3 Ekim 2015 Cumartesi

Hâlimiz Ahvalimiz / Ne İdik Ne Olduk


Ah, ne güzeldi eskiden köydeki evimiz! Eksik olmazdı sebzemiz, meyvemiz.


Yabancı nedir bilmezdik; küçükler kardeşimiz, büyükler ablamız, abimiz. Daha büyükler ise dedemiz, ninemiz…
Bostanları hep beraber eker, ekini keşikle(1) biçerdik… Sabah akşam bulgur pilavı yer, çorbayı aynı tastan içerdik…
Yürümeye başlayınca keçi koyun peşinde koşardık, bayramdan bayrama alınan lastik ayakkabıyla coşardık.
Bilmezdik telefon, bilgisayar, tablet; zengince olanlarımızda belki olurdu bisiklet…
Toprakta oynar, tozu dumana katardık; ancak haftada bir banyo yapardık. Hijyen umurumuzda olmazdı, yemeden önce yıkamazdık sebzeyi, meyveyi; ama yine de bilmezdik, doktoru, ilacı, hastaneyi…
Fakirliğimizin farkında bile olmadan çok mutlu yaşardık; herkese hem gönlümüzü hem soframızı açardık…
Mutlu olurduk, yeter ki olsun sırtımız pek, karnımız tok… Allah’a boyun eğerdik bir tek, gayrısına eyvallahımız yok…
Kış günleri sobamızda yanardı meşe, misafir gelince evimize dolardı neşe… Şimdiki gibi günler öncesinde alınmazdı randevu, haber vermek için pencereden seslenirdik: “Biz geliyoruz komşu Hu!”
Severdik ama sevdiğimiz söyleyemezdik yâre, bir büyüğümüz anlar da çare olursa derdimize ne âlâ; yoksa kalırdık bîçare…
Şimdiki gibi her türlü haltı yiyip kimse demezdi “Aman dokunmayın bu ergen!”, saygıda kusur edince sırtımızda kırılırdı dirgen… (2)
Dağımız dumanlı, göğsümüz imanlı, her şeyimiz zamanlı idi… Evlendirilirdi kızlar on sekizine gelince erkekler askerliğini edince… Aranmazdı erkekte külçe(3), kadında kalça… Erkek için lazımdı mertlik, yiğitlik, cesaret; kadında aranırdı haya, nezaket ve zarafet…
Maddi kaygılarla az tutulmazdı çocuk sayısı, yarattıysa rızkını verecekti nasıl olsa Mevlası… Herkes bilirdi ki evde tek çocuk olmaz, mutlaka ihtiyacı vardır kardeşe… Çocuklar, anasının dizinin dibinde yetişirdi; bakıcılar tutulmazdı, gitmezdi öyle kreşe…
Huzurevine yerleştirilmezdi yaşlılarımız, evlatlarının evinde bulurdu huzuru; evlatlar da atalarında aramazdı hiçbir zaman kusuru… Anne ve babamızın duasından alırdık güç, bilirdik ki onları razı edemedikten sonra dünyalar bizim olsa hiç…
Kavga eder ama kin tutmazdık, başkalarının hakkını amuduyla yutmazdık…
Dost bildiklerimiz için canımızı verir, bize sırtını dayayanları beş kuruşa satmazdık…
Şimdiki gibi kısa zamanda dönülmezdi köşe, bizde iki olanın birini verirdik mutlaka kardeşe… Toplum içinde itibar edilmezdi hırsıza, arsıza, kalleşe…
Henüz bozulmamıştı özümüz, kimsenin malında yoktu gözümüz. Ya susardık ya da hak olurdu sözümüz… Önemli değildi insanların ırkı; Müslüman’sa Allah’a teslimiyeti, değilse insaniyeti oluştururdu farkı…
Haydi o zaman tekrar dönelim özümüze, Müslüman’sak senetten çok değer verilsin sözümüze… Her zaman ak olsun yüzümüz; fazlasında olmasın, tok olsun hep gözümüz… Eksiğimiz çok, mükemmel değiliz hiçbirimiz… Eğer ki bir olursa dışımız içimiz, mutlu oluruz hepimiz, ne tasamız kalır ne derdimiz… Bilelim kendimizi yolcu, dünyayı han; doğruluktan ayrılmayalım bir an…
1. keşik: Sıra, nöbet
2. dirgen: Genellikle harmanda sapları yaymaya yarayan demirden, çatallı bir tarım aracı
3. külçe: Eritilerek kalıba dökülmüş maden, altın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder