27 Aralık 2015 Pazar

ODTÜ/HDP/CHP

ODTÜ diye bir üniversite var malum... En son yaşanan olayı izlemişsinizdir basından: Elleri sopalı saldırganlar namaz kılmak için mescide gelen öğrencilere saldırıyor. Bu nasıl aşağılık bir zihniyettir, bu nasıl bir öfkedir? Kendileri dışındaki hiçbir görüşe, inanışa, yaşam tarzına hayat hakkı tanımayan bu güruhun dilinden ise özgürlük teraneleri hiç eksik olmuyor. Bu üniversiteye insani özelliklerini kaybetme, insanlıktan uzaklaşma potansiyeli yüksek öğrenciler özellikle seçilip alınıyor olmalı... Yoksa bu kadar kendini bilmezin aynı çatı altına tesadüfen gelmesi zor bir ihtimal... Değil üniversite bitirmekle, allame-i cihan olsalar bunlardan vatana, millete, insanlığa fayda gelmez. Fuzuli ne güzel söylemiş: “Mey biter saki kalır, her renk solar haki kalır / Diploma insanın cehlini alsa da hamurunda varsa eşeklik baki kalır.’’

Mescit inşaatını durduran, mescit baskını sırasında saldırganların saldırı anlarını kaydedenlere, “Görüntüleri silerseniz grup dağılacak” diyen, Çevik Kuvvet’in içeri alınmasına izin vermeyip gerekli tedbirleri almayarak öğrencilerin darp edilmesine göz yuman ODTÜ Rektörü Ahmet Acar’a ne demeli... Bu rektör, orada bostan korkuluğu mudur? Duruşuyla, uygulamalarıyla bu kendini bilmez, saldırgan gruba cesaret veren, âdeta onları teşvik edip bu kadar “ODTÜ”REN bu rektör hâlâ görevinin başındaysa YÖK ne yapar? Abdurrahim Karakoç ne güzel söylemiş: “İnanmışa zulmü ne ki zalimin/ Manayı reddeden sözde alimin/ Bir ilmine bir de fenine tükür.”

*

Demirtaş, Rusya’ya gidip Lavrov nezdinde Putin’e bağlılığını bildirip döndü. HDP hem içeriden hem dışarıdan ülkemizi hançerlemeye devam ediyor. PKK cenazelerinde onlar, sokak çağrıları yapan onlar, onlarca masum insanın ölmesine sebep olan onlar; mağdur ve mazlum ayaklarına yatan yine onlar... Artık HDP bir parti değil, oradakiler de siyasetçi değil... Bu konuda adalet mekanizması ve meclis hareket geçmeli, bu terör destekçilerinin milletvekilliği sona erdirilip daha fazla masum insanın ölmesine sebep olmadan gereği yapılmalı... Teröre destek veren, onlarla hareket edenlerin de birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi vatandaşlıktan çıkarılıp hem ülkenin ekmeğini yiyip hem de yemek yedikleri kaba tükürmelerinin önüne geçilmeli... Mehmet Akif Ersoy, “Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam/ Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam” demişti değil mi?

Gelelim CHP’ye: Bu CHP, bir kez de kriz dönemlerinde “amasız” bir şekilde devletinin yanında olmayacak mı? PKK’ye “arkadaş”, DHKPC’ye “gardaş”, Rus’a “yoldaş” diyen CHP’ye soruyorum ne zaman Türk halkı ve devletiyle “gönüldaş” olacaksınız? Rus medyasına, “Türkiye DAEŞ’e silah verdi” diyen, “Türkiye İran’la savaşa girerse İran’ın yanında yer alırım” diyen vekil ne de güzel yakışıyor partinize... CHP’de vatan ve Rusya söz konusu olunca Rusya tarafını tutmak genetik mi bilmem ama “Doktor bizden olmalı, ilaç bizden olmalı/ Başımıza giyecek her tac bizden olmalı” diyen Abdurrahim Karakoç’a bakarsak ne doktor ne ilaç ne de başımıza tac olur bu CHP’den...

24 Aralık 2015 Perşembe

Allah’ın Lanetlediği Kavimden Müslüman'a Dost Olmaz

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Ömer Çelik, Mavi Marmara olayından sonra bitme noktasına gelen İsrail-Türkiye ilişkileri ile ilgili “Kesin bir anlaşma yok. Henüz imza atılmış bir şey söz konusu değil. Bir taslak üzerinde çalışılıyor. Kuşkusuz İsrail Devleti ve İsrail halkı Türkiye’nin dostudur. Türkiye üç şart ileri sürmüştür ilişkilerin normalleşmesi için. Bizim gözlemleyeceğimiz unsur, bu üç şartın yerine gelip gelmeyeceğidir” açıklamasını yaptı.

Bu açıklamadaki “Kuşkusuz İsrail Devleti ve İsrail halkı, Türkiye’nin dostudur” ifadesini duyunca insan kulaklarına inanamıyor. Abdullah Gül’ün zihinlere kazınan ifadesiyle söylersek: İnsan gerçekten hayret ediyor. “İsrail Devleti ve İsrail halkı, Türkiye’nin dostudur” hem de “kuşkusuz” öyle mi?

Bu ifadeyi kullanan kişi, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve parti sözcüsü, AK Parti’nin kuruluşundan beri partinin içinde olan ve partide önemli bir ağırlığı olan Ömer Çelik... Böyle düşününce insan bir kez daha hayret ediyor doğrusu!..
İsrail Devleti’ni bırakın, İsrail halkı nasıl Türkiye’nin dostu olur? Bu gaf/let nasıl tevil edilebilir? Bu ülkenin bugüne kadar olan duruşunu, AK Parti’nin eylem ve söylemlerini, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın İslam dünyasına umut veren liderlik vasfını inkâr etmek değilse, nedir bu vahim cümle?

Eğer İsrail Devleti ve halkı, Türkiye’nin dostu ise biz o kadar sıkıntıyı niye yaşadık, yaşıyoruz? İsrail, bizim dostumuzsa biz Filistin’in, Gazze’nin neyi oluyoruz? Mescid-i Aksa bizim için ne anlama geliyor, Kudüs bizim için ne ifade ediyor? Cumhurbaşkanımız, Davos’ta Şimon Peres’in şahsında İsrail’e ve tüm dünyaya neden “VAN MİNİT” çekmişti ki o zaman?

Bize sakın bu söylemin “reel politik” bir söylem olduğunu söylemeyin! Bu millet, “reel politik” söylemlerin dışında “hayal politik” söylemler ortaya koyup ezber bozduğu için, duygularımıza tercüman olduğu için AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden gidiyor yıllardır.

Biz İsrail Devleti’ni ve halkını “dost” olarak nitelersek, Sabra ve Şatilla’da katledilen binlerce Filistinlinin yüzüne nasıl bakarız ahirette? Şeyh Ahmet Yasin’e, Rantisi’ye ve binlerce şehide nasıl sahip çıkarız? 2006 yılında Lübnan’da 27 kişinin öldüğü Kana saldırısında boynundaki mavi emzikle katledilen 10 aylık bir bebek olan Filistinli Abbas’ın hâlâ o görüntüsü gözlerimizin önündeyken nasıl “dost” deriz İsrail’e? İsrail askerlerinin kurşunlarıyla babasının kucağında can veren Muhammed’in o hâli gözlerimizde, babasının çığlıkları hâlâ kulaklarımızdayken İsrail’e dost demeyi nasıl kabulleniriz? Kana susamış İsrail siyasetçileri ve askerleri hâlâ her gün Filistinlilere, Gazzelilere kan kustururken, onları inim inim inletirken Allah’ın lanetlemiş olduğu bu kavmin sözde de olsa “dost” olarak nitelenmesini hoş karşılamamızı beklemesin hiç kimse bizden!... Arkasına sığınılacak hiçbir reel politik söylem, hiçbir çıkar hesabı, hiçbir denge politikası da mazur gösteremez bize bu söylemi!..
Zira çok öfkeliyiz İsrail’e de onu dost edinenlere de!..

21 Aralık 2015 Pazartesi

Hız ve Haz Peşinde Heder Olan İnsanlığımız

Teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesiyle birlikte insanlar da hayatı çok hızlı yaşamaya başladı, her şeyden çabuk sıkılır oldu. Uzun süreli şeylere karşı tahammül kalmadı. Her şeyden zevk almayı ister oldu; kendilerine haz vermeyen hiçbir şeye değer vermiyorlar. Hiçbir şey kaçmasın, haz alınmadık bir şey kalmasın, her şeyin tadına bakalım düşüncesiyle de hayatı müthiş hızlı yaşıyorlar. O kadar hızlı yaşıyorlar ki çevrelerindeki güzellikleri fark etmelerine imkân kalmıyor; hayatı, güzellikleri ıskalıyorlar. Gözleri hep uzaklarda olduğu için yakınlarındaki güzellikleri fark edemiyorlar. Gözleri hep daha fazlasında olduğu için azla yetinmek nedir bilmiyorlar, daha fazla olursa daha mutlu olacakları yanılgısı ile hareket ediyorlar... Kemal Sayar, “Yavaşla” kitabında “Görmenin yerini bakmak hatta bakmanın yerini göz atmak aldı. Şeyler, artık iki göz atış arasındaki süre boyunca ilgimizi çekebiliyor” diyor.
Bir zamanlar Afrika’da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar; beraberlerindeki eşya ve yükleri, yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkarlar. Kafile zor tabiat koşullarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa devam ederken yerliler birden durur. Taşıdıkları yükleri yere indirir ve hiç konuşmadan beklemeye başlarlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen Batılı arkeologlar, bu duruma bir anlam veremez; zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak yerlilerin neden durduklarını öğrenmek isterler. Fakat yerliler, büyük bir suskunluk içinde sadece beklerler. Rehber, “Neden durdunuz, niçin bekliyoruz?” diye tekrar sorduğunda yerliler yanıt verir: “Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor.”
Kanaatkâr, cömert, fedakâr, diğergam, vefalı, hoşgörülü, iyi niyetli insanlar dünyadan bir bir göçünce günümüz insanı da ruhunu geride bırakıp sadece heva ve hevesinin peşinde koştuğu için kanaatkârlık, cömertlik, fedakârlık, diğergamlık, vefa, hoşgörü, iyi niyet de hayatımızdan bir bir çekildi. Bunların yerini açgözlülük, cimrilik, bencillik, ihanet, tahammülsüzlük ve art niyet aldı. Ortaya ruhsuz insanlar(!) yığını çıktı. Olumlu özellikleri üzerinde taşıyan, kendinden çok başkasını düşünen ya da en azından sadece kendini düşünmeyip başkalarını da düşünen insanlara ise “enayi” gözüyle bakılır oldu genellikle.
Kimse, bir başkasına karşılıksız bir yardımda bulunmuyor; biri size karşılıksız bir iyilikte bulunsa altında mutlaka başka bir şey arıyorsunuz. İyilik yapana da ilk başta pek iyi gözle bakmıyorsunuz, acaba altından ne çıkacak endişesini yaşıyorsunuz.
Bütün bunların sebebinin gereğinden çok hızlı bir yaşam sürmemizden, her şeyden haz almak düşüncesinde olmamızdan, yalnızca kendimiz için bencilce yaşamamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Artık hızlı yaşamanın yaşamak olmadığının farkına varmalı, hız ve haz peşinde koşmayıp yavaşlamalıyız.
O zaman ne diyoruz? Yavaşla, ruhunu geride bırakmadan yaşamaya başla...

18 Aralık 2015 Cuma

En iyi erkek, ölü erkektir (2)

Özellikle son yıllarda erkeğe dair, erkekle özdeşleşmiş ne varsa kötü olarak lanse ediliyor. Erkeklerin yaptığı hatalar, erkekle özdeşleşen özellikleri üzerinde taşımasından kaynaklanan hatalar olarak sunuluyor. Bir erkek, karısını mı dövdü, bir kişinin yaptığı yanlış bir davranıştan dolayı tüm erkekler tefe konulup çalınıyor. Bir erkek, bir kadını mı öldürdü, tüm erkekler, potansiyel katil ilan ediliyor. Mesele erkek olunca suçun şahsiliği kimsenin umurunda olmuyor.
Geçen günlerde basına şu haber yansıdı: “İstanbul Sultangazi’deki Kent Ormanları’nda işlenen cinayetle ilgili korkunç ayrıntılar ortaya çıktı. Beş çocuğunun babası Behçet G’yi öldürmeleri için kiralık katil tuttuğu öne sürülen İ.G, katil zanlısı Sezgin Ç. ve eşi İlknur Ç. dün tutuklandı.”
Kocasını öldürtmek için katil kiralayan bir kadın ve adamı kocasıyla tuzağa düşürüp öldüren bir başka kadın... Ölen erkek, öldüren ve öldürten kadın... Bu olaydan sonra kimse sokaklara dökülüp tüm kadınları lanetlemedi. Olması gereken de zaten bu değil mi? Çünkü suçu işleyen bir insan... Onun kadın ya da erkek olması, suçun niteliğini değiştirmez.
Kemal Sayar, bir kitabında, “Günümüzde erkeklikle özdeşleştirilen kimi temel nitelikler, ağır bir biçimde eleştiriliyor. Güç ve savaşkanlığın, pek çok rahatsızlığın kökeninde yattığı ve erkekliğin bu ‘arkakik’ görünümlerinden uzaklaşması gerektiği dile getiriliyor. Bu görüş bize eşduyum, bağlılık, duyguları hissedebilme gibi dişil hasletlerin artık erkek kişiliğine katılması gerektiğini anlatıyor” diyor. Yine devamında şöyle diyor: “Erkeğin serencamı, babanın kafa karışıklığına dönüşüyor. Otoriter mi olsun, arada bir gürlesin iktidarını mı göstersin; yoksa her sorunu konuşarak uzlaşıyla mı çözsün?”
Günümüzde kadınlaşarak daha ideal bir erkek olunacağı yönünde yanlış, sapkın bir algı oluşturulmuş durumda; ancak kadınsı özellikleri ağır basan erkeklerle bir arada olan kadınların ise, o erkeklere ne saygısı ne de sevgisi kalıyor bir süre sonra. Çünkü aklı başında olan bir kadın, erkek gibi erkek görmek istiyor yanında... Gerektiğinde risk alabilen, otoriter olabilen, koruyup kollayabilen... İkinci bir kadına tahammül edemiyor uzun süre... Çünkü zaten bu fıtrata aykırı...
Erkeğin fıtratında olan özellikleri törpüleyip kadınlaştırarak, kadını fıtratından uzaklaştırıp erkekleştirerek kadını özgürleştireceğini, erkekle eşitleyeceğini vaat eden feminist zihniyet; görünürde erkeğe ama aslında insanlığa kastediyor... Ancak bunların derdi kadının özgürlüğü veya eşitliği değil aslında. “Kadını kafes arasından çıkarmak isteyenler, kadını sokakta kafeslemek isteyenlerdir” dememiş miydi Osman Yüksel Serdengeçti? “Onlar kadına özgürlüğü değil, kadına ulaşmanın özgürlüğünü istiyorlar” demişti Mısırlı bir âlim de... TV’lerde, reklamlarda, olur olmaz yerlerde ideal kadın figürlerinin nasıl gösterildiğine bakınca da zaten kadının özgürlüğü deyip erkeğe saldıranların niyeti aleni bir şekilde ortaya çıkıyor. Kadını sadece bedenine göre değerlendiren bir zihniyetten ne beklenir ki zaten.
Şu saçma erkek düşmanı eylem ve söylemler son bulsun. Eşitliğin, kadın ve erkek için kendi fıtratları dairesinde insan olma noktasında olduğu unutulmasın... Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız da bu konuda daha isabetli çalışmalara imza atsın artık...

En İyi Erkek Ölü Erkektir (1)

Dünyada ve ülkemizde kadın üzerinden yürütülen müthiş bir algı operasyonu var. Kadınlar, erkeklere karşı sürekli kışkırtılmakta, düşman olarak gösterilerek hedef tahtasına oturtulmakta, sürekli suçlanarak suçluluk psikolojisi altında inim inim inletilmektedir.
Bu hastalıklı zihin yapısına sahip olanlara göre melek kadınlar, şeytanlaşmış canavar erkekler tarafından hep ezilmektedir. Erkekler, kadınların en büyük düşmanıdır, en iyi erkek ölü erkektir. Kadınlar, kendinizi erkek denen bu canavarlardan koruyun.
Erkeklere ihtiyaç duyuyorsanız sadece gönül eğlendirin onlarla... Sakın bir erkekle evlenip kendinizi ezdirmeyin, velev ki evlendiniz, sakın çocuk yapmayın, diyelim ki çocuk yaptınız, sakın o çocuğa siz bakmayın. Kocanız olacak canavar baksın o çocuğa, bakamıyorsa bakıcı tutsun, olmadı kreşe versin.

