1 Mart 2016 Salı

Baba Yok, Yok!

Üç yaşındaki oğlumla evin yakınındaki camiye yatsı namazına gittik. Bulunduğumuz semt itibariyle camide de genelde Suriyeli Müslümanlar bulunuyor. Farza duruldu. Ben de sağ taraftaki ön safta boş yer görünce oraya yöneldim ve namaza durdum. Oğlum da geçtiğim yeri fark edememiş. Bir süre etrafa bakıp beni göremeyince başladı ağlamaya. Hafif bir tonda başlayan ağlama sesi, gittikçe artmaya başladı. Namazı bırakıp bırakmama konusunda tereddüt yaşadım. Hele ki son rekâta geldiğimizde "Baba yok, yok!.." diyerek bir ağlaması vardı ki bitirdi beni... Selam verir vermez kollarımı açarak koştum yanına, bana bir sarılışı ve hıçkıra hıçkıra ağlayışı vardı ki... Yüreğim parçalandı, o anda oğlumu öperek seni bırakıp hiçbir yere gitmem diye teselli etmeye çalıştım. Ancak o sırada çevreme şöyle bir bakınca masum gözlerle bize bakan Suriyeli birkaç çocuğa ilişti gözlerim. Öyle imrenerek bakıyorlardı ki bize, suçluluk psikolojisiyle oğlumu -hâlâ ağlıyor olmasına rağmen- yere bıraktım ve o sahneden kurtulmak için hemen son sünnete durdum. Ama çocukların bize imrenerek bakışı bir hayli sarstı beni. Benim oğlum beş dakika beni kaybedip göremeyince "Baba yok, yok!.." diye ağlıyor ve ben de az sonra gidip kucağına alacağımı bildiğim hâlde oğlumun o çaresiz ağlayışına dayanamıyorum. Ya babasını, annesini bir daha göremeyecek şekilde kaybetmiş olan on binlerce Suriyeli öksüz ve yetim çocuk?

Ne kadar duyarsızlaşıyoruz! Ne kadar da kendi dünyamıza gömülü yaşıyoruz!

Yine bir gün Bahçelievler'den Şirinevler'e doğru gidiyorum. Kahvaltı yapmak için fırından da bir simit ve iki poğaça aldım. Bahçelievler İmam Hatip Lisesi'ne varmadan ışıklarda durdum. O sırada 7-8 yaşlarında yalın ayak bir çocuk, kucağında 2,5-3 yaşlarında bir çocukla arabaya yaklaştı. Bu çocuklara genelde para vermiyorum prensip olarak. Çocuk, para vermeyeceğimi anlayınca yan koltuktaki simit ve poğaçayı görerek işaret etti. Çocukların gözlerinde insanı içine çeken öyle bir masumiyet vardı ki... O sırada da yeşil ışık yandığı için hareket ederken simidi vererek yola devam ettim. Poşeti vermeyi, arabayı sağa çekip çocuklarla ilgilenmeyi akıl edemediğim için kendime kıza kıza, hakaretler ede ede iş yerine vardım. Geri dönmeyi düşündüm, trafik sıkışık, iş yerinde acil bekleyen işler var; geriye de dönemedim. Gün boyunca çocukların hayali gözümün önünden gitmedi. Hep büyük çocuğu benim büyük oğlum, kucağındakini de ortanca oğlum olarak düşündüm. Böyle düşündükçe üzüntüm arttı. Günlerce o çocukların yanıma geldiği ışıklardan geçerken yavaşladım, sağa sola baktım ama maalesef o çocukları bir daha göremedim. Görüp o çocuklara sarılmayı, onları öpüp koklamayı, bir yerlere götürüp yedirip içirip giydirmeyi o kadar arzuladım ki... Ama olmadı maalesef...

İyilik yapma fırsatı da her zaman geçmiyor elinize. Fırsat geçiyor siz müsait olmuyorsunuz, siz müsait oluyorsunuz fırsat olmuyor. Ne olur daha duyarlı olalım, iyilik yapma fırsatımız ve imkânımız olunca bu fırsatı kaçırmayalım. Ertelemeyelim, bakarsınız yarın olur da biz olmayız. Selam ve dua ile...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder