet uman yerli ve yabancı kerizlere kriz geçirten millet-devlet uyumu!..

Nereden, nereye?

Ülkemizin bu seviyeye gelmesinde emeği geçen herkesten Allah razı olsun...

İnsanların küçük menfaatler için birbirini yediği, küçük bir çıkar uğruna en yakınlarını satabildiği, önemsiz makam ve mevkiler için şahsiyetini, karakterini, onurunu ayaklar altına alabildiği bir dönemde başbakanlığı gözünü kırpmadan devredebilen, nefsini ayaklar altına alabilen Ahmet Davutoğlu Hocamızdan Allah razı olsun.

Bu ülke insanı da ülke ve millet için risk alabilen, doğru bildiği yoldan dönmeyen, vicdanının sesini dinleyen ve vicdanların sesi olan, varlığıyla millete güven veren bir Reis'i; makam ve mevkiyi elinin tersiyle itebilen, gözünü kırpmadan başbakanlığı devredebilen, nefsini ayaklar altına alabilen bir Hoca'yı hep minnetle anacaktır!..

Bir davası olan ve davasının da bir lideri olduğunu bilen bu millet; bağlı oldukları liderlerinin işaret ettiği, sözleriyle değil icraatlarıyla konuşan yeni Başbakan Binali Yıldırım'ı da bağrına basacaktır!..

Çünkü hayali bile kurulamayan, olmaz denen birçok şey oldu Ak Parti Dönemi'nde:

IMF'ye gidip ağlarken borç verecek seviyeye geldik...

80 yılda yapılan kara ve demiryolundan fazlası 13 yılda yapıldı...

Enflasyon makul seviyelerde seyrediyor. İmkânsız görülen paradan altı sıfır atma olayı gerçekleşti ve paramız itibar kazandı. (Gerçi söz verdiği hâlde birileri Taksim'de hâlâ anırmadı ama)...

Ülkemiz uçağını, gemisini, uçak gemisini, helikopterini, insansız hava aracını yaptı. Savunma sanayisi’nde dışa bağımlılık %80'lerden %30'lara indi...

Devlete ait olup da sürekli zarar eden kamu kuruluşları ıslah edilip kâr eder hâle getirildi. Merkez Bankası'nda 25 milyar dolar varken 150 milyar doları geçti.

Sağlıkta dünya standartlarını fersah fersah geçtik.

Depremi fırsat bilip vatandaşını soyan devlet, depremde yıkılan şehri bir yılda yeniden kuracak hâle geldi...

Adam yerine konulmayan devlet adamlarımıza dünyanın her yerinde en üst düzey protokol uygulanır oldu... Bunlar, daha saymakla bitmez...

Bunların hepsinin altında da bürokrat, bakan, başbakan olarak Ahmet Hoca'ların, Binali Yıldırım'ların, imzası var. Ancak asıl önemli olansa bu takımı kuran ve yönlendiren Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'dır. Dolayısıyla yeni dönemde oyuncularda bazı değişiklikler olsa da takımın patronu aynıdır.

Eksiklik yok mu? Tabii ki var ama eksiklikleri tamamlayacak kadro AK Parti kadrosu, ülkeyi felaha ulaştıracak tek lider Recep Tayyip Erdoğan’dır şu anda... Beğenseniz de beğenmeseniz de, hoşunuza gitse de gitmese de böyle...

Yeni dönemin ülkemiz, milletimiz ve Ümmet-i Muhammed için hayırlara vesile olması temennisiyle...

Tesettür Defilesi veya Moda ve Acziyet

Son günlerin gündemde olan tartışması, tesettür defilesi... Tesettür, defile, moda... Bu kavramları bir araya getirmek; Müslüman bir insanın zekâsıyla alay etmektir, hassasiyetleriyle dalga geçmektir, inançlarına saldırmaktır. Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyor; birileri ise gönüllü müşteri...

"Moda" kelimesine TDK'nin sözlüğünde "1. Değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik. 2. Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük 3. Geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olan" anlamları verilmiş. Verilen üç anlamda da ortak olan şey, "geçicilik" vurgusu... Fani olan dünyaya bel bağlamayıp bu dünyayı asıl dünya için imtihan yeri gören ve dünyaya aldanmama iddiasında olan bir Müslüman; nasıl olur da geçici zevklere, geçici beğenilere, geçici özentilere düşkünlük gösterebilir. Bu bir çelişki ve bu çelişkiyi açıklamak pek mümkün değil...

Müslüman insanın giyim tarzı, tesettüre uygun olmak kaydıyla örf, âdet, yaşanan bölge ve iklim şartlarına göre değişiyor. Her milletin kendi geleneği göreneği var ve bunun sonucunda da doğal olarak giyimde farklılıklar ortaya çıkıyor. Ne giyeceğinize örf, âdet, bölge ve iklim şartlarınıza göre siz karar veriyorsunuz. Özgürsünüz yani... Bu da bir zenginlik oluşturuyor.

Peki, moda olunca ne oluyor? Ne zaman, nerede, ne giyeceğinize; neyin size daha çok yakışacağına sizin adınıza sizi sizden daha iyi tanıyan(!) tasarımcılar, modacılar karar veriyor. Siz de kim oluyorsunuz ki kendi giyeceğinize, kendi tüketeceğine karar veresiniz.

"Marka, insanların birikimlerini ellerinden çabucak almak için ortaya çıkarılmış modern bir soygundur." demiş biri... Bir insan, hele de bir Müslüman, göz göre göre kendini soy/un/durur mu? Bu bir israftır, kendini ahmak yerine koydurmaktır!..

Hâl böyleyken tesettürün defilesi ve modası da ne oluyor? Tesettürün amacı; "setretmek, örtmek, görünürlüğü azaltmak" ise tamamen "görünmeyi, fark edilmeyi, beğenilmeyi" teşvik eden defileyle, modayla tesettür nasıl bir araya gelir? Müslüman bir kadın, nasıl böyle bir akıma kendini kaptırabilir? Müslüman bir erkek; nasıl olur da karısını, kızını, kardeşini böyle bir akıma kurban edebilir?

Moda, acziyettir. Müslüman ise izzet, hassasiyet, haysiyet sahibidir. Müslüman acziyet içinde olamaz. Ne giyeceğine, ne yiyeceğine, ne tüketeceğine, nasıl yaşayacağına modaların, markaların karar verdiği bir hayat; Müslümanca bir hayat olabilir mi?

Fatma Barbarosoğlu, "Moda ve Zihniyet" kitabında "Kıyafet, sahip olunan dünya görüşünün aynasıdır." der. Şu anda özellikle Müslüman kadınlarımızın ekseriyeti, takvayı çoktan imaja kurban etti. Biz erkekler de çok masum değiliz, buna çanak tuttuk. Müslüman erkekler de en az Müslüman kadınlar kadar -aslında çok daha fazla- sorumlu tesettürdeki yozlaşmadan. Bu konu çok söz götürür daha. En iyisi mi siz okumadıysanız Fatma Barbarosoğlu'nun "Moda ve Zihniyet" ile "İmaj ve Takva" kitaplarını okuyuverin... Belki bazı şeyler, zihin dünyanızda daha da netleşir…