Erkeklere sakın güvenmeyin; onlar haindir, canavardır, şeytanın önde gidenidir. Onları sakın eş, dost, arkadaş bellemeyin; onların düşman olduğunu unutmayın. Her zaman tetikte olun onlara karşı.

Erkek denen şeytanlaşmış o canavarlar, tarih boyunca hep ezmiştir melek gibi o zavallı kadınları. Artık ne melek olun ne de zavallı... Karşı atağa geçin, şeytanlaşabildiğiniz kadar şeytanlaşarak dişlerini sökün, dünyayı dar edin o canavarlara...
Bundan sonra erkek denen o yaratıkların tek gayesi, siz kadınları mutlu etmek olmalı... Dünya siz kadınların etrafında dönüyor, erkekler de pervane olup sizin etrafınızda dönmeli...

Evliyseniz erkeği evin direği olarak değil, eşeği olarak görün. Evin ihtiyaçlarını karşılasın, kirayı ve faturaları ödesin. Sizin süsünüze püsünüze yetişmek, harcamalarınızı karşılamak, size lüks bir hayat sürdürmek için çalışsın, çalışsın, daha çok çalışsın... Kazansın, kazansın, daha çok kazansın. Erkek denen yaratık, parası kadar adamdır; parası pulu yoksa hakir görülmeye layıktır, sakın adam yerine koymayın. Güler yüz, tatlı söz bekler; sakın sizi alçaltacak böyle davranışlarda bulunmayın. Geçmiştir Bor’un pazarı, şimdi devir değişti; nineniz, anneniz gibi davranmayın.

Kızlarınıza da erkeklerin nasıl bir canavar olduğunu çok iyi anlatın, düşmanını iyi bellesin. Evlilik müessesinden, aileden, erkekten öyle bir soğutun ki aklının ucundan evlilik diye saçma bir düşünce geçmesin. Erkeksiz bir dünyanın faziletlerini anlatın kızlarınıza, erkeklerin kadınlara dünyayı nasıl zindan ettiğini anlatın, anlatın ki bir daha erkeklere karşı en küçük bir iyi niyet taşıyamasın, tiksinsin erkekten.

Şu anda feminist dünya görüşünün hâkim olduğu dünyada manzara böyle. Öyle bir hava estirildi ki son yıllarda erkekler de artık kabullendi büyük oranda kendilerinin kötü olduğunu... Almanların Yahudiler karşısında duyduğu suçluluk psikolojisini duyuyorlar kadınlara karşı. Ezildikçe eziliyorlar, kadınların her isteğini fazlasıyla yapacak şekilde emre amade bekliyorlar suçluluk psikolojisiyle.

Ülkemize birçok alanda çağ atlatan Ak Parti hükûmetlerinin en başarısız bulduğum bakanlığı da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıdır. Kadına şiddet konusunda, «Kocanızı şikâyet edin.» şeklinde özetlenebilecek bir çözüm önerisi sunan bakanlık... Ak Parti kadın politikası konusunda feminist dünyanın rüzgârına çok fazla kapıldı bence ve yerli olmayan çözüm önerileriyle işi iyice içinden çıkılmaz hâle soktu. İnşallah yeni dönemde inancımıza, gelenek ve göreneklerimize daha uygun çözüm önerileri getirirler. Kadın merkezli değil, insan merkezli bakarlar sorunlara...

Bu mesele zor ve çetrefilli, bir yazıyı daha kaldırır. Bir sonraki yazımızı da bu konuya ayıralım...

11 Aralık 2015 Cuma

Siyasetin Fenerbahçe’si ve Futbolun CHP’si

Bir futbol takımı olan Fenerbahçe'yi ve bir siyasi parti olan CHP'yi birbirlerine o kadar çok benzetmişimdir ki… Bana göre CHP, siyasetin Fenerbahçe’si; Fenerbahçe de futbolun CHP’sidir.

CHP ve CHP'liler; ülke gerçeklerinden, ülke insanının değerlerinden, ülkenin toplum dinamiklerinden o kadar uzaklar ki… Her işlerinde çifte standart var. Başkaları yapınca kıyameti kopardıkları şeyleri, kendileri için hep hak görüyorlar. Kendileri için sınırsız özgürlük isterken hep başkalarının özgürlüklerini kısıtlamışlardır.

Başörtüsü ve dinî değerler üzerinden yıllarca Müslümanlara zulmettiler ama hep de halktan ve Hak’tan yanaymış gibi göstermeye çalıştılar kendilerini. Herkesi kendileri gibi vicdan ve insani değerlerden yoksun sandıkları için kendi korkularından yıllarca başörtülülerin üniversitelerde ve iş hayatında yer almasına karşı çıktılar. Sebep, başı açıklar üzerinde baskı oluşurmuş. Böyle aptalca bir mantık olur mu? Olmayan bir şeyden dolayı başlarına gelebileceğini düşündükleri zulmü başkalarına yıllarca reva gördüler. CHP’nin ve CHP’lilerin hak, adalet ve özgürlük anlayışı bu kadar işte!..

Taksim’de yeri değiştirilen üç beş ağaç için ülkeyi kaosa sürüklediler, ekonomiye milyarlarca dolar zarar verdiler; kendilerine ait belediyeler ya da beyaz Türkler, eften püften sebeplerle ağaç katliamları yaptı, gıkları çıkmadı.

Hiçbir zaman ülke menfaati, kendi parti menfaatlerinin önüne geçmemiştir. Rusya'yla yaşanan son krizde bile "amasız" bir şekilde hükûmetin ve devletin yanında yer al/a/mamışlardır.

Şu bir gerçek ki, CHP’yi ve CHP’lileri kendilerinden başka seven yok. Çünkü her kesime bir şekilde zararları dokunmuştur. Her kesimin onlarla ilgili olumsuz bir anısı vardır. Azınlıktırlar ama sesleri hep gür çıkar.

Bir futbol kulübü olarak Fenerbahçe’ye bakıyoruz; diğer takımlardan, diğer takımlarıntaraftarlarından, takımsız futbolseverlerden o kadar farklılar ki… CHP, güttüğü siyaset tarzıyla ülkeyi, ülke insanını nasıl geriyorsa Fenerbahçe de başkanıyla, futbolcusuyla, fanatikleriyle ülke futbolunu, futbolseverleri sürekli geriyor. Sporu spor olmaktan çıkarıyor.

Hakem hataları sürekli kendi lehlerine olur ama yanlışlıkla bir kez aleyhlerine karar verilir, yer yerinden oynar. (Bakınız son Gaziantep maçı...) Başkanları mahalle kabadayısı gibi davranır, önüne geleni tehdit eder, kimse hesap soramaz. Futbolcuları sahada her çirkefliği yapar ama hakemler sahadan atamaz. Millî Takım kampında kalecileri Volkan’a birkaç kişi küfür eder, Volkan sahayı terk eder, millî maça çıkmaz. Kimse ‘’Volkan, ektiklerini biçiyor.’’ demez, diyemez. Hâlbuki Volkan, kendisine orada edilen küfürlerin kaç mislini sahadaki rakip futbolculara etmiştir.

Ama dedik ya futbolun CHP’si… CHP, kanlı geçmişine, yasakçı zihniyetine rağmen nasıl hep sütten çıkmış ak kaşık oluyorsa, kendini özgürlüklerin yılmaz bekçisi diye gösteriyorsa Fenerbahçe de tüm yaptıklarına rağmen mazlumdur, mağdurdur.

Ne diyelim ki… Rabbim, ya Hak tarafına geçtiğiniz ya da ilelebet Hakk’a boyun eğdiğiniz günleri görmeyi bu ülkeye nasip etsin.

4 Aralık 2015 Cuma

Durun Kalabalıklar, Bu Cadde Çıkmaz Sokak!

(…)
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
(…)
Üstad Necip Fazıl Kısakürek, “Destan’’ şiirine böyle başlıyor. Ülkemizde 17-25 Aralık sürecinden beri yaşananları gördükçe insanın kendini sokaklara, kalabalık caddelere atıp böyle haykırası geliyor. Yaşanan manzara, ülkemiz ve Müslümanlar için hiç de iyi bir manzara ifade etmiyor. At izi, it izine karışmış vaziyette. Televizyonlar bir taraftan, İnternet haber siteleri bir taraftan, Facebook, Twitter vb. sanal âlem bir taraftan müthiş bir algı bombardımanına tutuluyoruz. Yaşanan olaylar hakkında herkesin söyleyecek bir sözü var ama aslına bakarsanız hiç kimsenin net bir fikri yok. Değerlerimiz alt üst olmuş durumda. İnsanların birbirine bakışı değişti. Birbirimize artık daha az güveniyoruz; hatta güvenmiyoruz. Dünyayı algılama şeklimiz, ölçülerimiz değişti. Bir insan için alnı secde görmesi, olumlu kanaat ifade etmek için yeterli iken şimdi bu, tek başına pek bir anlam ifade etmiyor. Müslüman olan, Allah’tan korktuğunu düşündüğümüz bir insanın hakkaniyete uygun hareket edeceğini, adaletten sapmayacağını; yapabileceği kötülüğün de bir sınırı olacağını düşünürken durumun hiç de bizim düşündüğümüz gibi olmadığını görmüş olmanın hayal kırıklığını yaşıyoruz. Hepimiz de bir aldatılmışlık, aldanılmışlık hissi…

Bu kadar kötü bir manzara karşısında biz Müslümanlar için iyiye, hayra yorumlanacak hiç mi bir şey yok diye sorarsak bu da bizim bakış açımıza göre değişiyor. Eğer ki çok karamsar değilseniz bu ortamda bile hayra yoracak o kadar çok şey var ki… Mükemmel olan İslam’a inanmış kem (noksan, eksik) Müslümanlar olduğumuzun farkına varmak, belki de en başta gelen hayırlı sonucu bu sürecin… Müslüman’ın çok saf olmaması, olayları daha geniş pencereden yorumlaması gerektiğini görmüş olmamız, bir başka hayırlı sonucu bu sürecin… Çıkarlar söz konusu olduğunda İslamiyet’in, insaniyetin kurallarının, gereklerinin nasıl da eğilip büküldüğünü; elif gibi dimdik durmanın ise hakiki bir iman, koşulsuz bir samimiyet gerektirdiğini idrak etmiş olmamız önemli bir başka hayırlı sonucu bu sürecin…

Bu kısa süreçte yaşamış olduklarımız, yaşayacak olduklarımızın kaçta kaçına tekâbül ediyor bunu da şimdiden kestirmek çok ama çok zor. Ancak şunu öngörebiliyoruz ki ülkemizde taşlar yerinden oturana kadar ve dünya siyasetinde hak ettiğimiz değere ulaşana kadar bu köprünün altından daha çok sular akacak. Bu sürecin ülkemiz ve Müslümanlar lehine en az hasarla atlatılması için dua etmek ise -maalesef ki hasarsız diyemiyoruz- hepimize düşen önemli bir görev… Biz Müslümanlar, birbirimiz için dua edelim, ama bu sadece dua olsun… Umudumuzu hep taze tutmak, Müslümanca duruşumuzdan taviz vermeden bir hayat sürmek, insanlığa ve Müslümanlara hayırlı hizmetlerde bulunmak duasıyla... Allah’a emanet olun…

2 Aralık 2015 Çarşamba

Cumhuriyetçi Hareket Partisi ya da Milliyetçi Halk Partisi

Son yıllarda siyaset sahnesinde bir kimlik karmaşası yaşanıyor. Olmaz denilen birçok şey oluyor. Bu zamana kadar doğru bildiğimiz birçok şey değişiyor. Bir araya gelmesi imkânsız dediğimiz birçok kimse, bir araya geliyor. Aynı çatı altında siyaset yapamaz dediğimiz birçok kişi, aynı partide siyaset yapıyor. Siyasi partilerin takipçileri, partilerini savunduğu fikrin kalesi görenlerde ise bir şaşkınlık, ne yapacağını bilememe hâli; biraz da aldatılmışlık hissi göze çarpıyor.

Kimlik kargaşanın en fazla yaşandığı partilerin başında da MHP ve CHP geliyor. Birbiriyle taban tabana zıt görüşleri savunan hatta varlıklarını neredeyse diğerinin fikirlerini toplum nezdinde itibarsızlaştırma ve yok etme gayesi üzerine kurmuş olan bu iki parti, son yıllarda birbirine o kadar benzedi ki isimleri dışında farkları kalmadı denebilir.

Son yıllarda partisiyle özdeşleşmiş kişilerin karşıtı olarak bildiğimiz diğer partide politika yapması ve seçim yarışlarına girmesi, ortak cumhurbaşkanı adayı çıkar/ttırıl/ması, babası CHP milletvekili olan birinin MHP'de MKYK'da olması, bir ilin MHP'li eski belediye başkanının CHP'den milletvekili adayı gösterilmesi vb. bunun açık göstergesi…

Bu iki partinin parti politikalarındaki benzeşmenin artması, daha önce ilan edilen kırmızı çizgilerin unut/tur/ulması sonucunda siyasetçiler için de karşı partide siyaset yapmak, büyük oranda sorun olmaktan çıkmıştır.

Sosyal demokrat olduğunu iddia eden ama siyaset sahnesinde bunun yansımasını hemen hemen hiç göremediğimiz CHP, ulusalcı kimliğiyle ve ulusalcı söylemleriyle MHP’nin milliyetçi söylemlerine o kadar benzemiştir ki… Aynı şekilde MHP, son yıllarda ‘’muhafazakâr’’ söylemi büyük oranda terk edip kuru milliyetçilik söylemlerine yoğunlaşarak CHP’nin ulusalcı söylemiyle aynileşmiştir. Durum böyle olunca da insan zaman zaman ‘’Neden iki ayrı parti olarak yolunuza devam ediyorsunuz?’’ diye sormadan edemiyor.

MHP’nin geçmişten günümüze gelen anti sol ve milliyetçi söylemleri yanında İslami söylemleri de MHP’ye bir kimlik kazandırmıştır. Türk-İslam ülküsü, tabanı motive eden ve uzun yıllar bir arada tutan söylemdir.‘’İslam Miraç’tır / Ülkü sancaktır / Mukaddes yoldan / Dönen alçaktır.’’ vb. söylemler, eskiden MHP’nin ve MHP’lilerin değişmez söylemlerindendi. Şimdilerde ise ulusalcılıkla pek de farkı kalmayan kuru bir milliyetçilik var dillerde.

CHP’nin ideolojisi, değerleri, dünya algısı ve tabanı ile MHP’nin tabanı arasında normal şartlarda çok büyük bir uçurum vardır. İki grubun bir araya gelmesi neredeyse imkânsızdır. Ama son yıllarda oluşturulan suni gündemlerle ve toplum mühendisleriyle bu imkânsızı mümkün hâle getirdiler. MHP’liler, milliyetçilik anlayışları farklı olsa da millî duruşları, ortak değerleri, hayatı ve dünyayı algılama şekilleri büyük benzerlikler gösteren Ak Parti ile ortak siyaset yapmaktansa farklı dünyaların partisi olan CHP ile kol kola siyaset yapar oldu. Seçmenlerden bunu içine sindiremeyen ve partiden uzaklaşan önemli bir kitle -özellikle de bu davanın çilesini çekmiş hakiki ülkücüler- olmakla birlikte büyük bir kitle de en azından uzun süre bu duruma ses çıkarmadı. Ama son seçimde MHP'li seçmen artık CHP ile bu aynileşmeye bir dur dedi.

