Kuş uçmaz, kervan geçmez
derler ya gerçekten öyle bir köydü benim doğup büyüdüğü
Sonbaharda ekin ekerler,
temmuz ayında biçerler… Ekin biçerken tarlada taze fasulye, bulgur pilavı yiyip
ayranı bol içerler. Okuyup yazanı, âlim olanı azdır ama insanı gözünden
seçerler… Zengince olanları yazın köye gelip kışın Kozan veya Adana’ya
göçerler…
Ama sürekli olmasa da yılda
üç beş ay yaşanacak yerdir burası… Suları soğuktur, tertemizdir havası… Köyün
içi meşe; yüksekleri katran ve çam ormanı… O çamların rüzgâr estikçe gelen
kokusu bile mest etmeye yeter insanı… İki tepe arasında güneşin konumuna göre
tayin ederlerdi daha düne kadar zamanı… Keçi, koyun, inek, öküz ve eşektir
beslenen hayvanı… Onları da mart ayında sürerler dağa ki fazla yemesin samanı…
Bu köy, Adana’nın ismi, cismi pek bilinmeyen
köyden birazcık büyük 5.000 nüfuslu bir ilçesi olan Feke’ye bağlı Gaffaruşağı…
İsmini ‘’Gaffarlar’’ olarak bilinen
bir sülaleden almış; temizdir, cana yakındır, misafirperverdir uşağı… Adana’dan ziyade Kayseri’ye özellikle de
Yahyalı ilçesine çok yakın… Erkekleri çalışmak için madene gider akın akın…
İnsanına güven; arkadaş ol, dost ol ama düşmanlığından sakın…
İşte bu köyde 1985’in kasımına
kadar okul yoktu. 6-7 yaşındaki çocuklar, 10-15 km’lik yol yürüyerek en yakın
köy olan Ormancık’a gidiyorlardı yarı aç yarı tok. 1985’in eylülünde ben de
ilkokul birinci sınıfa başladım ve iki ay da ben bu yolları arşınladım. Neyse
ki ben şanslıydım. O zaman ihtiyar heyetinde olan babamın büyük çabalarıyla başlayan
okul inşaatı kasımın başlarında bitti ve okul hizmete girdi. Okul dediysek
şimdiki okullar gibi çok sınıflı, laboratuvarlı; hademesi, kantini, sahası olan
bir okul anlamayın sakın ha! Birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar bütün
öğrencilerin bir arada okuduğu tek bir sınıfı, hepsini aynı anda okutan tek
öğretmeni var; ama biz buna çoktan razıydık, bir okulumuz ve öğretmenimiz var,
ne isterdik daha…
Bu kadar uzun süre okulsuz
kalıp o kadar yol yürüyen öğrencilere Allah, göstermişti bir rahmet… Öyle bir öğretmen
gelmişti ki köye, ismi Ahmet… Köy, köylü, öğrenciler için kalmamıştı çekmediği
zahmet… Sadece öğrencileri değil, tüm köylü hem onu hem ailesini çok sevmiş;
kendileri için bilmişlerdi gerçekten nimet…
Köyde arabası olan tek
kişiydi. Öğretmenlik, belki de yaptığı en kolay işiydi. Hastası olanın şoförü,
köylünün rehberi ve yol göstereni, elektrik teknisyeni, dertlilerin dinleyeni,
sorunları çözeniydi…
Öyle güçlü bir bağ kurmuştu
ki biz öğrencileriyle hem delicesine sever hem de kızacak diye ödümüz kopardı.
Dikkat edin!.. Dövecek diye değil, kızacak diye korkardık… O sadece okumayı
yazmayı değil, hayatı öğretmişti hepimize… Davranışlarıyla örnek olurdu, gerek
bırakmazdı söze… Kendisi ve ailesi köyü, köylü onları öylesine benimsemişti ki
tatillerde bile terk etmezlerdi okulu… Bırakın kimseyle küsmeyi,
incitmemişlerdi sanırım bir kulu… Bir gün tayinin çıktığı söylentisi yayılmış, tüm
köylü olayın aslı olmadığı ortaya çıkana kadar ayılıp bayılmıştı.
İlkokul bitince bile
bırakmamıştı beni ve birkaç arkadaşı, mutlaka okumamız gerektiğini söyleyerek… Bir
yatılı okula bizzat kaydettirmişti ailemizi ikna ederek…
Çocukları ilkokulu
bitirince köyden ayrılmıştı mecburen… Ama ne unutmuştu ne unutulmuştu bir an…
Ya kendileri köye gelirdi ya da köylüler ziyaretine giderdi zaman zaman…
Yıllar yılları kovaladı, o
zamanın çocukları büyüdü, evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Ahmet Çakmak öğretmenimizin de yaşı ilerledi. Bir gün duyduk ki
hastalanmış. Kendinden çok öğrencilerini, toplumu, insanlığı düşünen bu güzel
insan; hatırlayamaz, düşünemez olmuş, zihni düşmüş nisyana... Ama ne kendisi ne
de ailesi düşmüş isyana… İnsanlığın yükü ağır gelmiş belli ki ama biz yakıştıramadık,
konduramadık hastalığı bu fedakâr, bu güzel insana… En son düğünümüze
geldiğinde görmüştüm. Hep düşünüp hiç görüşememiştim son yıllarda…
Salı gece yarısından sonra -21
Temmuz gecesi- duydum ki bu dünyanın yükünü de daha fazla kaldıramamış. Fani
olan bu dünyadan baki olan âleme göç eylemiş. İçimde ne büyük fırtınalar koptu
anlatamam. Sanki dünyam yıkıldı. Sanki benden büyük bir parçayı kopardılar. Ciğerimiz
yandı, üzüldük, dünyamız yıkıldı ama teselliyi yine Kuran’da bulduk… ‘’Kullu
nefsin zâikatul mevt…’’ yani ‘’Bütün nefsler ölümü tadıcıdır.’’ ve ‘’İnna lillah
ve inna ileyhi raciun…’’ yani ’’Biz Allah’a âidiz ve vakti
geldiğinde elbette onna döneceğiz.’’
Bir insanın değerini ne
kadar bilirsek bilelim, ölümüyle yeterince kıymetini bilmediğimiz ortaya
çıkıyor. Öğretmenliği bir meslek değil, yaşam tarzı kılan güzel insan!..
Yaptıklarınla, yaşamınla, fedakârlıklarınla halkın rızasını, sevgisini,
saygısını kazanmıştın. İnşallah bunlar Hakk’ın rızasını kazanmana da vesile
olmuştur. Biz senden razıydık, Rabbim de razı olmuştur inşallah... Seni iyi
bilirdik hem de çok iyi bilirdik… Hakkımız -varsa- helaldir, ne olur sen de bizlere
hakkını helal eyle… Mekânın cennettir inşallah…
İlkokul öğretmenim Ahmet
Çakmak’a Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine sabır diliyorum… Lütfen bir
Fatiha okuyalım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder