18 Haziran 2018 Pazartesi

Günden güne yitirdiğimiz Mirasımız Kudüs ve Mirasımız Derneği (3)

Günden güne yitirdiğimiz Mirasımız Kudüs ve Mirasımız Derneği (3)

Kudüs’teki ilk gecemizde otelde sahuru yapıp Mescid-i Aksa’ya sabah namazına gitmek için niyetleniyoruz hepimiz.
Günden güne yitirdiğimiz Mirasımız Kudüs ve Mirasımız Derneği (3)
Herkeste Mescid-Aksa’da sabah namazı kılmanın, seher vaktinde ilk kıblemizdeki havayı teneffüs etmenin, Peygamberimiz’in (sav) Mirac’a yükseldiği yerde olup onun ayak bastığı yerlere yüz sürmenin heyecanı ağır basmış olmalı ki sahurunu yapan Mescid-i Aksa’ya koşmuş.
Ferhat Ersin/Kudüs
Kudüs'teki ilk gecemizde otelde sahuru yapıp Mescid-i Aksa'ya sabah namazına gitmek için niyetleniyoruz hepimiz. Herkeste Mescid-Aksa'da sabah namazı kılmanın, seher vaktinde ilk kıblemizdeki havayı teneffüs etmenin, Peygamberimiz'in (sav) Mirac'a yükseldiği yerde olup onun ayak bastığı yerlere yüz sürmenin heyecanı ağır basmış olmalı ki sahurunu yapan Mescid-i Aksa'ya koşmuş. Kimse, benden başka gidecek var mı, acaba hep beraber mi gitsek dememiş. İlk defa gelip Mescid-i Aksa'nın yolunu bile bilmeyenler yolu eline alıp koşmuş sabah namazı için Mescid-i Aksa'ya!.. Nereden mi biliyorum? Kendimden... Çünkü sahurdan sonra otelin lobisine indim, batım kimseler yok ortalarda, "Bu cadde Mescid-i Aksa'ya götürür mü?" diye sorup çıktım tek başıma yola...
Mescid-i Aksa'da Sabah Namazı ve Filistinlilerdeki Türkiye Sevgisi
Bir süre yürüdükten sonra genç bir adam, Mescid-i Aksa'ya gittiğimi anlayınca yanımda durdu, otomobile bindim. Genç adam, benim Türkiye'den geldiğimi anlayınca "Kardeşşşiiiimmm!.." diye öyle bir nara attı ki kafamı otomobilin tavanına vuracaktım neredeyse... İneceğimiz yere gelmiştik zaten ve otomobilden hızla inip yanıma koşarak bana öyle bir sarıldı ki sanki yıllarca görmediği öz kardeşine sarılıyordu. İkimizin de gözleri doldu. Düşündüm ki bu insanlar bizim öz kardeşimizden öte din kardeşimiz ve birbirimize o kadar hasretiz ki!.. Bizim rahatımız onlara göre çok daha yerinde olduğu için biz onlara olan özlemimizi çok hissedemiyoruz ama onlar öyle mi? Hep bir Türkiye, Türk milleti özlemi ve umuduyla bizim yolumuzu gözlüyorlar.
Filistin'in her yerinde ama özellikle de Kudüs'te bir Türkiyeli görmekten o kadar memnun oluyorlar ki bizleri görünce gözleri parlıyor ve mutlaka birkaç Türkçe kelime kullanarak bizimle konuşmak istiyorlar. bir esnafa uğruyorsunuz esnafta Türkiye'ye ve Recep Tayyip Erdoğan'a dua, aynı safta namaza duracağınız kişide Türkiye'ye ve Recep Tayyip Erdoğan'a dua, cami avlusunda karşılaştığınız çocuklarda Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan'a dua... Önündeki birkaç parça eşyayı satıp evine ekmek götürmek isteyen yaşlı teyzede Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan'a dua... Anlıyorsunuz ki yükümüz çok ağır, sorumluluğumuz büyük, yapmamız gerek çok iş var. Kendi aramızdaki kısır tartışmaları, anlamsız mücadeleleri bırakıp birlik olmamız gerektiğini, tarihî sorumluluklarımızı hatırlamamız gerektiğini buralarda çok daha iyi kavrıyorsunuz. Küçük farklılıklardan devasa ayrılıklar çıkaran biz Müslümanları peyderpey Ümmet coğrafyasına yollamalı ki yaptığımızın ne kadar ahmakça olduğunu anlayalım!..
Yine Recep Tayyip Erdoğan'ın tüm saldırılara, alçakça darbe girişimlerine, kumpaslara rağmen nasıl olup da dimdik kalabildiğini Ümmet-i Muhammed'in onun gıyabında yaptığı duaları görünce çok daha iyi anlıyorsunuz. Aynı duyguları daha önce de Diriliş Postası olarak Şanlıurfa Akçakale Kampı'ndaki çadırlarda Suriyeli kardeşlerimizi ziyaret ettiğimizde hissetmiştik.
Kudüs Gezisi ve İslam Beldesinin ve Müslümanların Hâli
Sabah namazından sonra otele döndük ve 08.30 gibi otobüse binip Kudüs gezisi için yola çıktık. İlk durağımız Hz. Davud'un kabri ve civarı oldu.
Hazreti Davut’un kabri Mescid-i Aksa’nın güneybatısında, Davut şehrindeki, Sion  tepesinin üzerinde bulunuyor. Tevrat’ın bazı ayetlerinde Kudüs yerine Sion deniyor ve meşhur "Siyonizm" anlayışı da buradan geliyor.
Hz. Davud'un kabri üzerine ecdadımız Osmanlı'nın yaptığı camiyi müzeye çevirip ibadete kapatmış Siyonist İsrail... Ama biz yine de ayakkabılarımızı çıkarıp beton üzerinde, tüm turistlerin, özellikle de Yahudilerin taciz edici bakışları altında iki rekât mescid namazımızı kılıyoruz, çok da huşulu oluyor. Hz. Davud'un huzurunda Siyonist İsrail için beddua, Müslümanlar için dua ediyoruz.
  
Hz. Davud'un kabrine giriş kısmı ikiye bölünmüş. Kabrin yarısı kadınlar tarafında, diğer yarısı ise erkekler tarafında bırakılmış. Çünkü yobaz(!) Yahudilere göre kadın ve erkeklerin ibadethanede aynı ortamda bulunması doğru değil. Anlayacağınız laiklik elden gitmiş İsrail'de...
Hz. Davud Camii etrafında sadece yan tarafta bakımsız Müslüman Mezarlığı kalmış ve orası da bilinçli olarak kirletiliyormuş sürekli. Meral Akşener'in kapatacağını söylediği TİKA ve benzeri kuruluşlar da İsrail'in yıldırma politikalarına, Yahudilerin saldırılarına rağmen sabırla buranın temizliğini ve İslam eserlerinin bakımını yapıyor.
  
Hz. Davut Camii'nin çatısına çıktığımızda iki taraftaki kiliseyi görüyoruz. Yine imam için yapılmış olan çatıdaki eve İsrail tarafından çökülmüş olduğunu ve devlet konukevine çevrilmiş olduğunu görüyoruz.
 
Hz. Davud Camii'nden çıkıp Yahudi ve Ermeni mahallelerini geçerek suriçine yani Kudüs'e geçiyoruz. Geçtiğimiz yelerde gördüğümüz içler acısı manzara şu: İslam beldesi Müslümanlardan temizlenmiş, tüm İslam eserlerine el konulmuş. Yine Müslümanların yaşadığı yerler perişan ve kirli iken Yahudilerin ve Hristiyanların yaşadığı yerler tertemiz ve oldukça bakımlı... Müslümanların yaşadığı yerleri özellikle bakımsız ve pis bıraktıklarını ve bunun bir algı operasyonu olduğunu da öğreniyoruz. Gelen turistlere şu mesaj veriliyor: Bakın, Müslümanlar ne kadar pis ama bizler oldukça temiz ve düzenliyiz.
İşgal edilmiş Filistin topraklarını gezerken bir kez daha iman ediyoruz ki bu İsrail kavmi boşuna lanetlenmemiş. Laneti hak etmek ve bu lanetin hakkını verebilmek için oldukça büyük çaba gösteriyorlar.
"Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar." (Al-i İmran, 3/112-113)
  
 Kanuni tarafından yaptırılmış surların dibinden geçerek Kıyamet Kilisesi'ne ulaşıyoruz. Burası tüm Hristiyanların ittifakla kutsal kabul ettiği ve hacı olmak için geldiği çok önemli bir kilise... Burada duyduğumuz ve bir Müslüman olarak gururumuzu okşayan şey ise şu oldu: Kıyamet Kilisesi'nin anahtarı Müslüman iki ailede, Nusibeh ve Joudeh aileleri... Sebebi ise Hristiyanların bu kilisenin temizliği vb. hizmeti konusunda anlaşamayıp sürekli kan dökmesi... Kilise, Hristiyan mezhepleri arasında parselleniyor ve herkes kendi bölgesinin temizlik ve bakımından sorumlu tutularak bu sorun hallediyor. Ancak anahtar barış ve huzurun teminatı olarak Müslüman iki aileye veriliyor. Çünkü herhangi bir Hristiyan mezhebinde olsa yine kan dökülecek... Her sabah kiliseyi bu Müslüman aileler açıp yine her akşam bu aileler kapatıyor.
Düşünün ki bu kilisenin olduğu kısım Hristiyanlarda ama çatısı Müslümanların elinde... Yani binanın altı Hristiyanların üstü Müslümanların... Kıyamet Kilisesi'nin çatısında Kudüs Fatihi, Büyük Komutan Selahaddin Eyyubi'nin evi var. Ev vakıf malı ve şu anda Ürdünlü bir aile ikamet ediyor. Evin bakımını ve onarımını ise yine dernekler aracılığıyla Türkiye yapıyor. Evin bir odası güzelce düzenlenmiş ve ziyarete açık... Ancak ailenin kalıyor olması ve gelen ziyaretçilerden para bekleniyor olması, ailenin şahsi eşyalarının sağda solda olması pek hoş olmuyor. Onun yerine tamamen vakfın idaresine alınıp daha özenli korunması daha iyi olacak...
 
Kudüs'le ilgili yazılacak ve konuşulacak o kadar çok şey var ki üç yazı dizisi bu iş için az ama sayfalar zaman imkânı bu kadar... Onun için birçok şeyi de atlayarak hızlı geçiyorum.
Mescid-i Aksa İçindeki Mescidler  ve Mescid-i Aksa'da Cuma
Mescid-i Aksa, bir binadan, bir mescidden ibaret değil... Genelde ya Kubbet-üs Sahra'yı ya da Kıble Mescidi'ni bize Mescid-i Aksa olarak tanıtıyorlar. İkisi de doğru değil... Mescid-i Aksa, bunları da içine alan ve on kapısı, içinde beş mescidi bulunan geniş bir alan... kubbet-üs Sahra görkemli kubbesinden dolayı en dikkat çekeni... Burak Mescidi, Mervan Mescidi dee yine Kıble Mescidi etrafındaki mescidler... Mescid- Aksa Hz. Ömer tarafından yapılıyor ve Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından genişletiliyor. Daha sonra ise birçok kez onarımdan ve bakımdan geçiriliyor. Son şeklini veren ise ecdadımız Osmanlı... Kubbet-üs Sahra Haçlılar tarafından kiliseye çevriliyor. Daha sonra ise Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü fethedince yeniden cami olarak hizmete açıyor.
Cuma namazı öncesinde Milat gazetesinden İsmail Zelvi abimizle tüm mescidleri gezip her mescidde iki rekat mescid namazı kılıp dua ediyoruz. Burak Mescidi küçük bir mescid... içinde Peygamberimiz'in (sav) biniti Burak'ı bağladığına inanılan kısma bir halka yapılmış sembolik olarak...
 
Mervan Mescidi ise içine girdikçe genişleyen bir mescid... Dışarıdan hiç belli olmuyor, içine girdikçe açılıyor. Kıble Mescidi'nden çok daha büyük...
 
Kubbet-üs Sahra'nın içinde ise "Muallâk Taşı" var. Havada duruyor dedikleri taş... Peygamberimiz'in bu taşa basarak miraca yükseldiğine inanılıyor. On bir basamaklı bir merdivenden aşağı küçük bir mağaraya iniliyor ve oradan taş havada gibi duruyor. Yine Hz. İbrahim'in Hz. İsmail'i (as)kurban etmek için bu taşın üzerine yatırdığı rivayet ediliyor.
Mescid-i Aksa'da kıble Mecidi içinde cuma namazını kılıyoruz. Böyle bir huşu, böyle bir atmosfer, böyle bir maneviyat... Tarifi mümkünsüz... Çıkışta küçük çaplı bir gösteri ve israil protestosu oluyor. Mescid- i Aksa Müslümanlar için sadece bir mescid değil; yaşamın merkezi, hayat, namus, onur... Mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken bir yer... Ama maalesef ki Kudüs'ü yılda ziyaret eden Yahudi ve Hristiyan sayısı Müslümanların yaklaşık on katı... Daha çok sahip çıkmalıyız, orada daha çok bulunmalıyız...
 