‘’Anti Ak Parti’’ ve ‘’Anti Recep Tayyip Erdoğan’’ söylemi, bir araya gelmesi mümkün olmayan kitleleri bir araya getirmiş, toplum mühendisliği, bir süre kısmen de olsa başarılı olmuştu. Ama görünen o ki işin doğası gereği bu işbirliği pek uzun soluklu ol/a/madı. Çünkü MHP’nin tabanı, belli bir noktadan sonra bu birliktelikten rahatsız oldu ve tepkisini ortaya koydu. Değerler, inançlar, söylemler ve eylemler olarak kendine çok uzak olan CHP'ye değil de kendisiyle arasında öyle çok büyük farklar olmayan Ak Parti'ye yöneldi.

Toplum mühendisleri tarafından planlanan ve uygulamaya geçirilmeye çalışılan bu proje, uzun süre yürütülemedi. Bu süreç sonunda nur topu gibi bir bebek bekleyenler yanıldı. Çünkü kan uyuşmazlığı vardı ve düşük kaçınılmazdı.

Peki bundan sonra ne olacak? Ya bu iki parti, zorunlu bu nikâh akdine son verip aslına rücu edecek ve küçük dünyalarında mutlu yaşayacaklar ya da kan uyuşmazlığına rağmen nur topu gibi bir bebek beklentisiyle ömürlerini nihayete erdirecekler...

Düşen Bir Rus Uçağı, Maskesi Düşen Binlerce Rus Uşağı

Bütün uyarılara rağmen hava sahamızı ihlal etmeye devam eden bir Rus uçağı, uçaklarımız tarafından düşürülüyor. Üstelik bu ihlal, ilk defa gerçekleşen bir ihlal de değil... Sonrasında ise sizin de bildiğiniz gibi ortalık toz duman... Her tarafta feryat figan... Ülkemize düşman, Rus'a hayran olanlara bakılırsa bundan sonra hâlimiz pek yaman... Bizi kimse kurtaramaz gayrı vay aman vay...

Yaşanan kriz ortamlarında normal bir ülkenin, normal vatandaşlarından -siyasi görüşü ne olursa olsun, hükûmette kim olduğuna bakmaksızın- beklenen nedir? Kendi ülkesini desteklemesi, tüm vatandaşların yek vücut olması; kendi ülkesine muhabbet, düşmanına kinle dolması... Bizde durum nasıl? Kendini muhalif sayan, bazı kesimler adına söz söyleyen pek çok kişi; zaman kaybetmeden ülkesinin karşısında, Rusya'nın yanında saf tuttu. Eğer ki bu insanlar, Allah korusun, bir gün yönetimde söz sahibi olursa bu ülke de, bu millet de hapı yuttu.

Eskiden yobaz(!) şimdi çağdaş, eskiden sakıncalı(!) şimdi pek şanlı, eskiden yerli bir televizyonda haber sunan şimdi bir barona kul olan gazeteci; "Uçak 17 sn. hava sahamızı ihlal etse ne olur?" diyerek tarafını belli ediyor. Bizim hava kuvvetlerimiz Rusya'nın havasını bozmuşken bu gazeteci de bizim havamızı bozuyor.

Millî(!) sporcu Nasuh Mahruki, sosyal medya hesabından "Putin'den ricam, bunun bedelini Türk insanına değil, AKP'ye ödetsin!" şeklinde bir paylaşımda bulunarak ne kadar millî(!) olduğunu ortaya koydu. Yani içimizdeki bu Rus'a göre bizim devletimiz ve yöneticilerimiz şamar oğlanı, Putin ise istediği zaman bizi tokatlayabilecek bir kahraman... Senin gibi köle zihniyetli, aşağılık kompleksine sahip Russeverler; bizim millî değil, yabani sporcularımız olur ancak...

Bir de sosyal medyada dolaşan "Putin Bodrum'a, sahillere, Boğazlara dokunma; Erzurum'u, Adıyaman'ı, Yozgat'ı bombala..." ya da "Putin bu defa Kars ve Ardahan'ı değil, İstanbul'dan başlayarak tüm Anadolu'yu alır." vb. mesajlar, "Putin gazımızı kesecek." gibi sevinç naraları var ki insanın hafsalası almıyor. Bizim içimizde bu kadar hain hangi arada türedi? Putin ve Rusya, bize bir şey yapamaz; ülkemize gelemez ama biz bu hainlere bir iyilik yapıp hepsini çok sevdikleri Putin'in Rusya'sına yollayalım...

Devlet bahçeli dışında muhalefetten ise hükûmeti ve devleti destekleyen şöyle kallavi bir mesaj gelmedi, zaten beklemiyorduk da... Hatta Rusya'da,artık muhatap olarak Kılçdaroğlu'nun alınması teklif edilmiş. Eee, Boraltan Köprüsü faciasını yaşatan CHP'den âlâ Rus dostu mu olur? Bu durumda CHP'den ve Kılıçdaroğlu'ndan ülkemiz lehine, Rusya aleyhine bir açıklama beklemek de safdillik olur.

Paralel medyada ise Rusya ağzıyla yapılan haberleri söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Rusya uçağının kesinlikle hava sahamızı ihlal etmediğini Rus basını ağzıyla vererek bizi yine şaşırtmadılar.

Ne garip bir ülke olduk: Solcu geçineni tapmak için arar oldu PUT, paralelcisi saklanmak için arar oldu İN...Hepiniz Rusya'ya gidin, size yeter PUTİN...



Ne diyelim ki şer görünen her işte bir hayır vardır. Düşen bir Rus uçağı, maskesi düşen binlerce Rus uşağı... Yoksa biz bu kadar haini hangi vesileyle tanıyacaktık...

23 Kasım 2015 Pazartesi

Tayyip Erdoğan "Bal Gibi" Diktatördür

Uzun zamandır, bir kesimin ısrarla dillendirdiği, bir kesimin ise şiddetle karşı çıktığı bir söylem var

biliyorsunuz. Bu söylem nedir? ‘’Tayyip Erdoğan bir diktatördür.’’

Karşı çıkanları anlayabilmiş değilim doğrusu… Güneş balçıkla sıvanmaz, demiş atalarımız. Her şey o

kadar aşikâr ki… Siz neyi reddediyorsunuz? Siz reddedince gerçekler değişecek mi?

Evet, Tayyip Erdoğan "bal gibi" bir diktatördür. Hem öyle sizin bildiğiniz diktatörlerden de değil

ha… Dünya bugüne kadar ne diktatörler gördü, ama böylesini görmedi. Analar bugüne kadar ne

diktatörler doğurdu, ama böylesini doğurmadı.

Diktatörlerin en bariz özelliği, hiç kimsenin ona karşı duramamasıdır. Tayyip Erdoğan'a karşı durabilen

bir muhalefet lideri gördünüz mü siz? Adam, bugüne kadar karşısına çıkan her muhalefet partisini ve

muhalefet liderini sandığa gömmedi mi? Başka diktatörler, rakiplerini mezara gömerken bu adam

sandığa gömüyor.

Siyasi partiler dışında da muhalif bir kanat vardı biliyorsunuz. Kimdi bunlar? Postallı muhalefet ve

postal yalayıcıları… Adam, onlara da gün yüzü göstermedi. Ya karizmasıyla onları pasifize etti ya da

yaptığı anayasa ve yasa değişiklikleriyle onları da hapishanelere gömdü.

Bir de halk içinde muhalifleri vardı. Körü körüne, ideolojik muhalif olmayanlar… Vatanını, milletini

seven ama Tayyip Erdoğan’a muhalif belli bir kitle… Adam onları da muhalefette bırakmadı. Onlara da

Tayyip Erdoğan sevgisini dikte etti. Şimdi birçoğu, Tayyip Erdoğan’ın yılmaz savunucusu oldu. Değil

Tayyip Erdoğan’a muhalefet etmek, gönüllü bir şekilde propagandasını yapıyorlar şimdilerde. Tayyip

Erdoğan’ın bu millete ve bu devlete kattıklarını ve de ona yapılanları görüp de bir vatanseverin daha

fazla muhalif kalabileceğini sanmıyorum.

Bundan önceki başbakanlar, cumhurbaşkanları halk için ulaşılmaz, devletin soğuk yüzünü temsil

ederken şimdi Cumhurbaşkanı'na isteyen herkes ulaşıyor, kocaman cumhurbaşkanı halkın dilinde

oldu ‘’Bizim Tayyip…’’

Konvoyla giderken bir kadın ya da çocuk evine çay içmeye davet ediyor. Hooop, bir bakıyorsunuz

Cumhurbaşkanı, mütevazı bir gecekonduda insanlarla çay içip sohbet ediyor. Eve öyle ayakkabılarıyla

falan da girmiyor ha!.. Ayakkabılar çıkarılmış, yere bağdaş kurulmuş içimizden biri olarak her şeyiyle

aynı bizim gibi…

Bir kadının, çocuğun, gencin ya da yaşlı bir adamın hastalığı veya yoksulluğu ile ilgili ajanslara bir

haber düşüyor. Hooop, bir de bakıyorsunuz ki o haberden daha biz yeni haberdar olmuşken

Cumhurbaşkanı o kişiyi bizzat aramış, hâlini hatırını sormuş, gönlünü hoş etmiş ve derdiyle ilgilenmesi

için gerekli yerlere talimatlar vermiş.

Anadolu’nun herhangi bir köşesinden bir çocuk kargacık burgacık yazısıyla samimiyet kokan bir

mektup yazmış. Okumak, okula gitmek istediğini ama imkânları olmadığını söylemiş. Cumhurbaşkanı;

o mektubu almış, okumuş, yırtıp çöpe atmamış; belki zaman zaman gözyaşlarını o kâğıtlara dökerek

aynı samimiyetle o mektuba cevap yazmış. Bununla da yetinmemiş, bazen devletin imkânlarıyla

bazen nazının geçtiği iş adamları vasıtasıyla o çocuğun eğitim hayatını garanti altına almış.

Yolda karşılaştığı yaşlı teyzenin onun boynuna sarılmasına burun kıvırıp korumaları aracılığıyla onu

yanından uzaklaştırmamış. Aynı içtenlikle o da ona sarılıp ellerinden öpmüş. Dualarında kendisine de

yer vermesini istemiş.

Bazen de sitem geldiği olmuş tabii… Eşi yıllar önce ölmüş, yeniden evlenmek istemiş ama uygun bir eş

adayı bulamamış olan yaşlı amca, Bingöl’den ‘’Ben Tayyip Erdoğan yüzünden evlenemiyorum. Bütün

dul kadınlara maaş bağladı, onlar da artık evlenmek istemiyor.’’ diyerek sitemlerini de göndermiş.

Bu ülkede Koçların, Doğanların, Sabancıların, Şahenklerin, Karamehmetlerin, TÜSİADların gönlüne

girmek için uğraşmayıp halk ve Hakk’ı memnun edip onların gönlünde taht kurmaya çalışan biri,

diktatörün dik âlâsıdır. Herkese kendini sevdirdiği için, sevgi yumağını her geçen gün büyüttüğü

için, Tayyip Erdoğan sevgisini bu millete dikte ettiği için Sayın Cumhurbaşkanımız bir diktatördür.

Tekrar söylüyorum: Evet, Tayyip Erdoğan bal gibi de bir diktatördür. Hem öyle sizin bildiğiniz

diktatörlerden de değil ha… Dünya bugüne kadar ne diktatörler gördü, ama böylesini görmedi.

Analar bugüne kadar ne diktatörler doğurdu, ama böylesini doğurmadı.

19 Kasım 2015 Perşembe

Affedersiniz, Siz Bu Milletin Neyi Olursunuz?

Sosyal medyada insanı gülümseten aşağıdaki söz dolaşıyor uzun zamandır, hepiniz görmüşsünüzdür mutlaka... Ne diyordu Orada?

"Ecevit öldü, hepimiz solcu olduk; Barış akarsu öldü, hepimiz rakçı olduk!..

Hrant Dink öldü, hepimiz Ermeni olduk; Muhsin Yazıcıoğlu öldü, hepimiz ülkücü olduk!..
Türkan Saylan öldü, hepimiz laik olduk; Allah Bülent Ersoy'a uzun ömür versin!.."

Ülkemizdeki kafası karışık; kendi ülkesi ve milletiyle küs, elin gâvuruyla barışık olanların durumunu çok iyi özetliyor aslında...

Güzel ülkemde ne kadar varsa dinsiz, donsuz; Fransız'a duyarlı, kendi ülkesine Fransız... Bir araya gelmiş bütün hırsız, yolsuz, arsız; hepsi çok üzgün, kahrından ölüyor, sanırsın Müslüman değil hiçbiri, hepsi Fransız... İslam coğrafyasında oluk oluk akan kana, dökülen gözyaşına duyarsız; ölen bir Fransız için Fransız'dan daha Fransız... Kendi ülkesindeki terör ve terörist için kılını kıpırdatmaz kansız; Batı'daki en küçük olayda bazen İngiliz olur, bazen Ermeni, bazen Fransız... Sen bu milletin neyi oluyorsun be vicdansız?

Türkiye teröristle mücadele ederken suçlarlar hep devleti, Batı söz konusu olunca hatırlarlar insaniyeti... Bir gayri Müslim ölünce kahrolur, güya eylem yapar, ortaya çıkar soyunur, çırılçıplak bedeni; bu da yetmez kâh Yunan olur, kâh İngiliz, kâh Ermeni... Çözemedim bu işin nedir nedeni, seni tanımak için araştırmak lazım dedeni... Toplamışsın peşine üç beş cahili, örnek almışsın deden Ebu Cehil'i... Mesken tutmuşsun barı, pavyonu, sahili; harici olanlar hep dostundur, düşmanındır yerli olan ahali...Affedersiniz, siz bu milletin neyi olursunuz?

Çok hoşgörülüsün Budist, Yahudi ve Hristiyan'a; uşaklık edersin İngiliz, Fransız, Alman'a...

Nefret kusarsın Müslüman'a, İslam'a, imama; hayransın rahibeye, papaza, haham'a...

Bir de elebaşı var, diyorsun ona hâlâ hoca; ülkeyi yönetmeye kalkıyor, olamamışken bir kadına koca... Ölen hiçbir Müslüman için yayımlamazken bir taziye, bir gâvur ölünce dönüyor canlı cenazeye... Sen nasıl bir hocasın ki bir Müslüman için dökmezken gözyaşını, ölen bir gayri Müslim olunca kaldıramıyorsun başını... Affedersiniz, siz bu milletin neyi olursunuz?

Üç kuruş değer vermezsin Müslüman'ın kanına, canına; tırnağı kanasa bir gayri Müslim'in yenik düşersin heyecanına... Yahudi'nin tırnağı kanasa dökülür gözyaşı, gece gündüz edilir dua; düşman bellediğin Müslümanlar için beddua üstüne beddua... Affedersiniz, siz bu milletin neyi olursunuz?

Sen bu millet ve devletin püsküllü belasın başına, gözünü dikmişsin ekmeğine aşına... Artık bu millet belledi seni, sana aşina; biliyor âşık değilsin kendisinin kara gözüne, kara kaşına... Kendine gel artık aklını al başına, bilesin bu millet bakmayacak artık gözyaşına... Affedersiniz, siz bu milletin neyi olursunuz?

Sıkışınca dönersin pervane gibi, senin gibilerin yeri cehennemin dibi... Senin gibi dönekleri çok gördü bu ülke; biliriz ki birlik olunca yeter Laz'a, Zaza'ya, Çerkez'e, Kürt'e, Türk'e... Sen tanımıyorsun henüz bu milleti, yok etmesini bilir içindeki illeti... Hürriyetine, izzeti nefsine düşkündür, kabul etmez zilleti; her zorluğa katlanır, her düşmanı alt eder yine de bırakmaz fazileti... Affedersiniz, siz bu milletin neyi olursunuz?

Bu milletin sevinci sizin kederiniz, bu milletin kederi sizin sevinciniz oluyor hep... Bu milletin değer verdiklerini küçümser, değersiz gördüklerini baş tacı edersiniz... Bu milletin dost bildiklerine düşman, düşman bildiklerine dostsunuz... Affedersiniz, siz bu milletin neyi olursunuz?

Milletin değerlerine savaş açarsın; Müslümanlara karşı cevval, gâvura karşı naçarsın.

Bazen solcu, bazen sağcısın; bazen Türkçü, bazen Kürtçüsün; bazen PKK'ya hevalsin, bazen paralelsin... Ama hep ülkeyi karıştıran elsin... Affedersiniz, siz bu milletin neyi olursunuz?

13 Kasım 2015 Cuma

Aklı, Vicdanı Örtülüler ve Başörtülüler

Başörtülü hanımefendiler; ne kadar kıymetli, ne kadar değerli, ne kadar önemli kişilermiş. (Gerçi nasıl kıymetli olmasınlar ki Allah'ın ayetini başlarına tac etmişler.) Başörtüsü; ne kadar mühim, ne kadar kayda değer, ne kadar yüce bir şeymiş. Eğer bu kadar önemli olmasaydı geçmişte koskocaman(!) devlet adamları, koskocaman(!) üniversite rektörleri, koskocaman(!) emniyet yetkilileri, koskocaman(!) iş adamları, koskocaman(!) basın mensupları vb. kişiler tüm işini gücünü bırakıp başörtüsü düşmanlığına, başörtülü avına çıkar mıydı? Yıllarını verir miydi bu kişiler başörtülüleri hayatın dışına itmek, başörtüsünü Müslüman kadınların başından çıkarabilmek için. Başörtüsünü Müslüman hanımefendilerin başından çıkaramadı o meymenetsizler ama başörtüsü onları baştan çıkardı, insanlıklarından çıkardı, şirazeden çıkardı, iyice yoldan çıkardı.

Başörtüsü; inancı gereği onunla başını örtüp Kur'an-ı Kerim'in ayetini başına tac eden Müslüman hanımefendileri yüceltirken aklını, vicdanını, insafını örtenleri alçalttıkça alçaltıyor. Gün geçmiyor ki başörtülü hanımefendiler ve başörtü ile ilgili bir kokonanın, bir muşmula suratlı dangalağın küçümseyici, aşağılayıcı, kışkırtıcı, saldırgan bir açıklamasına şahit olmayalım. İçlerindeki pislik sözlerine vuruyor, içlerindeki melanet yüzlerine vuruyor, içlerindeki haset çatır çatır çatlatıyor insanlıktan nasipdar olamamış kokonaları ve muşmula suratlı dangalakları. Son yıllarda başörtülüler sosyal hayatta biraz rahat nefes aldıkça bunların nefesi kesiliyor. Kamusal alanda başörtülüler var oldukça onlara dar geliyor kamu alanlar...

Eşitlikten, özgürlükten, haktan, adaletten, demokrasiden bahsedenler; mesele başörtüsü ve başörtülüler olduğunda unutuyorlar tüm bunları. Kutsal kabul ettikleri, görünürde âdeta taptıkları bu kavramları; mesele başörtüsü ve başörtülüler olduğunda helvadan put yapıp daha sonra acıkınca yiyen putperestler gibi yiyorlar bu ikiyüzlüler.

Sanatın ruhu incelterek insanı hassaslaştırdığını, insani değerleri pekiştirdiğini, insanı daha insan yaptığını düşünürüz değil mi? Ama bakıyorsunuz mesele başörtüsü ve başörtülüler olunca sanatçı geçinen bazı soytarılarda ne sanatçılık ne sanatçı ruhu ne insanlık kalıyor. Gidip misafir olduğu, ekmeğini yiyip suyunu içtiği insanları aşağılayacak kadar aşağılık bir karaktere bürünebiliyor. Sonra da gelen tepkiler üzerine özür dileyip günah çıkarmaya çalışıyor. Ne kadar samimiyetsiz, ne kadar sığ, ne kadar iticisin bir bilsen... Velev ki samimi ol özründe, rüzgâr özür dilese de dal kırıldı bir kere...

Hukuk adamının da hak ve hukuk konusunda daha hassas olmasını, hakka ve hukuka riayet etme konusunda çok titiz olmasını bekleriz değil mi? Ama bakıyorsunuz mesele başörtüsü ve başörtülüler olunca hukuku ilk çiğneyen, Hakk'ı ve hakkaniyeti ilk unutan hukukçu geçinen bazı zerzevat oluyor. Başörtülülerin hâkim, savcı olamayacağını savunuyor; başörtülülerin böyle bir hakkı olmadığına inandırmaya çalışıyor hepimizi. Okullarda başörtüsü serbestliği getiren genelgenin iptali için de Danıştay'a dava açmıştı hatta oğlunu da alet etmişti açtığı davaya bu şahıs. Aslında elinden gelse özelde Müslüman başörtülü hanımefendilere, genelde tüm Müslümanlara yaşama hakkı tanımayacak da...

Ama geçti sizin hükümran olduğunuz, kafanıza göre asıp kestiğiniz dönemler. Şimdi yeni Türkiye'ye alışacaksınız; sindireceksiniz bazı şeyleri, zor geliyorsa maden suyu iyi gelir. Biz Müslümanlar, bugünler için çok sabrettik. Ne diyordu rahmetli Necmettin Erbakan Hocamız: "Müslüman, Hakk'ın hâkimiyeti için motor, şerrin yok olması için fren olma görevlisidir." Biz, yıllarca tam da bunu yaptık. Ülkemizin bu seviyeye gelmesi için motor görevini üstlendik, sizin gibi şerlere de fren olduk yıllarca. Kala kala kelaynak kuşu gibi bir avuç kaldınız, yakında nesliniz tükenecek inşallah...

Sözün özü: Başörtüsü başları örttüğü zaman sorun değil de akıl ve vicdanları örttüğünde insanlık için çok büyük bir problem azizim...

10 Kasım 2015 Salı

Ah Şu Halk Olmasa CHP Her Seçimde İktidar!!!

Bugün biraz empati yaptım. Kendimi bir CHP’li olarak düşündüm bir süreliğine… (Allah’ım sen günah yazma bu düşüncemden dolayı…) Bugün bir CHP'li olarak yazıyorum. Seçimleri, halkı, Türkiye’yi, Türkiye’de iktidar olabilmeyi (hayali bile çok güzel ama güzel olduğu kadar da uzak) düşündüm. Bir CHP’li olarak düşüncelerim aynen şunlardır:

Bir defa ‘’halk’’ denilen kitle, ne anlar partilerden, seçimden, sandıktan!.. Sandık demek, demokrasi demek değil…

Seçimlerde serbest bırakırsan seçmen denen KOYUNU, kendine yakın bulduğu siyasilere verir OYUNU…Eee doğal olarak bu da bozar biz seçkinlerin oynadığı OYUNU!..

Adına seçmen dediğimiz bu halk kitlesinin üstünden darbeyi, gözünden perdeyi, sırtından vergiyi, zihninden korkuyu eksik bırakmayacaksın.

Eğer ki bunlardan biri eksik kalırsa o halk yoldan çıkar. Peki, bu halkın yoldan çıktığını nasıl anlarsınız?

Eğer ki yıllardır halkının rahatı için ultra lüks villalarda yaşayan, rezidans kralı ve kraliçesi olan fedakâr ve cefakâr biz bembeyaz Türklere değil de kendisi gibi olduğunu, kendisi gibi yaşadığını, kendisi gibi inandığını yani kısacası kendinden olduğunu düşündüğü adaylara ve partiye oy veriyorsa bilin ki o halk yoldan çıkmıştır.

Bu halkı nasıl tekrar yola getirirsiniz peki?

İşte ülkemizin seçkinci takımı, her şeyi olan beyinsiz beyinleri, hukuksuz hukukçuları, korkusuz korkakları, halka rağmen halkçıları, darbesever demokratları, dine düşman dindarları olan bizler bu konuda ustayız. Hem de ne usta!..

Halkın gözüne bir perde çekeriz. Bu perde zamana, şartlara, ortama göre değişir. Bazen en vatansever biz oluruz, bazen halkçı oluruz, bazen hakçı oluruz, çoğu zaman da çarkçı oluruz. ‘’Hepsi tamam da niye çarkçı oluyorsunuz?’’ dediğinizi duyar gibiyim. Eee hep yanlış tarafta olup hep yanlış ata oynadığımız için foyalarımız çok kısa sürede ortaya çıkıyor. Bu defa da ne yapmamız gerekiyor? Anında çark edip U dönüşü yapmamız gerekiyor. Yani manevra yapabilmek için çarkçı olmak şart…

Halkın sırtından vergiyi eksik bırakmamalı, ekmeği karneyle satmalıyız. Devlete vergi vermekten, ekmek peşinde koşmaktan başka bir şeyi düşünemeyecekler ki rahat edelim... Sonra vergiyi hafif hafif azaltacaksın, ekmeği artıracaksın ki şartları öncekine göre daha iyi olduğunda memnuniyeti artsın. Yani önce ölümü göstereceksin ki sonra sıtmaya razı olsun ve sıtmayı güle oynaya karşılasın.

Bu da yetmeeeezzz! Zihninde sürekli korku olmalı bu milletin. Bir defa elit kesimden (bizim gibi bembeyaz Türklerden) korkmalı… Bizleri kızdırmamak için hep susmalı, pısırık olmalı, kendine sunulanla yetinmeli… Öyle her şeye sesini çıkaramamalı, itiraz edememeli, olur olmaz talepleri olmamalı… Sesini çıkarmaya, bir şeylere itiraz etmeye kalktı mı da derin devletle, silahlı ve silahsız kuvvetlerle, ekonomik baskılarla korku iliklerine kadar hissettirilmeli…

Bütün bunların yeterli olmadığı durumlar olacaktır yine de muhakkak… O zaman ne yapılmalı? Göze perde, sırta vergi, zihne korku yeterli gelmediyse artık yapılacak tek şey, gidilecek tek yol kalmıştır:DARBE!!!

İşte bu her sorunun çözüm yoludur… Kendini bilmeyip haddini aşan, sürekli ters yöne koşan, kendine benzeyenlerle coşan, kendine çizilen istikametten şaşan bu millet; darbeyle tekrar yola getirilmelidir.

Ama gelin görün ki biz eskisi gibi at koşturamaz olduk ülkede… Her istediğimizi, her istediğimiz zaman yapamaz olduk… Zaman, şartlar, dengeler değişti…

Biz hâlâ biliyoruz ki bu halk KOYUN, sandık bir OYUN… Ama maalesef şartlar gösterdi ki bu koyun halkın çobanı olmak için bu sandık oyununa devam edeceğiz. Çünkü şu seçim denen illet olmadan iktidar olunamıyor. Ama en azından herkesin oyu eşit olmasa… Şu ülkenin sahibi konumundaki -en azından biz kendimizi öyle görüyoruz- çok yüce, halktan fersah fersah üstün olan biz bembeyaz Türklerin oyu normal vatandaştan farklı sayılsa… Dağdaki çobanla sanat için soyunanın oy kalitesi arasındaki fark gözetilse...

Ah ahhh!!!

Sen dağda çoban, önünde KOYUN; ben şehirde baron, benimle aynı olsun OYUN… Buna can mı dayanır devrilsin BOYUN!..

Sen bidon kafalı, ben bî don havalı; sen göbeğini kaşıyan adam; ben soylu madam… Ben bu eşitliğe nasıl sabredem…

Ya düşünüyorum da şu halk olmasa âlimallah CHP’nin kazanmadığı seçim kalmaz. Her seçimde rakiplerimizi hallaç pamuğu gibi atarız. Koyunu kurda katarız, ülkenin anasını satarız, yan gelip yatarız. Bize muhalif olanı asarız, Batı’dan gelen her şeyi kutsarız, millete ve değerlerine kinimizi kusarız.

Ama...ama...ama... Neyse halkı sevmesek de biz HALK PARTİSİyiz…

3 Kasım 2015 Salı

Seçim Sonuçları ve Muhalefet



Yine bir seçimden çıktık, yeni bir seçimden çıktık. Seçim sonuçları, her şeyden önce herkes için sürprizdi. Ne muhalefet ne iktidar bu sonucu bekliyordu. En iyi ihtimalle Ak Parti'nin kıl payı bir şekilde tek başına iktidar olabilecek bir sonuç alabileceği şeklinde tahminler vardı. Anket firmaları da seçim sonuçlarını tespit etme noktasında resmen çuvallamış oldu. Gerçi anket şirketlerinin çoğu, gerçekten sonucu tahmin etmek için uğraşmıyordu. Anket sonuçlarını kullanarak seçim sonuçlarını dizayn etmeye çalışıyorlardı. Algı yönetimi yaparak milletin tercihlerini değiştirmeye uğraşıyorlardı.

Milletimiz, toplum mühendisliği yapmaya çalışanları yine ters köşe yaptı. Kimsenin kendi iradesine ipotek koyamayacağını dosta düşmana göstermiş oldu. Ne dayatılan anket sonuçlarına ne yapılan algı operasyonlarına pirim verdi. Sandığa gitti, kendi bildiğini okudu. Herkese, özellikle de muhalefete ders verdi ama bu dersi alabilecek bir muhalefet yok maalesef...

Her iki kişiden birinin oyunu alan Ak Parti, 2002'den beri artık klasik hâline gelen bir seçim sonucu yaşattı bize. Yine rakiplerin darma duman etti. Yine muhalefet liderlerini milletin içine çıkamayacak hâle soktu.

Seçim sonuçlarına istikrar, huzur, devamlılık isteyen Türk milleti çok sevindi mutlaka... Ama Türk milleti kadar, belki de daha fazla sevinen mazlum milletler ve mazlum coğrafyalar vardı. Türkiye'yi ve Ak Parti'yi umut olarak gören İslam coğrafyası bizden daha çok sevindi 1 Kasım seçimi sonuçlarına... Filistin sevindi, Gazze sevindi, Suriyeliler sevindi, Irak sevindi, Çeçenistan sevindi, Üsküp sevindi, Saraybosna sevindi, Doğu Türkistan sevindi, Arakan sevindi... Yurt dışında yaşayan gurbetçilerimiz sevindi. İsrail, Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa üzüldü. Bir de millete ve değerlerine düşman olan içimizde yabancılar üzüldü. Kahroldular...

Şimdi Ak Parti'ye ve Ahmet Davutoğlu'na büyük sorumluluk düşüyor. 2002'den beri kendini hiç yalnız bırakmayan bu necip milleti memnun etmek, beklentilerini karşılamak, verdiği sözleri tutabilmek için çok çalışmalılar. İslam coğrafyasının ve Ümmet-i Muhammed'in umudu olmaya devam etmek için gevşemeden, kibre kapılmadan yolularına devam etmeliler.

Bir de muhalefete gelelim. Milletimiz, bu seçimde muhalefete ne gibi mesajlar vermiştir. "Muhalif olmak, muhalefette olmak, sorumsuz olmak demek değildir. İktidar kadar sen de yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumlusun. Muhalif olanda, muhalefet olanda; yalan ve iftira olduğu taraflı tarafsız herkes tarafından ispatlanmış olan iddiaları temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp ortaya koymayacak, buna tenezzül etmeyecek kadar şahsiyet olmalıdır. Muhalefet yaparken bile doğruluk ve dürüstlükten ayrılmayacak kadar hakkaniyet duygusu olmalıdır. Yiğidi öldürse bile hakkını teslim edecek kadar adalet bulunmalıdır. Muhalif olanlar da, muhalefette olanlar da rakibini alt edebilmek için iftira, hakaret ve kumpaslara başvurmayacak kadar onur sahibi olmalıdır... İktidarı kötüleyerek benden destek alamazsın, karşıma projelerinle geleceksin. Bana ve değerlerime saygı göstermezsen, bu konuda bana güvence vermezsen sizinle birlikte yürümeyiz." mesajlarını vermiştir.

Peki muhalefet partileri ve liderleri, bu mesajları alabilmiş mi? Maalesef ki bu zaman kadar almadıkları gibi yine hiç almamışlar. Bir defa CHP, MHP ve HDP'nin aldığı oy oranı iktidarın aldığı oy oranına ulaşmıyor. Ama onlar ne yapıyor? Ortada büyük bir başarısızlık varken hâlâ sonuçlardan hükûmeti sorumlu tutuyorlar. Parti liderleri, istifayı hiç düşünmedikleri gibi "Biz nerede hata yapıyoruz da millet bize destek vermiyor, neden milletin gönlüne giremiyoruz?" demiyorlar da utanmadan hâlâ milleti suçluyorlar. Kılıçdaroğlu'nun ve Demirtaş-Yüksekdağ ikilisinin basının karşısına çıkarak, Bahçeli'nin yazılı olarak yaptığı açıklamalarda hiçbir öz eleştiri yok. Hatta 0,4'lük oy artışı ve iki milletvekili fazla çıkarmış olmalarnı bile neredeyse başarı olarak sunuyor Kılıçdaroğlu. Siz daha bu kafayla 2023'e kadar da 2073'e kadar da iktidar yüzü göremezsiniz.