Mescid-i Aksa'nın on kapısı var ve bu kapıların dokuzu Müslümanların elinde... Ancak kapılarda hep İşgalci İsrail askerleri bulunuyor ve girerken Müslüman olup olmadığınızı bunlar soruyor. Ağlamamak, mahzun olmamak mümkün değil.
Megaribe Kapısı denilen kapıyı ise Siyonist İsrail işgal etmiş... Yahudilerin Ağlama Duvarı dedikleri, bizim ise Burak Duvarı dediğimiz kısma açılıyor ve alçak Siyonistler, Mescid-i Aksa baskınlarını bu kapıdan yapıyor. Bu kapıdan Müslümanların girişine ise izin verilmiyor.
Burak Duvarı (Ağlama Duvarı)
  
Mescid-i Aksa'dan Burak Duvarı'nın olduğu yere geçiyoruz. Oldukça sıkı denetleniyor. İçeriye girdiğinizde duvara dönmüş zırlayan Yahudileri görüyorsunuz. Duvarlara sıkıştırılmış dilek yazılmış kâğıtları... Az sonra görevliler gelip o kâğıtları çöpe atıyor ve sürekli etraf yıkanıyor. Burak Duvarı'nın olduğu kısım sürekli kazıldığı için Megaribe Kapısı havada kalmış ve br tünelle geçiliyor Mescid-i Aksa'ya... Yine Burak Duvarı'nın olduğu kısım Mescid-i Aksa'nın altına doğru kazılmış ve yerin altında iki tane sinagog olduğu söyleniyor. Ağlama duvarının iç kısmına girdiğimizde ise sallana sallana, bağıra bağıra dua eden Yahudileri görüyoruz. Dünyayı, Müslümanları, mazlumları inim inim inletip ağlatanların bir duvarın dibinde ağlaması, timsah gözyaşları dökmesi de trajikomik bir manzara... Bu trajikomik manzarayı oluşturanlardan bir Yahudi, benim başımda bir şey olmadığı için gelip hemen uyarıyor ve bir kippa uzatıyor. Hayır, diyorum ve cebimden takkeyi çıkarıp kafama takıyorum. Hemen size bakışlar değişiyor ama bir şey de demiyorlar. Rahat bir şekilde fotoğraf ve video çekiyoruz.
Kudüs ve Mirasımız Derneği
"İnsanlığın ortak mirası Kudüs’teki Osmanlı tarihi, kültürel ve manevi mirasına sahip çıkarak özgün niteliği ile gelecek nesillere ulaşmasını sağlamak" gibi kutsal bir görevi üstlenen Mirasımız Derneği, sadece Kudüs için çalışıyor. Kudüs'teki İslam eserlerini tadilattan geçirip, onarıp Müslümanların elinde kalmasını ve İşgalci Siyonist İsrail'in İslam eserlerine konmasını engelliyor. Çünkü İsrail, aslına uygun restore edilmemiş İslam eserlerine ve Müslümanların mülklerine kanunsuz bir şekilde el koyuyor. Bu anlamda Mirasımız Derneği çok önemli ve kutsa bir vazife edinmiş kendisine... Kesinlikle desteklemeli ve İsminin duyulması için çaba sarf etmeliyiz.
Mirasımız Derneği, Kudüs'te sadece restorasyon çalışmaları yapmıyor, Kudüs'e, Kudüslü Müslümanlara ve Mescid-i Aksa'ya yönelik onlarca proje yürütüyor. Öğrenci bursu, erzak dağıtımı gibi...
Ancak özellikle restore ettiği tarihî ev, okul, cami ve mescidin sayısı yüzlerle ifade edilir olmuş durumda... Restore edilen her eser, Yahudi işgalinden kurtarılmış bir eser demektir. Bu konuda çok duyarlı olmalıyız. Hele bir Faize Hanım'ın evi ve restorasyon süreci var ki mutlaka araştırıp ayrıntılı bilgi sahibi olun.
Ben kısaca anlatayım: Faize Hanım'ın tarihî bir evi var. Bu eve karşılık Yahudiler 2,5 milyon dolara yakın para ve istedikleri ülkeden oturma izni ve dayalı döşeli evler teklif ediyorlar. Faize teyzemiz, tek şart koşuyor. Diyor ki tüm Müslümanlardan Faize bu evi satabilir, satmasında bizim açımızdan bir sakınca yoktur, diye imza getirirseniz evi size satarım, Zira bu ev benim değil Müslümanlarındır, diyor. Tabii bu cevap karşısında Yahudiler çıldırıyor. Şu anda evi Mirasımız Derneği, restore ediyor ve Yahudi işgalinden kurtaracak inşallah... Bunun gibi onlarca hikâye var.
Kafile olarak biz de Mirasımız Derneği'nin kumanya dağıtımına katılıyoruz. İnsanların gerçekten desteklenmeye ihtiyacı var. Kudüs'te hayat çok pahalı... Yarım litrelik bir su, düşünün ki 1,5 dolar...
 