Son bir bölüm de HDP ve Paralel Yapı ile ilgili açalım: HDP, normalde baraj altında kalacaktı; peki nasıl barajı geçerek meclise girdi. Paralel Yapı mensuplarının verdiği oylar sayesinde meclise girdi. Eğer ki kritik bölgelerde Paralel Yapı mensuplarından aldığı oylar olmasaydı, meclis aritmetiği çok daha farklı olacaktı. HDP 10,7 ile barajı kıl payı geçerek 59 milletvekili ile meclise girdi. Eğer ki girmese Ak Parti, 360 küsur milletvekili ile temsil edilecekti mecliste ve anayasa değişikliğini tek başına çok rahat bir şekilde yapabilecekti. Ne diyelim, terör kardeşliği meyvesini verdi. Bundan sonra PKK, Apo, terör sorunundan bahsedenler Paralel Yapı ile onların arasındaki işbirliğini, terör kardeşliğini unutmasın.

Allah bu seçim sonuçlarını ülkemiz, milletimiz, Ümmet-i Muhammed ve insanlık için hayırlara vesile kılsın. Muhalefete de akıl fikir versin. Milleti suçlamadan milleti anlamaya çalışacak kadar basiret versin.

1 Kasım 2015 Pazar

Köprüden Önceki Son Çıkış

Bakın yarın seçim var... Siz hâlâ kararınızı veremediyseniz size yardımcı olayım... Zira köprüden önceki son çıkıştayız... Beni dinlediniz dinlediniz, sonra başka çıkış şansınız olmayacak ve köprüyü geçene kadar -dört yıl boyunca- ayıya dayı demek zorunda kalacaksınız... O zaman ben size bir resim çizeyim, kararı siz verin:

Şöyle geriye baktığımda ne büyük sorunlarla boğuşmuşuz. Çözümü o kadar basit meselelerde biz millet olarak ne büyük sıkıntılara katlanmışız. Biz müstahakız demek ki bu sorunları yaşamaya. Yüce rabbimin, kurbanlar olduğum Allah’ımın (cc) büyük, eşsiz bir lütfu olan yanı başımızdaki değerin farkında olma sen… Hâlbuki şak diye söylenen sorunu tak diye çözüme kavuşturacak bir Kılıçdaroğlu nasip etmiş yüce Mevlam bu ülkeye… Bugüne kadar yaşadığımız her sorunun tek kaynağı, çözümü Kemal Kılıçdaroğlu’nda aramamış olmamızdır. Bu konuda şaka falan yaptığımı sanmayın, alınırım valla. Artık bu kanaate vardıktan sonra bir tüy gibi hafifim… Tüm dertlerimi unuttum. Ülkemin geleceği adına tüm endişelerim hidrojen gazı ile doldurulmuş balon gibi uçtu gitti. Artık siz de açın gözünüzü, dertlerinizden kurtulun!..

Birikmiş borçların varmış, ne gam!

Faturalar çok geliyormuş, üzülme!

Çocuğun okul masraflarına yetişemiyor musun? Dert ettiğin şeye bak!

Onlarca yıldır çalışıyorsun bir evin bile yok mu? Dert etme!

Ülkede anarşi sorunu mu var? Takma kafana!

Güçlüler, güçsüzleri mi eziyor? Artık ezemez!

Tavuğunuz yumurtlamıyor mu? Artık altın yumurtlayacak!

Sevdiğiniz kız size "abi" mi dedi? Bundan böyle "tabii" diyecek...

Ülkeden burnunuza kötü kokular mı geliyor? Burnunuz, o kokuya alıştırılacak!

Aklınızı mı kaçırdınız? Tekrar yerine getirilecek, olmadı yenisi verilecek!

Nasıl mı? İşte olmadı yine! Başta o kadar girişi boşa mı yaptık? Her derdin devası, gönüllerin sefası, liderlerin en hası Kılıçdaroğlu sayesinde tabii ki!.. İlk maddeyi söyleyip ikinciyi unutabilir. Ama olsun, onun dile getiremediği, kendinden bile sakladığı çözüm önerileri var. Bunlar henüz gün yüzüne çıkmamış olabilir, ama umutluyuz, bir gün çıkacak. "Benim adım Kemal, ben bulurum." ya da "Benim adım Kemal, ben yaparım diyorsam yaparım." diye bağırdığını duymadınız mı? Hâlâ kaynak ve proje sorarsanız çok bozulurum.

Siz CHP’yi her sorunun kaynağı, Kılıçdaroğlu’nu sermayenin oyuncağı, Kemalizmi terakkiye ayak bağı görüyorsanız siz iflah olmazsınız. Sorunu CHP’de ve kendisine yüklenen misyon, cüssesinden büyük Kılıçdaroğlu’nda arayan kişiye kim ne yapabilir ki? Ancak alternatifi sunulabilir.

Bütün bu sözlerim sizi temin ve tatmin etmediyse şayet alternatifim var. Devlet'i seçin, başınıza devlet kuşu konsun. Hem ne demiş Kanuni Sultan Süleyman "Olmaya DEVLET cihanda BAHÇELİ gibi..." Beyiti biraz karıştırdım galiba ama olur o kadar kusur.

Çözülememiş problemleriniz mi var? Bir "hayır"la çözsün hepsini...

Matematikle probleminiz mi var? Hesaplarıyla feleğinizi/feriştahınızı şaşırtsın...

Teröristlerin elebaşını idamdan kurtarıp idam ipini başkasına atsın meydanlarda...

Püskevit yiyemeyen çocuk bırakmasın yeryüzünde...

Antika otomobilleriyle dünya turu attırsın size...

Partideki tüm başörtülülere başını açtırarak başörtüsü sorununu kökten çözsün sizin için...

Siz Devlet Bahçeli'yi hâlâ anlayamadıysanız, sırtınızı MHP'ye dayamadıysanız o sizin sorununuz. Demek ki Bahçeli bir Devleti hak etmiyorsunuz. İnsanı zevkten dört köşe eden matematik hesaplarından, çaya püskevit banıp yeme zevkinden mahrum kalmayı siz istiyorsunuz. Krizlerle nasıl boğuşulur tecrübesini kazanma, bir gecede onlarca banka batırma becerisini elde etme şansını siz elinizin tersiyle itiyorsunuz. Devlet Bahçeli sizin için daha ne yapsın ki?

Bütün bu sözlerim sizi temin ve tatmin etmediyse şayet, alternatifim var. Demirtaş'a ve barışın ve huzurun düşmanı partisine atın oyu, o da size molotof nasıl atılır öğretsin.

Barajı geçebilmek için kendi kardeşlerin nasıl katledilir belletsin bir çırpıda...

Halkların kardeşliği deyip Hakk'a ve halka nasıl düşman olunur göstersin...

Elektrik, su, telefon, İnternet faturanız kabarık mı geliyor? Bundan sonra hiç gelmesin, çünkü tüm alt yapıları imha edilir ve siz fatura derdinden kurtulursunuz.

Ufacık çocukların nasıl dağa kaldırıldığını öğretir size...

Barış güvercini görünüp leş kargası nasıl olunur uygulamalı anlatır...

Bütün bu sözlerim sizi temin ve tatmin etmediyse şayet, alternatifim var. Ama bu defa yukarıda saydığım mükemmel(!) özellikleri bulamazsınız bu partide, kadrolarında ve liderinde... Bu partiye oy verirseniz şu felaketlere hazır olun:

Paranızdaki gereksiz sıfırlar atılarak matematiğinizi geliştirmenizin önüne geçilir.

Okullara, devlet dairelerine başörtülüler alınıp kamusal alanın namusu kirletilir(!)

Evinize kadar doktor gelip sizi muayene eder, hasta olma zevkinden sizi mahrum bırakır.

Evinizde yatalak biri varsa hem çocuğa hem bakıcısına maaş verirler ve sürünerek yaşama hakkınıza tecavüz edilir.

Yerli uçağınız, helikopteriniz, uçak geminiz, otomobiliniz olur; böylece sizin Avrupalı ve Amerikalılarla ortak özelliklerinizin azalmasına sebep olup onlara gıptayla bakmanızın önüne geçilir.

Binlerce kilometre bölünmüş yol yapılır, rahat rahat kaza yapma şansını kaybedersiniz.

Her ile havaalanı yaparak uçağı havada görmeye alışmış biz orta sınıfa uçağa binme imkânı verip gözümüzün yükseklere çıkmasına sebep olur.

Üç kuruş için IMF ve Dünya Bankasına el açmaya alışık tevazu sahibi devleti; şimdi onlara borç verebilecek, yoksul ülkelere sınırsız yardım edebilecek duruma getirerek kibirli bir devlete sahip olmanıza yol açar.

Daha saymakla bitmez ki bunların bize yaptığı kötülükler(!)

Bütün bu sözlerim sizi temin ve tatmin etmediyse şayet, alternatifim kalmadı maalesef...

Ama hep bunlar, Tayyip Erdoğan’ın suçu! Onun devlet yönetimine getirdiği kadronun suçu!.. Devletin güleryüzünü temsil eden Ahmet davutoğlu'nun suçu!... Beklentileri artırdılar, çıtayı çok yükselttiler. Beklentileri karşılayabilen var, karşılayamayan var; o çıtadan atlayabilen var, atlayamayan var! Vermeyince Mabud, ne yapsın Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Demirtaş!!!

O zaman Tayyip Erdoğan istifa!!! Ahmet Davutoğlu istifa!!!

Ya da oylar Ak Parti'ye ve Davutoğlu'na!.. Sonuna kadar kadar onlardan istifade...

Benden söylemesi köprüden önceki son çıkışı kaçırmayın... Sonra çok vurursunuz başınızı taşlara... Köprüyü geçene kadar -dört yıl boyunca- ayıya dayı demek çok zor gelir size...

29 Ekim 2015 Perşembe

Gayretullaha Dokunmaz mı?



Bir gün gelecek Hizmet camiasını sokaklarda eylem yaparken göreceğimizi birileri iki yıl öncesine kadar söyleseydi o adama deli gözüyle bakardık. Sizin camiayı hiç tanımamakla, camianızın dünya algısından bîhaber olmakla itham ederdik o adamı. O saatten sonra yapacağı hiçbir değerlendirmeyi de ciddiye almazdık.

Ama oldu ŞAKİRD abi, ŞAKİRDE bacı!.. Bunları da gördü gözlerimiz, işitti kulaklarımız; bunlara da alıştı zihin dünyamız.

Bugüne kadar Müslümanların hiçbir derdini kendinize dert edinmediniz. Filistin’de terörist İsrail, Müslümanları kuş avlar gibi avlarken sokakta göremedik sizleri. Suriye’de on binlerce insan ölürken hiç sesiniz çıkmadı. Şimdi üç beş gazete, banka, altın madeni için eylemden eyleme koşuyorsunuz.

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

28 Şubat sürecinde başörtülüler okullarından ve kamudan uzaklaştırılırken hiçbir eylemde bulunmadınız. Sizin dışınızdaki tüm cemaatler, elemden eyleme koşarken onların yaptıklarını hafife aldınız. ‘’Hak sokakta aranmaz.’’ dediniz. Şimdi kumpasçı üç beş polis ve gazeteci için eylemden eyleme koşuyorsunuz.

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Devletten aldığı gücü devlete karşı kullananları, milletin mahremiyetine sızmış olanları, emniyetimizden sorumlu iken emniyetimize kast edenleri sahiplenmek ve savunmak için eyleme koşmak da ne oluyor.

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Hamas’a terörist dediniz, Şaron’a çığır açan lider… Mavi Marmara şehitleri için bir duayı çok gördünüz, İsrail’i otorite bellediniz.

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Elkaideciydi sizin gibi diyalogcu olmayanlar; sizi temsil etmiyordu çarşaf, şalvar giyip sakal bırakanlar. Hoşgörü deryasında boğulmalıydı tüm gayri Müslim olanlar, bir damlasını hak etmiyordu dindarlar.

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Ne Filistin için İsrail’e ne Suriye için Beşşar Esed’e ne Doğu Türkistan için Çin’e ne Çeçenistan için Rusya’ya ne Bosna için Sırplara beddua etmişti Hocaefendiniz(!) Ama bizim evlerimize ateşler saldı, yuvamızı dağıttı, duygularımızı sinemizde bıraktı. Biz iman ehli, din kardeşi olanlar, Müslüman katledenlerden daha mı fazla hak etmiştik bedduayı? Bu işte bir terslik yok muydu size göre de?

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Çevik Bir’e övgüler dizdiniz, kendinizi ancak Demirel’in Kıtmir’i olmaya layık gördünüz. Ecevit’in önünde el pençe divan durdunuz. Size güvenip sırtını dayayan yiğit insana, dünya liderine küçük bir saygıyı çok gördünüz. Vurdunuz ha vurdunuz. Elinizle vurdunuz, dilinizle vurdunuz.

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

İnsanlara iftira atınız, hakaret ettiniz, İrancı dediniz. Zina en büyük günahken, birisini bununla suçlamak çok çok zorken, insanları muta nikâhıyla zina yapmakla itham ettiniz. Bu kadar kolay mıydı insanların itibarıyla oynamak…

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

İnsanların yatak odası görüntülerini çektiniz, sonra bunları servis ettiniz, insanlara kumpas kurdunuz, iftira attınız; bütün bunları da hizmet ve ibadet aşkıyla yaptınız… Hakkın razı olmayacağı şeylerle Hak yolunda hizmet etmek… Bu ne yaman çelişkidir, mümkün mü bunu izah etmek?

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Üslubunuz namusunuzdu(!). Bildik bileli, değil bir cumhurbaşkanı, başbakan, bakan için, sıradan bir memur için bile kullan/a/madığınız argo sözleri, küfürleri, hakaretleri bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve başbakanı için fütursuzca kullandınız. Ne oldu namus anlayışınıza?

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Başörtüsü farz iken oldu füruat, eğitim için çıkar başından at… Ümmetten önce gelir cemaat, kontrolünüzdeki devlet kadrolarına geleceklerin sizden olması mühimdir, önemli değil liyakat… Namaz niyaz, sünnet, farz; rahatlayana kadar terk et biraz… Gizle kendini, olma aşikâr; cemaatin için tesettürü boş ver, içki iç bundan ne çıkar…

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Çok doluyum… Yazacak çok şey var ŞAKİRD abi, ey ŞAKİRDE bacı… Olması gerekirken Müslüman Müslüman’ın başının tacı… Peşinden gittiklerin dost belledi kippayı, haçı… Bu yapılanlar için tüm Müslümanlar davacı…

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Hükûmeti PKK ile işbirliği yapmakla suçladınız, sonrasında Doğu’da PKK destekçisi partiye oy verdiniz… Dershanelerinizi kapatan partiyi düşman belleyip onlara her türlü bel altı vuruşu yaparken tüm camileri, Kuran kurslarını kapatmış, Kuran öğrenmeyi ve okumayı yasaklayıp suç saymış, ezanı Türkçeleştirip ucubeye çevirmiş, binlerce dindar insana hayatı zehir etmiş, yüzlerce âlimi asmış bir partiye oy verdiniz… Kapı kapı dolaşıp o partiye oy topladınız. Bunu içinize nasıl sindirdiniz?

Gayretullaha dokunmaz mı bu, ŞAKİRD abi; sen ne dersin bu işe ŞAKİRDE bacı?

Artık gör be şakird ve şakirdem, oynanan büyük oyunu... Pensilvanya'daki şahsın ne kölesisin ne de koyunu... Bari bu seçimde Pensilvanya'daki zata ve onun kirli emellerine alet olup din, diyanet, ülke, millet ve Ümmet-i Muhammed düşmanı olan partilere verme oyunu...

Ey ŞAKİRD abi, ŞAKİRDE bacı!!! Dokunur, vallahi GAYRETULLAHA DOKUNUR. Bütün bu yaşananlar, seni uyandırmadıysa billahi GAYRETULLAHA DOKUNUR. Bu yaptıkların yüzüne Ahirette tek tek okunur... O zaman ne Pensilvaya'daki zatın ne onlarca abone olduğun gazete ve derginin ne de uğruna arabanı ve bileziğini sattığın bankanın sana faydası dokunur... Sen bilirsin ama bu defa da biz Ümmet-i Muhammed'in değil de İslam düşmanlarının yanında yer alırsan işte bu bize çok dokunur...

Uyarmak bizden!.. Kalplerin sahibi Allah'tır...

26 Ekim 2015 Pazartesi

1 Televizyon, 4 Şaklaban, Yüzlerce Seyirci; Hiç İnsan

İsminde "halk" olan ama halka ve Hakk'a dair her şeye karşı kin, nefret, hakaret, aşağılama, iftiranın fütursuzca sergilendiği bir kanal... Normalde televizyon kanalı geçiniyor ama televizyona çıkanların ağzından dökülenlere bakılırsa burası bir televizyon kanalı olamaz; olsa olsa...

Olay nedir? Bir televizyona dört tane şaklaban çıkmış, güya program yapıyorlar... Karşılarında da şakşakçıları... Programın sunucusu, kendini millete yıllarca dürüst gazeteci olarak yutturmayı başarmış ama 60'ından sonra ne olduğu anlaşılmış biri...

Konukların en dikkat çekeni, ilahiyat profesörü unvanı olan ama İslamiyet'le de insaniyetle de hiç alakası kalmamış; Darwin'in teorisini neredeyse tersten doğrulayacak kadar evrim geçirmiş, Allah'ın yüzündeki nuru almış olduğu biri...

Diğer dikkat çeken ise sanatçı geçinen ama ortaya koyduğu hiçbir kayda değer eser olmayan, tek yaptığı güzelim Türkçeyi çirkinleştirerek komik olduğunu sanıp zekâ seviyesinin nerelerde olduğunu hemen ele veren biri...Sıfatına bakılınca zaten insana dair bir sıfatı yakıştırmaya diliniz varmıyor...

Üçüncüsü ise tiyatrocu geçinen ama sanatından çok darbeci duruşu ve halkın değerlerine düşmanlığı ile dikkat çeken biri... Gezi darbe kalkışmasından sonra İstanbul Şehir Tiyatrolarındaki görevine son verilmişti... Söylemleriyle diğerleri kadar ön plana çıkmıyor ama onların ağızlarından dökülen salyalardan memnun olup daha fazla akıtmaları için teşvik ediyor.

Programda küfürler, hakaretler havada uçuşuyor. Küfür edildikçe küfür edeni, diğer konuklar teşvik ediyor. Hele bir ara ilahiyatçı kökenli olan ama köküyle hiçbir bağı kalmamış, bir ayağı çukurda, kendisi çukur olan kişi öyle bir gaza geliyor ki... Sokaktaki en basit insanın bile, kadının kızın bulunduğu ortamda söylemekten imtina edeceği, yanlışlıkla ağzından kaçırsa ömür boyunca bir daha küfretmemeye yemin edeceği küfrü; o modern, çağdaş(!) topluluk karşısında ağzını yaya yaya ediyor ki insan küçük dilini yutuyor. Yanındaki sanatçı müsveddesi de o küfürden öyle memnun oluyor ki kendisi için de küfrün gereğini yerine getirmesini söylüyor. Veriyor gazı, veriyor gazı... Tabii bu arada programın yöneticisi olan ünlü gazeteci(!) de bu küfürleri, seviyesizliği engellemek için en ufak bir hareket yapmıyor hatta devam etmeleri için teşvik ediyor.

Seyirci olarak orada bulunanlar ise küfürleri, hakaretleri çılgınca alkışlıyor. İşin ilginci ise insanın sokakta duyunca utancından kıpkırmızı olacağı küfürleri oradaki şık giyimli, modern(!) hanımların çılgınca alkışlaması... Meğer küfür duymak ne kadar hoşlarına gidiyormuş... Bir kadın kitlesinin küfrü bu kadar canla başla alkışladığını ilk defa görüyorum. Yaradılıştan gelen o naifliğini, nezaketini, zarafetini yitiren kadının ne kadar çirkin, itici, kaba olduğunu o kitleyi görünce anlıyorsunuz. Allah, kadını ve erkeği fıtratından ayırmasın; sonra ortaya böyle ne olduğu belli olmayan tipler çıkıyor.

Allah'ım sen bizleri, çocuklarımızı, ülkemizi, milletimizi insanlıktan çıkmış olanlardan, fıtratının gereği gibi davranmamayı maharet sayanlardan muhafaza eyle... Bizlere düşman vereceksen de düşmanımızı bile mert, cesur, ahlaklı ve insan eyle...

Kömürcüler ve Makarnacılar, Efendilerine Karşı



Türkiye’de önce bir CHP zihniyeti vardı. Bu zihniyete göre halk, Cumhuriyeti kurduğu iddia edilen elit kesimin, bir başka deyişle beyaz Türklerin, hizmetkârıdır. Efendileri kendilerine neyi uygun görürse onu yapmak zorundadır. Efendileri, onlar için en uygun olanı zaten bilirler. Halkın düşünmesine, kafasını kullanmasına gerek yoktur.

Ne iyi, ne kötü? Efendileri onlara gösterir.

Nasıl bir hayat yaşayacaklar? Efendileri onların hayat tarzını belirler.

Neyi giyecekler, neyi giymeyecekler? Efendileri onlara söyler.

Ne okuyacaklar, hangi yazarları okuyacaklar, kimlerden uzak duracaklar? Efendileri sınırlarını çizer.

Seçimler mi yaklaştı? Oy verecekleri partiyi efendileri işaret eder, onlar gider o partiye oy verir.

Her seçim döneminde kışkırtmalar, yalan haberler, entrikalar havada uçuyordu. Halk da bunlara bir şekilde kanıyor, istediklerine yakın davranıyordu. Onlar da meydanlarda istedikleri gibi at oynatıyorlar, istediklerini dünyada vezir ediyorlar, istemediklerini dünyaya rezil ediyorlardı.

Ama son yıllarda devir değişti. Devran artık böyle dönmüyor. Kaç seçim geçti, millet artık kendilerini bu milletin efendisi görenleri dinlemiyor. Hatta ne derse, neyi işaret ederse tam tersini yapıyor. Tabii durum böyle olunca yıllardır kendilerini milletin efendisi, ülkenin sahibi görenler de iyice çıldırıyor.

Halk onların istedikleri şekilde davranırsa, istediklerine oy verirse halk değerlidir ve halkın tercihlerine saygı duyulması gerekir; verdiği mesajın iyi algılanması gerekir. Ama halk, son yıllarda istedikleri gibi davranmayınca onların gözünde halkın itibarı da iyice düştü. Halk; artık bir paket makarnaya, bir torba kömüre kendini satacak kadar aşağılık... Ufak bir çıkar karşılığında oyunu vereceği partiyi değiştirecek kadar omurgasız... Hiçbir düşüncesi ve inancı olmayan, hep başkalarının yönlendirdiği boş yığınlar... Göbeğini kaşıyan, kıllı, takkeli, şalvarlı, evrimini tamamlayamamış insanımsılar... Bunu CHP zihniyetinden, onun paralel medyasından, kendilerini beyaz Türk olarak lanse eden ve efendilik taslayanlardan duymaya alışmıştık. Ama son yıllarda aynı söylemi, Tayyip Erdoğan ve Ak Parti muhalifi herkes kullanmaya başladı. Kendileri bu halkın neresinde duruyorsa artık... Bu halk, dedikleri gibiyse yarın kendilerine oy verirse bir anda bütün kusurlarından arınmış, kalitesi tavan yapmış mı olacak?

''Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.'' demiş Mevlana... Aslında olay şudur: Halkı bu şekilde aşağılayanlar, hakir görenler, halka karaktersiz, kişiliksiz muamelesi yapanlar; aynada kendi suretlerini görüyorlar. Halk, burada bir aynadır; aynada görülenler ise bunları söyleyenlerin kendilerinde bulunan, üzerlerinde taşıdıkları özelliklerdir. Ağızlarını her açtıklarında dillerinden hakaret cümleleri dökülen bu kesimin içinden sürekli pislik ve pis kokular saçılıyor etrafa...

Haftaya yeni bir seçim var. Şimdi de halkın tercihlerini etkileyecek, onları kandırabilecek kumpaslar, tuzaklar, manipülasyonlar peşinde koşmaya devam ediyor ve son dakikaya kadar da koşmaya devam edecek Tayyip Erdoğan ve Ak Parti muhalifi cephe... Bu cephe, öyle bir cephe ki içinde yok yok... Sağcısı, solcusu, futbolcusu, paralelcisi, devletçisi, derin devletçisi, kapitalisti, antikapitalisti, Kemalisti, antikemalisti, laiki, antilaiki, Kürtçüsü, Türkçüsü vs. hepsi bu cephede toplanmaya çalışıyor. Aralarına alamadıkları küçük, önemsiz bir kesim var sadece... Onu da aralarına alsalar sorun çözülecek de... Bir türlü aralarına almayı başaramadıkları önemsiz grup kim mi? HALK...

Şimdilik halka şirin görünmeye çalışıyorlar... Onun tercihlerine değer veriyor gibi görünüyorlar. Onun isteklerini, beklentilerini, inançlarını önemsiyor gibi bir hava estiriyorlar. Ama ortaya çıkacak sonuç, onlar açısından yine hüsran olacak ve biz o zaman yeniden göreceğiz gerçek yüzlerini...

Seçim sonuçları açıklanıp yine halk, bunları ters köşeye yatırınca da halka yapılacak hakaretlerin, halkı aşağılamaların bini bir para olacak. Halk, yine makarnacı olacak, yine kömürcü olacak, yine göbeğini kaşıyan adam olacak... Yine birileri kuduracak, yine birileri ‘’ama’’ ile başlayan salya sümük cümleler kuracak... Ama yine halkın dediği olacak...

Sizin bir hesabınız varsa Hakkın ve halkın da bir hesabı var ve hep tutmayacak hesap sizin, tutacak olan hesap da Hakkın ve halkın hesabı olacak...

Hasbinallah ve ni'mel vekil... Gerisi hikâye...

18 Ekim 2015 Pazar

CHP, Niye Hep Muhalefette?


CHP, çok iyi muhalefet yapıyor, halk da bunu onlarca yıldır çok iyi gözlemliyor olmalı. Bunun sonucunda da sistemin bozulmaması, herkesin yaptığı en iyi şeyi yapması adına da CHP’ye hep muhalefet görevi veriyor olmalı. Durum böyle ki verdiği ve vermediği oylarla CHP’yi ne güldürüyor ne de öldürüyor.


İktidar olan partiler hep değişiyor ama CHP ve onun temsil ettiği zihniyete biçilen muhalefet görevi hiç değişmiyor. İktidara kimler gelmedi ki? ANAP, DYP, REFAH, AK PARTİ… Halk, iktidarı hep değiştirdi ama onlarca yıldır CHP tabelasını iktidar olarak hiç yazdırmadı. Bu tercih, halkın ne kadar bilinçli olduğunu gösteriyor aslında.

Halk, onlarca yıldır şunu fark etti: CHP, aslında muhalefeti iktidardaki partilere yapmıyor; bizzat kendisine yani halka yapıyor. Eee bu halk da -CHP zihniyetinin çok sevdiği ve değer verdiği Aziz Nesin’in dediği gibi- aptal olmadığı için de kendine ve kutsal bildiği tüm değerlere muhalif hatta düşman bir zihniyeti temsil eden CHP’ye neden oy versin ki? Neden oy verip de kendi oyuyla çile çekip rezil olsun ki?

CHP, cumhuriyetin ilanından 1950’ye kadar kendi halkını oluşturmaya çalıştı. Bunun için halka yapmadığı zulüm kalmadı. Halkı özünden, değerlerinden koparmak için olağanüstü çabalar gösterdi. O zaman tek parti iktidarı olduğu için muhalif olanlar ya idam edildiği ya da çok ağır şekilde cezalandırıldığı için de itiraz edebilecek bir kitle de yoktu. CHP’de zaten böyle bir kitlenin oluşmaması için elinden geleni ardına koymuyor, arada çıkan ufak tefek muhalifleri de halkın ibret alıp bir daha böyle bir şeye niyetlenemeyeceği şekilde ortadan kaldırıyordu. Ne zaman ki halk, tercihlerinde serbest bırakıldı; halk da kurtuluşu CHP’yi sırtından atmakta ve CHP’nin içinden çıkmış olmasına rağmen Demokrat Parti’ye akın akın koşmakta buldu. Sonra yaşananlar malum…

Ama halk, artık uyandı bir defa… Kendi değerlerine sahip çıkacağına inandığı, kendine yakın çizgide olduğunu düşündüğü siyasilere destek verdi hep. Eh ara sıra halkı yanıltan, halktan görünüp de aslında halka düşman olan kişiler de çıkmadı değil tabii… Ama halk, önünde sonunda onların da gerçek yüzünü görüp onları da tarihin çöplüğüne siyasi mevta olarak yolladı.

CHP’de ise bütün bu kaybetmelerine rağmen değişen bir şey olmadı. Onlarca yıldır hep kaybediyor, hiç yorulmadan bıkmadan halkı suçlamaya devam ediyor. CHP, hep agresif… Sürekli saldırıyor halka… Aslında CHP haklı kendi çapında… Onlarca yıl siz, kendi halkınızı oluşturmaya -onların diliyle kendi halkınızı yaratmaya- çalışın; bu nankör(!) halk, bulduğu ilk fırsatta size sırtını dönsün ve bir daha yüzünüze hiç bakmasın. Eee siz, kendinizi CHP’lilerin yerine koyun, siz olsanız bu halka kıl olmaz mısınız?

Ama ne yaparsınız? Adına ‘’demokrasi’’ denen bu yönetim de halksız olmuyor. CHP’lilerin diliyle söylersek kendi halkınızı yaratamadığınıza, halkı kendinize yaklaştıramadığınıza göre siz halka yaklaşın. Biliyoruz halkın arasına karışmak, onunla aynı seviyede olmak sizin için zulümdür ama bu ülkede bir iddianız olacaksa bu milletin dilini konuşacaksınız. Bu milletin örf, âdet ve geleneklerine; manevi değerlerine, dinine, imanına saygı göstermediğiniz sürece halkın teveccühüne mazhar olamayacaksınız.

Ey CHP ve CHP’yi dizayn eden zihniyet!.. Millete muhalif olarak, milletin kutsal bildiği her şeye muhalefet ederek halkın iktidarı olamazsınız. Bu milletin artık özünüzde olmayan ama dilinizde olan o inanca saygı, halkın değerlerini zenginlik olarak görme martavallarına da karnı tok… Bir gün dilinizde olan o söylemler; kalbinize de nüfuz ederse, yarın iktidar olduğunuzda eski hastalıklarınızın nüksetmeyeceğine bu millet de inanırsa belki bir şans daha verir size. Onun için siz siz olun, iyice marjinalleşmeden bu millete ve değerlerine muhalif olmayı bırakın. Muhalefeti millete değil, sizin dışınızdaki partilere ve siyasilere yapın. Ayrıca şu yıkıcı muhalefet tarzını da bırakıp yapıcı muhalefet yapmayı öğrenin. Rakiplerinizin hatalarından, eksiklerinden kendinize pay çıkarmaktansa sizin artılarınızı anlatın bu millete… Tabii inandırıcı olabilmenin de yollarını arayıverin bir zahmet…

Ben anahtar sözcüğü söyleyivereyim size: SAMİMİYET…

14 Ekim 2015 Çarşamba

Hicri 1437, 1 Muharrem; Kutlu Olsun Muhterem!