Yine Mirasımız Derneği, ramazan boyunca Mescid-i Aksa'da iftar veriyor ve bir ay boyunca ortalama 3.500 kişiye iftar veriyor. Türkiye'den bir iftariyelik için 20 lira toplanıyor. Bu parayla Mescid-i Aksa'da iftar vermek mümkün değil. Bir kişinin iftariyeliği en az 50 lira tutuyor. Peki, Mirasımız Derneği bu açığı nereden kapatıyor? Özellikle Arap ülkelerinden gelen bağışların bir kısmını buralarda kullanıyor. Türkiye'de dese ki bir iftariyelik için 50 lira verin, hepimiz dolandırıcı, soyguncu mu bunlar diye düşünürüz. Ancak Kudüs'e gidince durumun vahametini iyice anlıyorsunuz.
Hayat şartları İsrail tarafından özellikle zorlaştırılıyor ki Müslümanlar Kudüs'ü terk etsin. Biz de sabırla ve imanla kardeşlerimizi desteklemeye devam edelim inşallah... Kısacası Kudüs'le ilgili daha duyarlı olalım ve Kudüs'te, Filistin'de çalışma yapan kuruluşlarımıza yardımda bulunurken çok daha cömert olalım...
Mirasımız Derneği'ne bu duyarlılığından ve fedakârca çalışmalarından dolayı da hassaten teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.
Aldığım Acı Haber ve Kudüs'ten Erken Ayrılışım
Mescid-i Aksa'da cuma namazını kıldıktan bir süre sonra kayınvalidemin Hakk'a yürüdüğünü öğrenmem benim için oldukça sarsıcı oldu. (Birer Fatiha rica ediyorum sizlerden.) Alel acele uçak bilet ayarlayıp gece 00.05 uçağına yetişmek için havaalanına gittim. Bilet ayarlamak ve havaalanına yetişmek biraz sıkıntılı oldu ama ulaştık hamdolsun. Dolayısıyla arkadaşlardan erken ayrılmış oldum ve özellikle çok istediğim Zeytin Dağı'na çıkamadan Türkiye'ye dönüş yaptım.
Bu seyahati organize eden Mirasımız Derneği'ne ve bize sabırla rehberlik eden Halis Mutlu dostumuza çok teşekkür ediyoruz.
Yeni Kudüs seyahatlerinde görüşmek duasıyla!..

Günden güne yitirdiğimiz Mirasımız Kudüs ve Mirasımız Derneği (2)