Tarih içerisinde farklı din ve kavme mensup toplulukların kendilerine ait takvimlerinin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla takvimin, tarihî ve kültürel yapı ile doğrudan ilişkisi bulunmaktadır.
Şemsi takvimler, Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüşünü; kameri takvimler, Ay’ın Dünya etrafında dönüşünü esas almaktadır. Bir takvimin kameri veya şemsî olmasından ziyade bu takvimin başlangıç olarak hangi tarihi ve olayları esas aldığı önemlidir.
Miladi takvim, Hz. İsa’nın doğum yılını başlangıç olarak kabul etmekte ve Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüşünü esas almaktadır.
Hicri takvim ise Hz. Muhammed’in (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zamanı başlangıç olarak kabul etmekte ve Ay’ın Dünya etrafında dönüşünü esas almaktadır.
Kendileri için çok büyük önem arz eden bir olayı yılbaşı olarak kabul eden toplumlar, bunu çeşitli  etkinliklerle kutlamaktadır.
Türkiye’de ise yılbaşı kutlamaları, Batılılaşmanın önemli bir taşıyıcısı olarak görüldüğü için ideolojik bir çerçevede ele alınmıştır uzun yıllar boyunca... Yılbaşı kutlamaları, Batılı değerlerin ve yaşama tarzının evrenselleştirilmesine hizmet etmiştir ve hizmet etmeye devam etmektedir. Müslümanların, Batılıların geleneklerini veya âdetlerini taklit etmeleri ise pek kabul edilebilir bir şey değildir. Bu sebeple mutlaka bir yeni yıl kutlanacaksa bu, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) ve ashabının Mekke'den Medine'ye hicretini esas alan Hicri Yılbaşı olmalıdır. Çünkü bu olay, Müslümanlar için İslam tarihi açısından çok önemli bir olaydır.
Biz de anne-baba olarak çocuklarımıza, öğretmen olarak öğrencilerimize, yazar olarak okurlarımıza bu bilinci aşılamaya çalışmalı ve gayri İslami günlerin gayri ahlaki şekillerde kutlanmasının önüne geçme gayretinde olmalıyız.
Bugün de Hicri yeni yılın başlangıcı olan 1 Muharrem'dir ve Hicret'in 1437'nci yılına girmiş bulunmaktayız. Bu yeni yılın genelde tüm insanlık, özelde tüm Müslümanlar ve daha özelde ise siz okurlarımız için;
Günahlardan sevaplara,
kötülüklerden iyiliklere,
çirkinliklerden güzelliklere,
mutsuzluklardan mutluluklara,
umutsuzluklardan yeni umutlara,
savaşlardan barışlara,
Rabbimizin hoşlanmadığı şeylerden hoşlandığı şeylere hicret edilen bir yıl olması temennisiyle Hicri yeni yılınızı tebrik ederiz.
Yılbaşı denilince;
Hindilerin niyazi,
kutlamaların arızi,
çam ağacı süsleyenlerin asri,
sarhoşların arazi,
ahlakın marazi olmadığı günleri görmemiz duasıyla...
İnançsızlığın kıvanç,
millî olanın utanç,
ahlaksızlığın övünç,
dinî değerlerin gülünç,
kumarın kazanç olarak görülmediği yeni yıl kutlamalarının revaçta olduğu yıllara       ulaşmamız niyazıyla...
Rahman ve Rahim olan Allah'tan hayatınızın her anını kendiniz, aileniz, Ümmet-i Muhammed ve insanlık adına hayırlı hizmetler içinde geçirmenizi dileriz...
Selam ve dua ile...

7 Ekim 2015 Çarşamba

Türkiye, Dumanlı Hava Sahasından Çıktı mı; Yoksa Dumanlı, Hava Sahasından Çıkarıldı mı?


Akşam işten dönmüş, yorgundum. Pek de keyfim yoktu, havam da kafam da DUMANLI; oturmuş çay içiyor, bir taraftan da haber sitelerine bakıyordum. Gördüğüm bir haberle bir anda DUMANLI hava sahasından çıktım, kafamdaki dumanlar dağıldı. Keyfim yerine geldi, çayın tadı bir başka güzelleşti. Karşımdaki haberde "Son dönemde basına ve şahsıma uygulanan hukuksuz baskılar nedeniyle Genel Yayın Yönetmenliği görevimi yapamadığımı görüyorum. 2001'den beri hizmet vermeye gayret ettiğim Zaman Gazetesi'ne yeterince ve verimli şekilde katkı sağlayamadığımı, sağlığımın da artık buna el vermediğini düşünüyorum. Bu nedenle elimden geldiğince ve samimiyetle sürdürmeye gayret ettiğim genel yayın yönetmenliği görevimden istifa ediyorum. Özgür düşüncenin kalesi olan gazeteme ve bu gazetede görev yapan tüm arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Onca sene içerisinde verdikleri eşsiz destekten dolayı okurlarımıza minnettarlığımı arz ederim. Kamuoyuna saygılarımla..." açıklamasıyla Ekrem Dumanlı, Zaman gazetesi genel yayın müdürlüğünden istifa ettiğini duyuruyordu.
Haberi ilk okuduğumda keyfim yerine gelmiş, tüm efkârım dağılmıştı ama bu kısa sürdü. Dakikalar ilerledikçe içime kurt düştü, bu istifanın altında mutlaka bir bit yeniği olmalıydı. Durup dururken bu istifa nereden çıktı, hem de seçimler arifesinde diye düşünmeye başladım. Kafamda bir sürü senaryolar uçuştu. ''Acaba hükûmeti ve Reis'i yeterince yıpratamadığını düşündükleri için istifa mı ettirdiler. Daha cevval, daha saldırgan, daha pervasız, vurduğunda daha çok ses getirecek düşüncesiyle mi yerine Abdülhamit Bilici'yi getirdiler?'' vb. düşüncelerle boğuşurken bir taraftan da "Acaba ikinci bir Hüseyin Gülerce vakası mı yaşanıyor?" diye düşünmekten de kendimi alamadım. Ancak istifa metnini tekrar okuyunca bu düşüncem bir anda dağıldı.
Hâlâ saldırgan bir dil... Hâlâ kendiler sütten çıkmış ak kaşık... Hâlâ herkes suçlu, tek kendiler masum...
Dumanlı'nın, "Son dönemde basına ve şahsıma uygulanan hukuksuz baskılar nedeniyle Genel Yayın Yönetmenliği görevimi yapamadığımı görüyorum."  ifadesine nasıl karşılık  vermeli bilmem ki... Devlet büyüklerine etmediğiniz hakaret, iftira, tehdit kalmıyor; hâlâ özgür değilsiniz... Doğru aslında gazete kurşun atamıyor, onu da atabilse tam olacak... Kendileri dışında hiç kimseye hak hukuk tanımamış olanlar, algı yönetimiyle haksızlık ve hukuksuzluktan bahsediyor. Siz değil miydiniz birçok gazeteciyi çeşitli kumpaslarla hapislere tıkan, algı operasyonlarıyla insanlara hayatı zindan eden... Size onların binde biri yapılıyor mu? ''Zaman Gazetesi'ne yeterince ve verimli şekilde katkı sağlayamadığımı düşünüyorum.'' ifadesinden ise benim anladığım, "Ben yıprandım, gazeteyi yeterince etkili bir silah olarak kullanamıyorum artık; bu sebeple daha etkili olacak, yıpranmamış birine devrediyorum." şeklindedir. Bir de ''Özgür düşüncenin kalesi olan gazeteme ve bu gazetede...'' diye devam eden ifade yok mu? Ya bu gazete ve gazetede söz sahibi olanlar değil miydi 17/25 Aralık sürecinden sonra en ufak bir aykırı sese tahammül edemeyip birazcık farklı düşünenlerle, kendilerini yeterince desteklemediklerini düşündükleri herkesle yollarını ayıranlar. Leyla İpekçi, Etyen Mahçupyan hatta Hüseyin Gülerce, en ufak farklı düşünceye tahammülsüzlüğünüz yüzünden ayrılmak zorunda kalmış ya da ayırılmamış mıydı gazetenizden?
Yine de her şeye rağmen bu zamanda bu istifanın mutlaka farklı gerekçeleri olduğu kanaatindeyim. Ekrem Dumanlı'nın yerine hemen Abdülhamit Bilici'nin getirilmiş olması da istifanın sürpriz olmadığını gösteriyor. Demek ki planlı programlı bir olay... Bakalım neler çıkacak arkasından... Acaba Ekrem Dumanlı da hicret edecek mi(!) ABD'ye? Bunu da merak etmiyor değilim doğrusu...

Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler...

3 Ekim 2015 Cumartesi

Hâlimiz Ahvalimiz / Ne İdik Ne Olduk


Ah, ne güzeldi eskiden köydeki evimiz! Eksik olmazdı sebzemiz, meyvemiz.


Yabancı nedir bilmezdik; küçükler kardeşimiz, büyükler ablamız, abimiz. Daha büyükler ise dedemiz, ninemiz…
Bostanları hep beraber eker, ekini keşikle(1) biçerdik… Sabah akşam bulgur pilavı yer, çorbayı aynı tastan içerdik…
Yürümeye başlayınca keçi koyun peşinde koşardık, bayramdan bayrama alınan lastik ayakkabıyla coşardık.
Bilmezdik telefon, bilgisayar, tablet; zengince olanlarımızda belki olurdu bisiklet…
Toprakta oynar, tozu dumana katardık; ancak haftada bir banyo yapardık. Hijyen umurumuzda olmazdı, yemeden önce yıkamazdık sebzeyi, meyveyi; ama yine de bilmezdik, doktoru, ilacı, hastaneyi…
Fakirliğimizin farkında bile olmadan çok mutlu yaşardık; herkese hem gönlümüzü hem soframızı açardık…
Mutlu olurduk, yeter ki olsun sırtımız pek, karnımız tok… Allah’a boyun eğerdik bir tek, gayrısına eyvallahımız yok…
Kış günleri sobamızda yanardı meşe, misafir gelince evimize dolardı neşe… Şimdiki gibi günler öncesinde alınmazdı randevu, haber vermek için pencereden seslenirdik: “Biz geliyoruz komşu Hu!”
Severdik ama sevdiğimiz söyleyemezdik yâre, bir büyüğümüz anlar da çare olursa derdimize ne âlâ; yoksa kalırdık bîçare…
Şimdiki gibi her türlü haltı yiyip kimse demezdi “Aman dokunmayın bu ergen!”, saygıda kusur edince sırtımızda kırılırdı dirgen… (2)
Dağımız dumanlı, göğsümüz imanlı, her şeyimiz zamanlı idi… Evlendirilirdi kızlar on sekizine gelince erkekler askerliğini edince… Aranmazdı erkekte külçe(3), kadında kalça… Erkek için lazımdı mertlik, yiğitlik, cesaret; kadında aranırdı haya, nezaket ve zarafet…
Maddi kaygılarla az tutulmazdı çocuk sayısı, yarattıysa rızkını verecekti nasıl olsa Mevlası… Herkes bilirdi ki evde tek çocuk olmaz, mutlaka ihtiyacı vardır kardeşe… Çocuklar, anasının dizinin dibinde yetişirdi; bakıcılar tutulmazdı, gitmezdi öyle kreşe…
Huzurevine yerleştirilmezdi yaşlılarımız, evlatlarının evinde bulurdu huzuru; evlatlar da atalarında aramazdı hiçbir zaman kusuru… Anne ve babamızın duasından alırdık güç, bilirdik ki onları razı edemedikten sonra dünyalar bizim olsa hiç…
Kavga eder ama kin tutmazdık, başkalarının hakkını amuduyla yutmazdık…
Dost bildiklerimiz için canımızı verir, bize sırtını dayayanları beş kuruşa satmazdık…
Şimdiki gibi kısa zamanda dönülmezdi köşe, bizde iki olanın birini verirdik mutlaka kardeşe… Toplum içinde itibar edilmezdi hırsıza, arsıza, kalleşe…
Henüz bozulmamıştı özümüz, kimsenin malında yoktu gözümüz. Ya susardık ya da hak olurdu sözümüz… Önemli değildi insanların ırkı; Müslüman’sa Allah’a teslimiyeti, değilse insaniyeti oluştururdu farkı…
Haydi o zaman tekrar dönelim özümüze, Müslüman’sak senetten çok değer verilsin sözümüze… Her zaman ak olsun yüzümüz; fazlasında olmasın, tok olsun hep gözümüz… Eksiğimiz çok, mükemmel değiliz hiçbirimiz… Eğer ki bir olursa dışımız içimiz, mutlu oluruz hepimiz, ne tasamız kalır ne derdimiz… Bilelim kendimizi yolcu, dünyayı han; doğruluktan ayrılmayalım bir an…
1. keşik: Sıra, nöbet
2. dirgen: Genellikle harmanda sapları yaymaya yarayan demirden, çatallı bir tarım aracı
3. külçe: Eritilerek kalıba dökülmüş maden, altın

Haydi Bismillah!


Yeni bir eğitim öğretim dönemine daha merhaba dedik… Daha önce annesinin dizinin dibinden ayrılmamış minicik, melek yüzlü öğrenciler yepyeni bir heyecanla okullara koştu. Ara sınıflarda okuyan; arkadaşlarını, öğretmenlerini, okulunu özleyen öğrenciler ise büyük bir özlemle okuluna koştu. Yeni Fatih Sultan Mehmetler, Mimar Sinanlar, Evliya Çelebiler, Mehmet Akifler vb. yetiştirmek için gecesini gündüzüne katan, derdi olan öğretmenler ise okullarda öğrencilerini şefkat, merhamet ve tebessümle karşıladı.


Biz de yeni bir eğitim ve öğretim dönemine, yeni ufuklara, yeni umutlara yelken açarken diyoruz ki: HAYDİ BİSMİLLAH!!!

Ülkemiz zor bir dönemden geçiyor. Cennetten bir köşe olan bu güzel ülkemizin üzerine oynanan oyunlar da bitmiyor maalesef… Dış güçlerin piyonu olan iç düşmanların vatanımıza, askerimize, polisimize, insanlarımıza saldırısının sonu gelmiyor bir türlü… Kimi silahla, bombayla saldırıyor; kimi elindeki basın yayın organlarını silah olarak kullanıyor, kimi ekonomiye suikast yapıyor… Bunlarla mücadele eden devlet yöneticilerimizin, emniyet güçlerimizin Allah yardımcısı olsun…

Biz de sonuna kadar mücadelelerinde onların yanında olduğumuzu haykırıyor, yeni bir başlangıç için diyoruz ki: HAYDİ BİSMİLLAH!!!

Ülkemiz seçim dönemine girdi. Yine ittifaklar, yeni ittifaklar deneniyor. Milletin gönlüne giremeyenler, milletin başına çorap örme derdinde… Milletle ilgili projeler üretmek gibi bir gayesi olmayanlar, millet aleyhine üretilen her projenin gönüllü taşeronluğuna soyunuyor. Halkın içinden çıkan, halktan başka ittifak edeceği kimse bulunmayan ve ”Halka hizmet, Hakk’a hizmettir.” düsturunu kendine şiar edinen Ahmet Davutoğlu’nu ve ekibini elimizden, dilimizden, kalemimizden geldiğince desteklemeliyiz böyle bir dönemde. Ülke, millet ve mukaddesat düşmanlarının şu anda yegâne düşman bellediği Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında safları daha da sıkılaştırmalıyız. Düşmanlığını açıktan, aleni şekilde yapanlar kadar cesur olup tarafımızı açık bir şekilde ortaya koymalı, halkın ve Hakk’ın yanında olduğuna inandığımız insanları yalnız bırakmamalıyız. Yarın çok geç olabilir… Şimdi ayrılıkları, gayrılıkları bir kenara bırakıp yapıcı eleştirilerimizi seçim sonuna erteleyip farklılıklarımızı değil, ortak yönlerimizi ön plana çıkarıp kenetleniyoruz.

Öyleyse bir oluyoruz, diri oluyoruz; yeniden başlamanın heyecanıyla diyoruz ki:HAYDİ BİSMİLLAH!!!

Biz biliyoruz ki ”BİSMİLLAH” her hayrın başıdır. Besmelesiz başlanan hiçbir işte hayır yoktur. Bu sebepledir her işimize ”HAYDİ BİSMİLLAH!” diyerek başlamamız.

Besmeleden rahatsız olanlara inat, HAYDİ BİSMİLLAH!!!

Besmelesizler bizden uzak, sevdiklerine yakın olsun, HAYDİ YALLAH!!!

Hem bize ve değerlerimize düşmanlar hem bizden destek bekliyorlarFESÜBHANALLAH

Bıktık bu ikiyüzlülerden ve yüzsüzlüklerinden İLLALLAH!!!

Rabbim, o zihniyetten ve zihniyettekilerden bizleri korusun HAFAZANALLAH!!!

Rabbim, kendi yolunda olanları mahcup etmez, muzaffer kılar İNŞALLAH!!!

Bizden olmasa da bize ve değerlerimize saygılı olup düşman olmayanlaraEYVALLAH!!!