El-Halil’e gidip iftara otele yetişebilmek için Yafa’daki gezimizi hızlandırdık hatta Tel Aviv tarafındaki tek cami olan Ahmediye Camii’ne gidemeden El-Halil’e hareket etmek zorunda kaldık.
Günden güne yitirdiğimiz Mirasımız Kudüs ve Mirasımız Derneği (2)
Ferhat Ersin/Kudüs
Otobüs'l El-Halil'e doğru yola çıkıyoruz. Ancak normalde Kudüs ziyareti için geldiyseniz El-Halil tarafına geçmek yasak... Bir diğer husus da Batı Şaria'daki Müslümanların Kudüs'e, Mescisd-i Aksa'ya girişinin yasak olması ve özel izinle girebiliyor olmaları... Düşünebiliyor musunuz? Kendi ülkenizde, kendi topraklarınızda, kendi şehrinize, mescidinize girişiniz lanetli bir kavim tarafından engelleniyor. Biz Müslümanların uyanması için daha ne gerekli bilemiyorum ki?
Neyse, El-Halil'e giderken yol üzerindeki İsrail kontrol noktaları ve utanç duvarı dikkatimizi hemen çekiyor.
El-Halil, Kudüs'ten önce Hz. Davut'a da başkentlik yapmış bir şehir...
El-Halil'e girerken İsrail kontrol noktası var ve oradan geçmek zorundasınız. Bir deEl-Halil'in girişindeki şehre hâkim yüksek tepelere yapılmış olan İsrail yerleşim yerleri dikkatimizi çekiyor. Buralara özellikle Doğu Avrupa'da yer alan Yahudileri yerleştirdiklerini öğreniyoruz.
Terör Devleti İsrail, buralara yerleştirdiği Yahudilere dayalı döşeli, önünde arabaları dahi olan lüks evler ve iş garantisi veriyor.  Böylece Filistin topraklarını lanetli kavmi için cazip hâle getiriyor. Bu işgal politikasıyla da Filistin topraklarındaki işgalini her geçen gün genişletiyor ve Filistinlileri topraklarından sürüyor.
Nihayet El-Halil'e ulaşıyoruz. El-Halil'e girince sağda solda Filistin polisini görüyorsun. Bu polisler, FKÖ Lideri Mahmud Abbas'a bağlı... Ancak hiçbir yetkileri yok ve bir Yahudi askeri gelip ellerindeki silahları alıp polisleri gözaltına alabilir.
 
Tarihi binlerce yıl öncesine dayanan El-Halil, tüm Filistin toprakları gibi maalesef ki İsrail ablukasının derinden hissedildiği bir şehir. Şehirde yoğun olarak Müslümanlar yaşıyor ve taş binalar hemen dikkatinizi çekiyor. Buram buram tarih ve maneviyat kokuyor.
Ancak sokaklarına indiğiniz anda çevrenizi çocuklar sarıyor ve ısrarla size bir şeyler satmaya çalışıyorlar. Maalesef ki özellikle buradaki insanlar, bir nevi dilenci konumunda düşürülmüş. Gelir kaynakları sınırlı olduğu için ve yapacak çok da fazla bir şeyleri olmadığı için çaresizler. Tüm Filistin'de olduğu gibi Türkiye'den geldiğinizi öğrendiklerinde size karşı ayrı bir muhabbet ve ilgi gösteriyorlar.
Çocuklar o kadar masum ki... Hele kendinden az küçük kardeşini taşıyan bir kız çocuğu vardı ki bu kadar mı tatlı ve masum olur bir çocuk? Kendisini zor taşıyan çocuk, bir de kardeşini taşıyordu. Tabii bir fotoğraflarını almazsak olmazdı.
Yine bir arabaya doluşmuş ve bize hayran hayran bakan çocuklar da oldukça sevimliydi.
 
Arabadan inince çocuklarla biraz ilgilendikten sonra üç genç geliyor selam veriyor. Türkiye'den geldiğimizi öğrendikten sonra başlıyorlar Türkçe konuşmaya... İstanbul Üsküdar'da kalmışlar bir süre... Gözleri parlıyor bizi görünce... Sanki yıllardır görmedikleri bir yakınlarını görmüşler, o kadar sevinçliler ve bizimle beraber Halilürrahman Camii'ne geliyorlar, anlatıyorlar; bizi bir an bile yalnız bırakmıyorlar.
Birçok yerde olduğu gibi burada TİKA ve yaptığı güzel çalışmalar çıkıyor karşımıza. İnsan guru duyuyor ülkesiyle ve bu kurumla... Hani şu muhalefetin kapatacağım dediği TİKA...
 
El-Halil'e girebilmek için hem caminin yanındaki çarşıdan geçiyoruz. Çarşı diyoruz ama çarşıda pek bir şey yok, fakirliği tezgâhlardan hem anlıyorsunuz ve size Filistin'i çağrıştıran bir şeyler satma gayretinde hepsi... Bileklik, kolye vb.
Caminin dört tarafı işgali İsrail tarafından kapatılmış. Tek giriş ve kontrollü olarak alıyorlar Müslümanları...
 
Neyse ki caminin giriş kapısına varıyoruz, kapılar kapalı, ikindi namazı yaklaşmış ama insanları içeriye almıyorlar. Kapıda Müslümanlar bağırıyor, protesto ediyor. Bizim grup gelince kapıları açıyorlar -turist olarak gördükleri için- geçişimize izin veriyorlar, bu fırsattan yaralanıp yerli halkın bir kısmı da içeriye girebiliyor.
Bu manzara karşısında insanın öfke duymaması, İsrail'e ve onu destekleyen tüm Batı'ya lanet okumaması mümkün değil. Biz Müslümanlar için çok rezil ve zelil bir durum. Ağlamamak için kendimizi zor tutuyoruz.
 
Caminin girişindeki abdesthanede abdestlerimizi tazeliyoruz. Oraları temizleyen kişi hemen yanınıza gelip sizinle muhabbete başlıyor, Türkiye'den geldiğinizi öğrenince ayrı bir ilgi gösteriyor. Doğal olarak sizden biraz para vermenizi bekliyor. Acıyorsun bu insanlara, kahroluyorsun Müslümanların düşürüldüğü bu duruma...
Caminin içine girerken caminin bölünmüş olduğunu görüyorsunuz. Bir tarafı sinagog hâline getirilmiş, bir tarafı ise cami olarak hizmet veriyor.  Camiyi bile işgal edip bir kısmına çökmüş lanetli kavmin temsilcileri...
 
1994'te sabah namazında bir Yahudi, otomatik silahla cemaati tarayarak 29 Müslüman'ı şehid ediyor. İsrail mahkemesi bu katili deli raporu vererek serbest bırakıyor ve camiyi ibadete kapatıyor. Bir yıl kapalı kalan cami açıldığı zaman bir de görülüyor ki İsrail, camiyi ikiye bölmüş ve yarısından fazlasını Sinagog hâline getirmiş. Müslümanlar için oldukça önemli bu cami bir oldubittiye getirilerek işgal ediliyor.
Peki, Halilürrahman Camii'nin önemi nereden geliyor. Hz. İbrahim ve eşi Sare (Hz. İshak’ın annesi), oğlu Hz. İshak ve eşi Rafka (Rebeka), onun oğlu Hz Yakup ve onun oğlu Hz. Yusuf’un kabirlerine ev sahipliği yapan bir mescit olmasından dolayı oldukça önemli bir cami...
 
Üç dindeki (İslam, Musevilik, Hıristiyanlık) metinler ve rivayetler de kabirlerin burada olduğunu doğruladığı için kabirlerin bu peygamberlere ait olduğu kesin gibi...
Halilürrahman Camii'ndeki en dikkat çekici şeylerden biri de Selahaddin Eyyubi'nin koydurmuş olduğu minberidr. Nureddin Zengi, Halep’te Kudüs’ün fethi için iki minber yaptırır (1168), Kudüs’ün fethi kendisine müyesser olduğunda Selahaddin, bunlardan birini Kudüs’te Mescid-i Aksa'daki Kıble Mescidi'ne, diğerini ise El-Halîl’deki Halilürrahman Camii'ne koydurarak Nureddin Zengi'nin hayalini gerçekleştirir. Kıble Mescidi'ndeki minber maalesef ki bir yangında kül olur ve sonra yerine orijinalinin aynısı yapılır. Ancak Halilürrahman Camii'ndeki minber, tüm işgal girişimlerine, saldırılara rağmen hâlâ sapasağlam durmaktadır.
 