Düşmanımız ne kadar çok olsa da halk ve Hak bizimle olduktan sonra korkumuz olmaz EVELALLAH!!!

Nerede kalmıştık… Yeni fetihlerin yeni Fatihleri olarak birlik içinde, dirlik içinde, yeni umutlara, yeni ufuklara HAYDİ BİSMİLLAH!!!

16 Eylül 2015 Çarşamba

Şehitlerimizden Mektup Var/Şehadetin Kabul Olsun Yiğidim


Biz Şanlıurfa Ceylanpınar’da, vahşi bir örgütün vahşi olduğu kadar korkak üyeleri tarafından en savunmasız anımızda, uykumuzda şehit edilen polis memurları Fayyaz ve Onur… Her gencin ileriye yönelik hayalleri olur, kimi mutluluğu bu dünyada kimi ahirette bulur. Kısa sürdü buradaki hayatımız, şehitler kervanına katılırız da ahirette güler inşallah bahtımız. Vatan sağ olsun ama yine de o kalleşlerin yanına kalmasın ahımız…


Ben Amasyalı Binbaşı Arslan Kulaksız… Muş’un Malazgirt ilçesi jandarma garnizon komutanıydım… Bir akşamüzeri eşimin ve kızımın gözleri önünde kahpe PKK’nin kahpe bir pususunda, kahpe kurşunların hedefi oldum. Benim için en büyük mutluluktur şehadet, artık eşim ve kızım size emanet, Rabbim onlara versin metanet…

Ben Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinden Başkomiser Mehmet Parlak…İnsanlıktan nasibini almamış PKK terör örgütünün kalp yerine göğüs kafeslerinin altında taş taşıyan, insanlıktan nasibini almamış üyeleri tarafından yola döşenmiş patlayıcıların patlatılması sonucunda Iğdır’da şehit oldum. Henüz 33’tü yaşım, her zaman dikti başım, helaldi aşım, genç yaşta dul kaldı eşim…

Ben Karabüklü Polis memuru Ercan Hırçın… Mardin’in Dargeçit ilçesinde insanlık düşmanı birkaç hainin yollara döşemiş olduğu mayınlarla şehit oldum. Hak katında inşallah mertebem yüksek, üzüntüm yok pek; geride küçücük iki kız bıraktım, biri Melis, biri İpek… Rabbim onları naçar bırakmasın tek…

Biz Dağlıca şehitleri!.. Dağlıca!!! Biliyoruz, ismi bile duyulduğunda yüreklerinizin dağlandığı yer… Her yıl mutlaka onlarca yiğidi yer… Bu yiğitler bazen subaydır, bazen astsubay, bazen er… Ağlamaktan artık gözlerinizde kalmadı fer… Ağlamayın, dua edin; vatan için seve seve canını verir buradaki her nefer… Sayın ki hepimiz burada birer Ebu Zer… Medeniyetten uzak; yalnız yaşar, yalnız gezer; şanslı olanlarımız bir gün şehadete erer…

Ülkemizin insanları rahat, huzur ve güven içinde yaşasın diye uğraşırken ölüme ayarlanmış, taşeron bir örgütün piyonları tarafından kalleşçe kurulan tuzaklarla şehit edildik… Hepimiz Müslüman birer kulduk, asıl huzur ve mutluluğu yeni bulduk; çok şükür biz bu ülke için Allah yolunda şehit olduk. Ama üzüntümüz odur ki bu ülkedeDOĞAN, AYDIN geçinen birileri; katil sürüsü PKK için HÜRRİYET savaşçısı diyor,SÖZCÜ oluyor bu kana susamışlara POSTA koymaya çalışıyor güzel ülkemin seçilmiş Cumhurbaşkanına… Uygun ZAMAN kollayıp terörden yana TARAF olup biz şehitler adına MEYDAN okuyup BUGÜN kin kusuyor kendi devlet yöneticilerine. AmaSAMANYOLU yıldızları kadar çok da olsanız, CİHAN sizin yanınızda da olsa hıncınızdan CiNNet de geçirseniz bu ülkenin ve Ümmet-i Muhammed’in birliğine, dirliğine, ilerlemesine, yükselmesine engel olamayacaksınız. Biz bir ölür, bin diriliriz. Hem bize ölüler demeyin, ölü gözüyle bakmayın sakın, biz Hak katında diriyizdir.

5 Eylül 2015 Cumartesi

Bir Kahramanlık Destanı: MAVİ MARMARA

Bazı insanlar vardır ki yaşarken ölmüşlerdir… Varlıklarının ne kendilerine ne âleme faydası vardır. Yaşadıklarının emaresi, sadece nefes alıp vermeleridir. Yani yaşayan ölülerdir… Ne uğruna ölümü göze alabilecekleri bir idealleri, inançları vardır ne de böyle bir cesaretleri… Korkaktırlar, bencildirler, menfaatçidirler, vazgeçemeyecekleri doğruları yoktur. Kahramanlığa soyunamazlar hiçbir zaman… Kahramanlık gerektiren her şeyden vazgeçmeye hazırdırlar ve vazgeçmeyenleri de aptallıkla suçlayan aptallardır bu tipler… Bazı insanlar vardır ki bazı şeylerin kaygısını çekerler. Hakikatin tarafındadırlar… Saflarını doğru belirlerler genelde. Korkak, bencil ve menfaatperest değillerdir; doğruları dile getirecek kadar cesarete sahiptirler ama kahramanlığa soyunacak kadar da cesur değillerdir. Daha çok kahramanların arkasından gitme, onlardan taraf olma eğilimindedirler. Kahraman olamasalar da kahraman olanlara destek olurlar. Kendileri tarih yap/a/masalar da tarih yaz/a/masalar da tarih yapanların, tarih yazanların safında yer alırlar. ‘’Hiçbir amelime güvenmiyorum, lakin Allahü tealanın düşmanlarına, düşmanlığım var.’’ var diyen Abdulhakim Arvasi felsefesine sahiptirler.
Bazı insanlar da vardır ki hem yaşarlar hem yaşatırlar… Kendileri için yaşamaz bu insanlar, birilerini yaşatmak için yaşarlar… Varlıkları ile çevrelerine güven verirler. Nerede dert varsa derman olmak için oraya koştururlar. Başkalarının dertleriyle dertlenirken kendi dertlerini unuturlar. Kahraman olmak için yaratılmışlardır âdeta ama yaptıkları hiçbir şeyi kahraman olmak için yapmazlar. Tek gayeleri vardır: HAKKIN RIZASINI KAZANMAK… Tarihi bu insanlar yapar. Bu insanlar, yaşarken insanlığa hizmet ettikleri gibi öldükten sonra da hizmet etmeye devam ederler. Hatta ve hatta yaşarken yaptıkları hizmetlerin kat be kat fazlasını ölümleriyle yaparlar. Yaşarken belki onları tanıyan, bilen, onların farkında olan ya hiç yoktur ya da çok azdır ama ölümleriyle tanınırlar, bilinirler, anlaşılırlar.
İşte MAVİ MARMARA ŞEHİTLERİ, bu üçüncü gruptaki insanların taa kendileridir.  Sadece şehitleri mi? Mavi Marmara’yı organize edenler, o gemide bulunanlar, bulunmak isteyip de kendine o gemide yer bulamayanlar… Hepsi, birer kahramandır. Hepsi, takdire şayandır. Hepsi, ümmet-i Muhammed’in yüz akıdır.
Cevdet Kılıçlar, Necdet Yıldırım, İbrahim Bilgen, Furkan Doğan, Fahri Yaldız, Çetin Topçuoğlu, Cengiz Songür, Cengiz Akyüz, Ali Haydar Bengi ve Süleyman Uğur Söylemez… Mavi Marmara’da şehadet şerbetini içerek hakka yürüyen bu yiğitlerin hepsi ayrı bir kahramandır. Filistin’deki, Gazze’deki din kardeşlerimizi yaşatmak için kendi canlarını seve seve ortaya koymuşlardır. Şehadete yürümekte bir an bile tereddüt etmemişlerdir. Yaşasalardı belki 50, 60, 70 yaşına kadar yaşayıp bu dünyadan sessiz sedasız çekip gidecekler; kimse onları tanımayacak ve sıradan birer insan olarak terk-i dünya edeceklerdi. Ama şimdi öyle mi? İsimlerini gönüllerimize öyle bir nakşettiler ki ölümleriyle başladı hayatları ve nesilden nesile her geçen gün isimleri büyüyerek yaşayacak. Şimdi onların yerinde olabilmeyi arzulayan, onlara gıptayla bakan milyonlar var.
Şehadet şerbetini içen bu yiğitlerin hepsinin ayrı bir hikâyesi var:

*1972 doğumlu, arkasında kendisiyle daima gurur duyacak bir eş, bir kız ve bir erkek çocuk bırakmış, filoya binerken doldurduğu iletişim formunda ‘’yardım edebileceğiniz alanlar’’ yazan bölüme, “Ne iş olsa yaparım.” diye yazacak kadar kibirden uzak  CEVDET KILIÇLAR’ın hikâyesini mi anlatalım?..

*1978 doğumlu, sabrı, merhameti ve güler yüzüyle çevresinin takdirini kazanmış; geride iki yaşında bir kız evladı bırakmış NECDET YILDIRIM’ın hikâyesini mi anlatalım yoksa?..
*1949 doğumlu, filoya Siirt’ten katılan, fakir evlerinin elektrik tesisatlarında yardım için ilk kapısı çalınanlardan olan ve ücret tekliflerini “Hayır duanız yeter.” diyerek kabul etmeyen ve vardıklarında Gazze’deki fakirlere tesisat işlerinde yardımcı olmayı amaçlayan İBRAHİM BİLGEN’in hayatını mı anlatsak ki?..

*Sokaklarda kız peşinde koşan, saçma sapan müziklerle coşan akranlarından farklı olarak şehadet özlemiyle yanıp tutuşan, Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin saldırısı sırasındaki ateş seslerini duyunca önündeki kâğıda, “Şahadet şerbetine son saatler. Var mı daha güzel şey? Varsa o da sadece annemdir.” yazacak kadar şehadet sevdalısı, henüz lise son sınıf öğrencisi olan, 1991 doğumlu FURKAN DOĞAN’ın hikâyesine hangimiz gıptayla bakmayız ki?..

*Küçük yaşta babasını kaybedince dört erkek kardeşine babalık yapmak zorunda kalmış, annesinin ve kardeşlerinin geçimini sağlamak için küçük yaşlardan itibaren çalışmak zorunda kalmış 1967 Adıyaman-Besni doğumlu FAHRİ YALDIZ… Adıyaman Belediyesi’nde itfaiye personeli olarak çalışırken ufak çaplı kadayıf ve yufka imalathanesi işletmekteydi. İmalathanesinden elde ettiği gelirin bir kısmını hayır işleri için kullanırdı. İHH’nin organize ettiği “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” kampanyasına destek olmak için bir kermes düzenlemiş ve hayırsever vatandaşların yardımlarını toplayarak filoya katılmıştı. Adıyaman’dan Antalya’ya uğurlanırken otobüse binmeden önce annesinden kendisine sıkıca sarılmasını istemiş ve “Hakkını helal et!” diyerek ayrılmıştı. Bu hikâye yetmez mi dünyayı elimizin tersiyle itmeye?

*Filoya eşi ile Adana’dan katılan, dostlarıyla vedalaşırken “Tekvandoda dünya şampiyonu olduk, şimdi sıra ahiret şampiyonluğunda inşallah.” diyen, filoya neden katılmak istediği sorusuna, “Topal karınca misali safımızın belli olması için...” diye cevap veren, 1956 Adana doğumlu, tekvandoda dünya şampiyonlukları bulunan; kendisi gibi tekvandoda Avrupa ve dünya şampiyonlukları bulunan eşi ÇİĞDEM TOPÇUOĞLU’nun kollarında şehadete kavuşan  ÇETİN TOPÇUOĞLU ’nun hikâyesi hepimizi imrendirmez mi?..

* Altısı kız, biri erkek yedi çocuklu 47 yaşındaki  CENGİZ SONGÜR… Ailesine Gazze’ye insani yardım götürmek için yola çıkacağını söylediğinde altı kızından biri bir mektup sıkıştırmıştı cebine: “Sana yazacağım yüzlerce cümle var ama kelimelerim düğümleniyor.” diye başlayıp “Korkuyorum baba. Kardeşlerimin gözlerindeki hüznü, annemin yüzündeki endişeyi gördükçe korkuyorum. Ama seni sonunda kaybetmek de olsa git baba… Bir yetimin gülümsemesi için, bir annenin duası için git baba… Geriye bir tek adın da dönse git… Senin kızın olmak çok ama çok güzel baba…” diye devam eden kızının gözyaşlarıyla ıslatmış olduğu mektubunu gemide fark etmişti Cengiz ağabey… Kim bu hikâyedeki baba ya da bu babanın yedi evladından biri olmak istemez ki?..

*Bu konvoya neden katıldınız sorusunu “Allah için!..” diye cevaplayarak hayat felsefesini özetlemişti 1969 Mardin doğumlu CENGİZ AKYÜZ… Şehadet türkülerini çok seven Cengiz ağabey, Gazze için yola çıkmadan önce “Artık benim için de bir şehadet türküsü yazarsınız.” diye takılmıştı arkadaşlarına ve onlarla öyle vedalaşmıştı. Gemiye binmeden önce hanımına, “Çocuklara iyi bak, okumaya önem versinler ve namazlarını mutlaka kılsınlar!” diye tembihlemişti son defa... Kim böyle bir babanın evlatları, bu hikâyenin bir kahramanı olmak istemez ki?..

* Güzel ahlakı ve yaşantısıyla herkes tarafından sevilen, Diyarbakır’ın kanaat önderlerinden olan; üçü kız, biri erkek olmak üzere dört çocuk babası, 1971 Diyarbakır doğumlu ALİ Haydar Bengi… Başkanı olduğu Aydınlık Yarınlar İçin Hak ve Özgürlükler, Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Derneği (AYDER) çatısı altında son yıllardaki ilmi çalışmalarında ve verdiği derslerinde, dinin doğru anlaşılması, Müslümanlar arasında birliğin sağlanması ve Kudüs’ün özgürleştirilmesi konularına önem vermişti. Müslümanlar arasında birliğin sağlanması için şimdi senin gibilere ne çok ihtiyacımız var ey şehidimiz… Senin yerinde olmak, senin hikâyenin bir benzeriyle anılmak bize de nasip olur mu ki?..

*Başından vurularak ağır yaralanan, İsrail’den özel uçakla Türkiye’ye getirilip dört yıl komada yatan ve 2014 mayısının son günlerinde, şehadete kavuşan 1963 doğumlu Uğur Süleyman Söylemez’in hikâyesi unutulabilir mi?..

Bu güzel insanlar ki şehadetleriyle yolumuzu aydınlatmaktadırlar. Biz ki onlar gibi tarih yapanlardan olamasak da inşallah en azından onların yapmış olduğu tarihi yazarız. Onlar gibi kahraman olamasak da onlar gibi şehadete koşa koşa gidecek cesarete sahip olamasak da o güzel insanları evlatlarımıza anlatıp evlatlarımızın örnek almalarını sağlarız.

Mavi Marmara: Bir kahramanlık destanıdır…
Mavi Marmara: Ümmetin uyanış muştusudur…
Mavi Marmara: İsrail’in ve Siyonizm’in Kâbusudur…
Mavi Marmara: Ümmet-i Muhammed’in iftihar tablosudur…
Mavi Marmara: Ölümü güzelleştiren yiğitler kervanıdır…
Mavi Marmara: O gemiye bin/e/memiş Müslümanların içindeki yaradır…
Mavi Marmara: Şehadete susamış ‘’Hakikat Erleri’’nin şehadet yolculuğudur…
Mavi Marmara: İnanmış bir avuç insanın dünyaya bedel olduğunun canlı şahididir…

Rabbim; cümlemize Hak ve hakikatin yılmaz savunucuları olmayı, savrulmadan sırat-ı müstakim üzere bir hayat yaşamayı nasip etsin.
Uğruna şehitler verdiğimiz Gazze’nin ve Filistin’in tam özgürlüğe kavuştuğu, Siyonist İsrail’in de haritadan silindiği günlere şahit olmayı tez zamanda biz Müslümanlara nasip eylesin.

Selam ve dua ile…