Camide iki rekat mescid namazı kılıp bir süre oturuyoruz, fotoğraflar çekiyoruz, özellikle Halis Mutlu'dan camiyle ilgili bilgiler alıyoruz. İkindi namazını kılıp camiden ayrılıyoruz.
Cami avlusunun dışına çıkarken sadece dışarı çıkacak şeklide ayarlanmış kafes şeklindeki kapıdan geçiyorsunuz. Şahit olduğumuz manzara ve Müslümanların içler acısı durumu hepimizi mahzunlaştırıyor.
Kudüs'e Yolculuk, Tekbir Tepesi'nden Mescid-i Aksa'ya Bakış ve Mescid-i Aksa
Kudüs'e hareket ediyoruz... Mescid-i Aksa'yı tam karşıdan gören Tekbir Tepesi'ne geldiğimizde başlıyoruz otobüste tekbir getirmeye... Otobüsümüz Tekbir Tepesi'nde duruyor ve iniyoruz tekbirler eşliğinde otobüsten. Karşımızda müthiş bir manzara... Mescid-i Aksa... Kubbet-üs Sahra... Çok farklı bir duygu kaplıyor içimizi... Biraz fotoğraf, video çekimi yapıp Halis Mutlu'nun verdiği bilgileri dinledikten sonra grup aşka geliyor, ilk ses duyuluyor: Tekbiiirrrr!.. Allahüekber, Allahüekber, Allahüekber!.. Bizdeki coşkuyu gören Filistinli bir grup kadın da aynı şekilde tekbir getirip bizi alkışlıyor. Tam o esnada tek sıra hâlinde elleri birbirinin omzunda ilerleyen ve ayin yapan Yahudi grubunda yüreği yerinden oynamış olmalı ki bir hayli tedirgin olarak uzaklaşıyorlar.
 
Tekbir Tepesi'nin hem alt kısmına düğünlerini vb. yapmak için Yahudiler eğlence mekânı açmış ve bangır bangır müzik çalıyor. Bunu da Müslümanlara rahatsızlık vermek için özellikle yapmışlar. Gerçekten de oldukça da rahatsızlık verici bir durum.
Buradan da hareket edip Mescid-i Aksa'ya 20 dakikalık yürüme mesafesinde olan otele geçiyoruz. Normalde planımız, otele yerleştikten sonra Mescid-i Aksa'ya geçip iftarımızı Mirasımız Derneği'nin vermiş olduğu ümmet iftarında açmaktı ama yetişme şansımız kalmadığı için ilk iftarımızı otelde yapmak zorunda kaldık.
İftardan sonra yatsı ve teravih namazı için Mescid-i Aksa'ya geçtik. Müslümanların genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk akın akın Mescid- Aksa'ya koşması tarifsiz bir mutluluk verdi bize. İnsanlar, Mescid-i Aksa'yı sadece bir mescid olarak görmüyor. Orası bir yaşam merkezi, Müslümanların onuru, şerefi... Mescid alanına girdiğiniz anda her yeri mescide çevirmiş insanlar... Bir tarafta yiyip içenler, bir tarafta seccadesini sermiş namaz kılanlar. O kadar canlı, hareketli ve cıvıl cıvıl bir ortam ki... Mescid-i Aksa sizi hemen etkisi altına alıyor, öyle bir huzurla doluyorsunuz ki anlatılmaz...
Mescid-i Aksa'ya yalnız girdiğim ve nereye gideceğimi tam olarak bilmediğim için önce Kubbet-üs Sahra'ya yöneliyorum ancak her tarafta kadınlar var, erkekler yok. kubbet-üs Sahra'nın yatsı ve teravih namazlarında kadınlara tahsis edildiğini öğreniyorum ve Burak Mescidi'nin olduğu tarafa yöneliyorum çok da bilinçli olmayarak... Akşam namazını kılmam lazım... Bakıyorum herkes, namazlarını bulduğu yerde, beton, toprak demeden kılıyor. Ben de açık hava mescidlerinden birinde Kasımpaşa şadırvanının -İstanbul'daki Kasımpaşa semtine adını veren paşa- hemen yan tarafında namaza duruyorum. Yan tarafta namazını kılmış olanlardan biri hemen seccadesini benim alnımın geleceği yere seriyor. Bu incelik hoşuna gidiyor, memnun oluyorsun. Namaz bitince hemen bir mırra ikram ediyor bir başkası...
O kadar huzur verici bir ortam ki... Türkiye'den geldiğini anlayınca hemen konuşmak istiyorlar; Türkiye'ye, Türklere ve özellikle de Recep Tayyip Erdoğan'a sürekli dua ediyorlar.
Bu manzarayı gördükçe sorumluluğumuzun ne kadar büyük olduğunu anlıyoruz. İslam Âlemi'nin bize, Türkiye'ye, özellikle de Recep Tayyip Erdoğan'a çok ihtiyacı var.
Yarın Kudüs gezisi, Mescid-i Aksa ve Mirasımız Derneği'inin faaliyetleriyle devam edelim inşallah...